25 Aralık 2021 Cumartesi

ZEYTİN HANIM

Efendim tanıştırayım komşumuz Zeytin Hanım olur kendileri. Yan apartmanımın bahçesinde ikamet ediyor. Şirin bir evi, mama kabı hatta bir battaniyesi bile var. Etrafı yeşillik çimenlik. Apartmanın Mernis adresine de kayıtlıdır her halde. Sonuçta o da bir apartman sakini.

Pek bir sevgi dolu. İlk başlarda ismini seslenince koşup geliyordu, şimdi ise beni fark ettiği anda seslenmeme fırsat kalmadan yerinden fırlıyor. Bahçenin içinde ki merdivenle çıkılan seti bir hamlede aşıp parmaklıklar arasında başını uzatıp bekliyor. İlk başlarda elimi yalamaya çalışıyordu ben ise elini öptürmemek için karşısında ki gençle güreşen dedeler gibi elimi saklamaya çalışıyordum. Sonra öğrendi hassasiyetimi, elimi yalamaya çalışmaktan vaz geçti. Sadece burnunu sürüp patileri ile bileğimi okşuyor. Sonra da parmaklığın arasında burnunu uzatıp sevmem için bekliyor. İstersen okşama. Uzun uzun okşatmadan başını içeri çekmiyor.

Zeytin Hanımı sevmeye vaktimin olmadığı zamanlarda neredeyse parmaklarımın ucuna basarak geçiyorum. Olmadı karşı kaldırıma geçerek oradan gidiyorum.

Fark ettiği anda kısa bacaklarının  üzerinde karnını sallaya sallaya koşuyor. Gel de bırak onu o halde. Geri dönüp Hamfendinin gönlünü almaya çalışıyorum artık. Napayım yoksa vicdan yapıyorum.

Son zamanlarda aramız biraz limoni. Seslendiğim zaman başını şöyle bir kaldırıp bakıyor. Sonra istifini bozmadan önüne dönüyor. Omuzları olsa  eminin  şöyle bir kaldırıp”hıhh” çekerdi.

Problem ne peki?

Efendim sanırım kuşak çatışması.

Olay şöyle oldu. Bir gün bahçeden geçerken baktım duvarın dışında bekleyen bir sokak köpeği bizimkini kesiyor. Bizimkinde ise bir havalar bir havalar delikanlıya cilve yapıyor. Seslendim şöyle bir yönünü dönecek gibi oldu sonra yine diğer tarafa gitti. Hadi bunu hazmedemeden bir hafta sonra ise bir başka sokak köpeği parmaklıkların etrafında volta atıyor. Bizim ki ise ona göz süzüyor. Allah affetsin delikanlı da pek bi çirkin. Hani şöyle yakışıklı boylu poslu olsa neyse.

-Kızım, sen daha geçen hafta başkasına göz süzüyordun. Ne ara onu unuttun da buna cilve yapıyorsun. Neyse, seslendim bu sefer geldi yanıma sevdim okşadım. Sokak delikanlısının yanında bozmayayım diye sesimi çıkarmadımdı. Sonra tenha bir zamanda çektim bunu yanıma nasihat ettim.

-Bak kızım evin var barkın var. Aç açıkta değilsin kendi kabından kendi mamasını yiyen ayakları üzerinde duran güçlü  bir kızsın. Ne işin var sokak serserileri ile. Böyle gel geç gönüllülükle, bir gün ona bir gün buna göz süzmekle olmaz bu işler. Bul bir efendiden köpekçik. Onunla baş göz etsinler seni. Evini yuvanı bil. Gözün dışarılarda olmasın.


O günden beri bana bozuk galiba sesleniyorum bin bir nazla geliyor. Eskisi gibi yerinden fırlamıyor.

Ay bu gençlere iyilik yaramıyor iyi mi?


21 Aralık 2021 Salı

HÜZÜNLÜ GECE


Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilir,

Müptela-ı gama sor kim geceler kaç saat.                                                      

 Sabit

 

En uzun geceyi ne astrologlar ne de takvimleri hazırlayanlar bilir. O en uzun geceyi en iyi bilenler dertle inleyenlerdir(aşıklardır)...
                                                   
***

Ey gece al hüzünlerim senin olsun...

Kış dönsün bahara
Sabahlar benim olsun...
Saçayım avuç avuç bahar muştularını...
En uzun gece
Bitimi değil belki zemherinin,
Lakin müjdesi değil mi güneşli günlerin ? ...

 Not: Eski bir yazıyı gündeme binaen yeniden yayınlıyorum. Uzun zamandır yazamadım ama buralardayım :))

11 Eylül 2021 Cumartesi

HOMELAND

 

CİA Özel ajanı Carrie Mathison Irak görevi sırasında idam edilmek üzere olan bir ajanlarından önemli bir istihbarat alır. Bu istihbarata göre bir Amerika görevlisi saf değiştirmiştir. Bu istihbarattan az bir zaman sonra Afganistan’da özel birlikler yaptıkları bir operasyonla yıllardır kayıp olan bir Amerikan askerini kurtarırlar.

Kurtarılan asker çavuş Nicholas Brody Büyük bir karşılama töreni ile ülkeye adım atar. Ajan Carrie Bodynin istihbaratı alınan kişi olduğunda ısrarcı olsa da diğerlerini inandırmaz. O da usulsüz olarak Çavuş Brody'nin evini gizli kameralarla donatıp yakın takibe başlar.

Çavuş Brody için Genel Kurmayın da büyük planları vardır. Onu bir kahraman olarak güvenlik politikaları yönünde kullanmak istemektedirler. Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekilmesi için gittikçe artan kamuoyu baskılarına karşı halkı güvenlik politikalarına ikna edilmesinin yolunu arayan Genelkurmay, Çavuş Brody’nin katılacağı vatanseverlik temalı mesajların verileceği büyük organizasyonlar planlar.

Kameralar karşısında ki Brody’nin sağ elinin ritmik hareketlerinden şüphelenen Ajan Carrie onun birilerine şifreli mesaj verdiğine üstlerini ikna ederek dört haftalık yasal takip izni çıkarttırır. İzni veren savcı da geçmişte yaptığı bazı hatalar yüzünden CIA ile çalışmak zorunda kalan bir kanun adamıdır.

Kısa bir süre sonra çavuş Brody’nin Müslüman olduğu ve  namaz kıldığı ortaya çıkar. Bu durum Çavuş Brody’nin istihbaratı alına terörist olduğu anlamına gelir mi gelmez mi? Dizi uzun bir süre bu sorunun cevabını arıyor.

Dünyada büyük eksen kaymasına yol açan 11 Eylül saldırılarını yıldönümünde üstelik yeniden ısınan Afganistan meselesinin konuşulduğu bu günler  ister istemez,  yakın diyebileceğimiz bir süre önce biten  Homeland dizisini hatırlattı.

2011 yılında başlayan dizi  2020  senesinde  bitti. Dünyada oldukça ses getiren yakından takip edilen bir yapım.  Ama ben bloglarda ki dizi tanıtımlarına hiç denk gelmedi. Muhtemelen gözümden kaçtı.

Dizi dünyanın en çok tanınan ama aslında işleyişi o kadar da bilinmeyen şehir efsanelerinin sisleri ardına yükselen Amerikan dış istihbarat kurumu CIA’yı anlatıyor. CIA’nın uluslararası operasyonlarını kurum içi ayak oyunlarını ajanlarını çekişmelerini ve farklı ülkelerin insanlarını ajanlaştırma ve kullanma faaliyetlerini  işleniyor.

Valla bu konuda uzmanlığım yok ama birçok eleştirmen en tarafsız CIA anlatımlarından biri olduğunu söylüyorlar. Oldukça sürükleyici heyecanlı her bölümün sonunda  “ha... nasıl yani?... “ dedirten bir dizi. Nefessiz izleniyor. Oyuncular çok iyi. Özellikle ajan Saul Berenson ve Çavuş Brody kendinizi kaptıracağınız kadar güzel oyunculuk sergiliyorlar. Ama çılgın  bakışlı ve rozetini kaybetmemek için aslında psikolojik problemleri olduğunu saklayan yarı deli Ajan Carrie şimdiye kadar en sinir olarak izlediğim karakter. Histerik acımasız kaba istediğini elde etmek için kendini bile kullandırtabilen Carrie’nin insani yönünün de olduğunu anlatmaya çalıştıkları bölümler inandırıcılıktan olabildiğince uzak. Yani oyunculuk inandırıcı aslında ama ben baştan  gıcık olarak izlediğim için bana etki etmedi.

 Hani dizi izlerken iyi ve kötüler ya da kötülükle iyilik arasında gidip gelen karakterler vardır ve kendinizi o taraflardan birine yakın hissederek seyredersiniz ya. İşte benim için hiçbir karaktere zerrece yakınlık hissetmeden gergin ve stresli bir şeklide izlediğim ama saatlerce dikkatim dağılmadan bir türlü bırakamadan izleyebildiğim bir dizi.

Gerginliğim ve öfkem dizideki karakterlerden ve konulardan bağımsız olarak hayatın içinde yaşanan gerçeklereydi aslında. Konunun siyasi yönünden tamamen bağımsız olarak içinde ki insan unsuruna odaklandım. Kameralarla bilgisayar akranları ile projeksiyonlarla donatılmış bir odadaki bir avuç insan, operasyon yaparak belki de  hiç görmediği sokaklarda, evlerde şehirlerde ki hiç tanımadığı insanların hayatları üzerine karar veriyor. Kendisinde tanrısal bir güç vehmederek başka insanların kaderini belirlemeye soyunuyor. İşte bunların bunca kolaylıkla yapılabilmesinin dehşetini yaşadım dizi boyunca.

Bir bilgisayar oyununda bile gösterilmeyecek fütursuzlukla canlı insanların hayatları üzerine karar veriliyor. Bir düğmeye basılarak onlarca insanın hayatına son veriliyor. Bu durum konunun her iki tarafında ki unsurlar için de geçerli. Bir bunu modernizm adına yaparken diğeri din adına yapıyor.

Dizi yoğunlukla Afganistan üzerinden ilerliyor. Arka planda ise CIA ajanlarının ayak oyunları planları birbirlerini saf dışı etmek için çevirdikleri dolaplar da işleniyor. İnsan hayatının gerçekten hiç önemi yok. Rakip gördüğü ajanın planını boşa çıkarma uğruna kendi adamlarını harcamaktan bir an bile tereddüt etmeyen güç unsurlarının , binlerce hatta milyonlarca insanın hayatının üzerinde söz sahibi olmaları dehşet verici.

Afganistan’da ki cani ilkel insanların, takım elbise kravat giymiş modern versiyonları ile dolu kurumlar. Aslında modern dünya ile savaşa giren fundamentalist teröristlerle mücadele edildiği  iddiası ile insanlar vahşi uygulamalara ikna edilirken, arka planda hangi pazarlıklar var? Ekmek bulamayan insanların yaşadığı ülkeler silaha verilecek bunca parayı nereden buluyor? En ilkel koşullarda yaşayan insanlar en modern silahlara arabalara savaş araçlarına nasıl ve hangi yollarla sahip olabiliyor. Öyle ya bu silahlar internetten alınıp kargo ile eve gelecek ürünler değil ki. Büyük  bir Açıkhava silah fuarına dönüştürülen coğrafyalarda hangi savaş  araçlarının performansını kimler test ediyor. Tabi  milyonlara mal olacak performans testlerini maliyetsiz bir şekilde gerçek insanlar üzerinde denemek ne kadar da konforlu(!)  modern (!) ülkeler için.

Şu anda dünyanın dengelerini değiştirecek olaylar yaşanırken acaba arka planda ne anlaşmalar yapıldı kimler neler kazandı bilmiyoruz. Gün gelince öğrenebilir miyiz? Onu da bilmiyorum.

Tabi dizi tüm bu sorularıma cevap vermekten uzak. Homeland  bana cevaplar değil sorular verdi daha çok. Ama Homeland güzel ve konunun meraklılarının mutlaka izlemesini tavsiye edebileceğim bir dizi.

29 Ağustos 2021 Pazar

KEZBAN PARİS'TE

 


Bizim Kezban Bacı kendini parklara bahçelere vurdu. Ayakları yere basmıyor.

Neden derseniz, yeni yeşil şapkasından dolayı. Kendisi, Kezban Paris’te filminde ki Hülya Koçyiğit havalarına girdi.

Hatırlarsınız köylü kızı Kezban’ı kalantor işadamı Hulusi Kentmen elinden tutarak oğluna layık bir genç kıza dönüştürür. O zamana kadar kızın yüzüne bakmayan Ayhan(İzzet Günay) birden Kezban’a deli divane olur. Benzeri birçok film var var aslında. Türkan Şoray’ın oynadığı bir filmde de benzer bir konu işleniyordu. Sokaklarda şarkıcılık yapan Türkan Şoray gazinocular kralı tarafından keşfedilince kısa bir eğitimden geçirilerek salon hamfendisi kıvamına geliyordu.

Kısa bir eğitim dedim, çünkü gerçekten de kısa bir eğitim. Bir oturup kalkmayı öğreten görgü hocası ermeni madama, bir nota öğreten şan hocası, bir de dans hocası tamam. Birkaç haftaya kalmadan Türkan Şoray Türk Sanat musikisi divasına dönüşüveriyordu.

Müzik konusunda verilen tavsiye neticesi “Mozart'a hayranım”,” Chopin çok severim”,” Çaykovski'yi iyi bilirim konken kankam olur”  kıvamında birkaç kelam, uzun ağızlık ile içtiği sigara ve şuh bir gülüşle müzik otoritesi uzmanların aklını başından alıyordu.

Evet, ambalaj ile değiştiğini sanan kenar mahalle ya da köylü dilberi kadar onun ambalajına bakıp kalitesini anlayamayan sosyete mensupları da enteresan. Ha belki de sosyete ya da müzik otoritesi geçinen insanların da kalibresi o kadar.

Hayır, maksadım o insanları aşağılamak değil asla. Söylemek istediğim ülkemizde ambalajın görüntünün içeriğin önüne geçmesi kadar buna inanan insanların fazlalığı.

Bunlar filmlerde elbette de reel hayatta da benzeri şeyler yaşamıyor muyuz?

Farklı yaşam tarzlarına sahip insanlar kendilerini semboller ve belli pratikler üzerinden ifade ederken işin değerler boyutuna girmeye hiç gerek duymuyorlar. Hatta bunu bırakın aynı ambalaja ve sembollere dâhil olmayan herkesi acımasızca  aşağılayarak nefret kusuyor. Acıklı bir durum. Biçim her zaman içeriğin önünde maalesef ülkemizde.

Ha ne diyordum ben aslında?

 Kezban Bacı yeni şapkasını pek beğendi. Onu başına geçirdiği andan beri oturması kalkması konuşması değişti. Pek bi kibar hanım hanımcık.

O öyle de bizi pek de ikna edemiyor. Biz içinde ki Kezban ne zaman yeniden, Şahika Koçarslan’lı gibi  “yetti beaa”  diye  bağırarak ortaya fırlayacak onu bekliyoruz.


7 Haziran 2021 Pazartesi

MAFYAN MI VAR DERDİN VAR

Kurtlar Vadisi ile başlayıp yıllardır emek emek örülen dizilerimiz sayesinde sonunda Dünyaca ünlü bir Marka sektörümüz oluştu. Hani Amerika farklı ülkelerin kültürel ürünlerini alıp dönüştürüp tüketim malzemesi haline getirerek ekonomik pazar oluşturuyor ya. Biz de aynen öyle yaptık. Dünyaca ünlü İtalyan mafya kültürünü aldık, güncelledik kültürümüz ve geleneklerimizle yoğurup yepyeni bir formata soktuk. Herhalde hiçbir ülkede mafya bu kadar itibar kazanıp rol model haline gelmemiştir.

Şu mafya dizilerimizi gördükçe göğsüm iftiharla kabarıyor. Allah’ım o ne kalite! O ne nezaket!  O kadınlardaki zarafet! Yok, yok kelimelerle anlatılmaz. Resmen aristokrat İngiliz aileleri gibi. İtalyan mafya aileleri dizlerini dövüyordur “biz neden bunca geri kaldık “diye. O elinden yağlar akarken, küçük dili görünecek şekilde kahkahalar atarak, elindeki tavuk budunu kemiren mafya babalarımız gitmiş, takım elbise kravatla masada oturup, 20 tane çatal bıçağı yerli yerince kullanarak, yanlarındaki zarif hanımefendilerle, kibar kibar yemek yiyen, beyefendi mafyalar çıkmış ortaya. Bir de nasıl duygusallar, nasıl nezaketliler.

Sıradan insanımızın bile yeni içselleştirdiği psikoterapi seanslarına sektirmeden giden, zaaflarını korkmadan dile getiren, kendi ile barışık özgüvenli mafya babaları kaç ülkede var Allasen. Arkasında adamları vokal yaparken şarkı söyleyerek sokaklarda gezen, merdivenlerden hoplaya zıplaya inerken topuklarını birbirine vuran mafya babası tiplemelerini  yakın zamanda, Singing in The Rain filminde ki yağmur altında kült dans sahnesi benzeri sahnelerde de görsem şaşırmayacağım artık. Yalnız benim bildiğim, mafya babaları gücünü korkutucu gücünden ve yaydığı dehşetin caydırıcılığından alır. Bu tipler nasıl mesleklerini icra edebiliyorlar ilginç doğrusu.

Kim bilir belki de yanlarında ki Kuşçu ya da Ramiz dayı gibi yan karakterlerle yaşadıkları mistik ilişki sayesinde farklı bir güç formatı geliştirmişlerdir.

Haa dizi karakterlerinde gördüğümüz mafya babaları reel hayatta da rol model olarak arz-ı endam etmeye başladı. Bir Köroğlu gibi ortalığa atılıp kanaat önderine dönüşen mafya babalarımız var artık. Pardon babalarımız diyerek çoğul konuşuyorum ama inanıyorum ki yakın zamanda bunca itibar gören rol modelimize özenerek yeni yeni simalar piyasaya arz-ı endam edecektir.

Yalnız piyasaya yeni çıkacakların işi zor. Her hafta yeni bir kitabın tanıtımını yapan sembolizm üzerine zihin egzersizi yapmaya zorlayan bir rol modelden bahsediyoruz. Klasik tiyatro tiratlarına gönderme yapan, psikanalizden bahsedip sosyal psikolojiden dem vuran, bilimsel yöntemlerle kriz yöneten bir karakter söz konusu.

 Hadi film veya dizi karakteri olsa neyse de gerçek hayatın içinde bunu sürdürebilmek çok zor. Çıta çok yükseldi çook…

Bu gidişle organize suç örgütleri arasında yaşanacak kavgalar çıkar çatışması ya da alan ihlali gibi sebeplerden değil de daha yüksek fikri ayrışmalarından yaşanacaktır. Mesela Frankfurt Okulu ekolünü savunan guruplarla Chicago Okulu Ekolünü savunanlar arasında taşlı sopalı sokak kavgaları yaşanırsa şaşırtıcı olmaz benim için.

Ha birde nasıl ki her meslek gurubuna yeni unvanlarla hitap ediyorsak (mesela kapıcı yerine apartman görevlisi, tezgâhtar yerine satış elemanı, sekreter yerine yönetici asistanı gibi) mafyaya da artık organize suç örgütü diyoruz. Tabi mesleki donanım yanında unvan konusunda da çağa ayak uydurmak lazım.


Gir bir mafyaya çoluk çocuk hayatın kurtulsun. Aile babası olacaklar için ideal meslek. Artık kız babaları sorar.

-Efendim oğlunuz ne işle meşgul?  

-Beyefendiciğim, kendileri henüz yeni mafyaya intisap ettiler. Orda kariyer planlıyorlar

-Hangi pozisyondalar efendim?

-Şimdilik çek senet tahsilatı konusunda eğitim alıyor ama yakın zamanda otopark değnekçiliğine terfi etmesini bekliyoruz. Çok zeki, gözü açık, becerikli bir gençtir. Uzakdoğu dövüş sanatları ile beraber her türlü silah konusunda  kendini geliştirme çabasında efendiciğim. Ayrıca Sosyal psikolojide algı yönetimi ve kara propoganda yöntemleri üzerine çalışmaları mevcut.

-Oh maşallah maşallah ideal damat adayı.

-Yani beyefendiciğim hanım kızımızı saraylarda yalılarda yaşatacağımıza yatlarda limuzinlerde gezdireceğimize emin olabilirsiniz…

Efendim bu milletin mafyası bile böyleyse, bu milletin sırtı yere gelmez evelallah.

  

3 Nisan 2021 Cumartesi

HOW TO GET AWAY WİTH MURDER


CİNAYETTEN NASIL KURTULURSUN?

Birinci adım: Tanıkların itibarını sars.

İkinci adım: Ortaya yeni bir şüpheli sür.

Üçüncü adım: Kanıtları göm. Jüriye o kadar çok bilgi ver ki görüşme odasına giderken tek bir şey hissetsinler; Şüphe…

Cinayetten işte böyle kurtulursunuz…

Peki, bunları uygulayabilmek için neleri yapabilirsin? Şantaj, tehdit, sahte evrak düzenleme, manipülasyon, hırsızlık, sahte delil yerleştirme ya da hepsi.

Ünlü bir ceza avukatı olan ve aynı zamanda Middleton Üniversitesinde kriminal savunma dersi veren Analissa Keating ve öğrencileri arasında kurgulanan heyecanlı bir dizi.

Uzun dizi listemin en sonunda ki How To Get Awey With Murder’a uzun bir süre başlayamadım. Hatta listeme aralarda başka diziler de ekledim. Sezon ve bölüm sayısının çokluğu gözümü korkuttu açıkçası. En sonunda “seni yeneceem” diye izlemeye başladığım dizi soluk soluğa izlediğim bir türlü başından ayrılamadığım bir maratona dönüştü.

Olay örgüsü çok sağlam kurgulanmış devamlı ters köşelerle ilerliyor. “Aa evet çözdüm” dediğiniz yerde denklem sizi yeniden en başa götürüyor. Hatta bir spoiler vereyim aralarda flashback sahneler,  ipucu vermekten çok ters köşe yapmaya yönelik.

Hukukun açıklarını zayıf noktalarını çok iyi bilen kişiler eliyle nasıl eğilip bükülebileceğini, insanın hayatının bozuk para gibi harcanmasını ya da suçluyu suçsuz gösterebilme illüzyonunu görmek dehşet verici geldi bana. Ayrıca Amerikan hukuk sistemine özgü jüri üyelerini manipüle edebilecek yöntemlerin nasıl kullanıldığı, anlaşma ile adam satıp arkadaşının üzerine suçu yıkmanın adam ispiyonlama olarak görüldüğü doğu toplumlarına nazaran nasıl kurumsallaştığını görmek de garip geldi doğrusu.

Dizinin karamsar ve boğucu bir atmosferi var. Zaman zaman şöyle bir dışarı çıkıp güneşi görme ihtiyacı hissettiriyor. Oyuncular ama özellikle başrol oyuncusu Viola Davis çok iyi bir iş çıkarmış. Yoğun duygu geçişlerini çok iyi veriyor. Kaba küstah, cesur, manipülatör, … Ama bir yandan da merhametli koruyucu, hassas ve naif bir insan. İyi ya da kötü güzel ya da çirkin diye tek bir şekilde tanımlayamayacağınız bir karakter. Banyo zemininde salya sümük kıvranarak ağalarken dibe vurdu artık dediğiniz kadın bir anda mahkeme salonunun tozunu atan gözünü kırpmadan adam harcayan bir dişi ejderhaya dönüşüyor. Cesur korkusuz küstah Annalisa bir anda annesinin göğsünde adeta yetim bir köle kız Annamay olarak ağlıyor.

Diziyi bunca iyi yapan şeylerden biri de salt iyi ya da kötü karakterlerin olmaması. Diğer karakterler de öyle. Dizi iyi ve kötülerin arasında ki değil, insanın kendi  içindeki iyilik ve kötülük mücadelesini anlatıyor. Bu karakter iyi mi acaba kötü bir insan mı karar veremiyorsunuz. Evet, gri alanlarda ama daha çok grinin koyu alanlarında hatta füme rengi diyebileceğimiz bir skalada ilerliyor.

Annalisa Keating’in  Pover Suit takımlarına, aksesuarlarına ve peruklarına bayıldım. Karakteri çok iyi destekleyen bir stayling yapılmış. Ayrıca Viola Davis güzel mi çirkin mi bir türlü karar veremedim. Bazı sahnelerde büyüleyici bir kadın, bazı zamanlar ise çirkin diyebileceğim bir kadın. Başka filmlerinde vasat diye gördüğüm kadın burada bambaşka bir insana dönüşmüş. Galiba oyunculuğunun gücü.

Bizim çaylı kahveli ikramlı ağlamalı sarılmalı altın gününden hallice terapi sahneli dizilerimize alışkın olanlar için ağır gelecek terapi sahneleri var ki ben bayıldım. İzleyeni bile yerden yere vuran sert diyaloglarla çok başarılı terapi seansları işlenmiş.

Dizinin konusuna gelince Middleton Üniversitesinde kriminal savunma dersi veren Analissa Keating her sene öğrencilerinin arasından seçtiği dört kişiye davalarında yardımcı olma şansı verir. Bu ekip mezuniyetlerinden sonra Profesörün avukatlık bürosunda işe girme şansına da sahip olacaktır. Bu dört kişiye ilave olarak yedek listeden bir kişiyi de guruba ekler Annalisa Keatin. Son eklenen bu öğrenci olayları başlatan ve devamında da kilit rolde olacak olan Wess’dir. Derslerde profesörün sorduğu sorulara verilen cevaplarla seçilen öğrenciler hayatlarının şansı olacağını düşündükleri seçimin hayatlarının kâbusuna dönüşeceğini bilemezler elbette. Ve aslında bu öğrenciler rast gele ya da zeki oldukları için değil çok daha derinlerde ki sebepler yüzünden seçilmişlerdir.

Olayların örgüsü son sezona kadar çözülmeden devam ediyor. Ama açıkçası finali biraz zayıf buldum. Nefes kesici ilerleyen diziye yakışmayan sönük bir bitiş olmuş. Konunun kilit noktası biraz daha derinlikli incelenebilirdi.

 

27 Mart 2021 Cumartesi

PEMBE SALONDA TERAPİ

 

Ay ay aman kimler gelmiş kimler gelmiş… Buyrun buyrun… Salona geçelim… Ayakkabılarınızı sağ tarafta ki ayakkabılığa koyabilirsiniz…

-Hadi buyrun…

-Ay hayatııım ne güzel olmuş salonun...

-Şu pembe koltuklara ba-yıl-dım…

-Duvarları saten boya mı yaptırdın? Aaa bu duvarı da  kâğıt kaplama yaptırmışsın…

-Lila rengi perdeler de koltukların pembesine çok yakışmış.

-Hayatım hepsi sizin için. Tüm dekorasyonu sizin zevkinize göre yeniledim. Biz de hizmette sınır yok. Hadi bakalım tabakları elinize alın, açık büfe ikramlara buyurun.

-Aman aman mercimek köfte mi bu? Bayılırım…

-Ay aşk olsun, portakallı kek de yapmışsın. En sevdiğim…

-Profiterolün sosunuda mı sen yaptın hayatım?

-Ay afiyetler olsun canlarım. Hepsini sizin için ellerimle yaptım. Bakın böreğin yufkası hazır değil evde açtım onu da mis gibi. Kısır arkada kaldı biraz. Masa çok dolu olunca. Ondan da almayı unutmayın.

***

-Herkes ikramlarını aldıysa gurup terapisine başlayalım arkadaşlar.

-Dur Hocam çayları bir tazeleyelim o zaman başlarız.

-Tamaam, çaylar da tazelendi toplu terapiye başlıyoruz arkadaşlar.

            


    -Buyurun Kezbananımcım sizden başlayalım. Bu hafta görümceniz ile olan sorununuzun kökenine inelim. Bir de homevörkünüzü yaptınız mı?

-Tamam, hocam ben başlıyorum. Görümcem ile sorunumun kökeni taa beni istemeye geldikleri güne dayanıyor. Kendisi o zaman evde kalmış bir kız kurusu olduğu için benim üzerimden komplekslerini tatmin etti. Mis gibi bol köpüklü kahve yaptım. O kadar güzel oldu ki. Ama onun kahvemi içerken kayınvalideme yaptığı imalı göz işaretini bir görseydiniz.  O bende travma yaptı. Şimdi kahvelerim eskisi kadar köpüklü olmuyor. Gece kâbuslarıma giriyor.

-Hımm anlıyorum canım. Peki, homevörkünü yaptın mı?

-Yaptım hocam. Aynen dediğiniz gibi.  Geçen akşam ailece görümcemlere yemeğe gittik. İçli köfte yapmış. Tereyağında da kızartmış. “Ay ablacığım ben yiyemem ki onu. Ellerine sağlık ama benim kocam senin ki gibi anlayışlı değil. Yarım kilo alsam hemen fark ediyor. Hem de biz tereyağı kullanmıyoruz. Ayvalık’tan organik taze zeytinyağı getirtiyoruz. Pahalı oluyor biraz ama, tabi sağlık daha mühim” dedim. Nasıl bozuldu anlatamam.

-Afferin Kezbananımcım. Ne güzel yapmışsınız. Hem kilolarına gönderme de bulunmuş hem de mali vaziyetinin sizden geri olduğunu hatırlatmışsınız. Peki, şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

-Çok iyiyim Hocam. İçimin yağları eridi valla o kart karının yüzünde ki ifadeyi görünce.

-Tamam, Kezbananımcın haftaya yine bekliyorum sizi. Bu sefer kuzeninin oynarken bebeğinin kırmasının sen de yarattığı çocukluk travmasını konuşacağız.

-Evet, Ferdanımcım size gelelim. Bu hafta komşularınızla neler yaşadınız?

-Hocam televizyonun sesini yine fazla açıyorlar. İzledikleri dizinin tüm sesi bizim evde. Kendi izlediğimiz diziyi duyamıyoruz valla. Bu hafta esas oğlanın sevdiği kızın kim olduğunu öğrenecektik. Komşu yüzünde duyamadım. Ben de aynen değdiniz gibi yaptım. Dibi delik çöp torbası ile üst katın merdivenlerinden çıkıp indim. Tüm merdivenler leş gibi oldu. Kapıya geldi “ayol ben ne bileyim kim batırdı senin merdivenlerini? ”dedim.  İnanmadı ama ispat edemedi tabi.

-Çok iyi Ferdanımcım gittikçe gelişme kaydediyorsunuz. Üzerinizde ki çekingenliği atmaya az kaldı. Bu hafta komşuya çemkirmek için nefes egzersizlerini de unutmayın. Diyafram çalışın bol bol. Bir daha ki haftaya iltifat eder gibi hakaret etme yöntemlerini paylaşacağım sizinle.

-Allah razı olsun Hocam. Siz olmasanız ben napardım. Kocam bile bende ki gelişmeyi görüyor.  “Noldu sana Ferdam?  Sen sessiz sakin bir kadındın meğer içinde ne güçlü bir karakter varmış” diyor.

-Evveeet Safiyenımcım siz nasılsınız bu hafta. En son eltinizle olan yarışınızda geri kalmanın travması ile boğuşuyordunuz.

-Evet, Hocam bu eltim beni ne çok ezikledi bir bilseniz. Onun yüzünden yaşadıklarımı bir ben bilirim inan olsun. Bakın geçen gün, kayınvalidemin altın gününde yardım etmek için gittik ikimiz. O aldı eline telefonu, dudaklarını büze büze poz veriyor. Akşam kocasına dicek ki “annene yardıma gittim.”  Valla Hocam bir bardak çayı bile doldurmadı. Ben giderken iki tepsi de ikram götürdüm. Bir de mutfakta bütün servisleri hazırladım. Çayları doldurdum. Tam tepsiyi alıp içeri servis edeceğim. Eltim elinden telefonu bıraktı elimdeki tepsiyi çekip aldı, beni de kenara bir itti ki tezgâha çarptım. Sonra da tüm işleri o yapmış gibi gitti çay servisi yaptı. Kayınvalidemin arkadaşları diyor ki “Fatmaanımcım  ne şanslısın böyle hamarat gelin dostlar başına.”  Hırsımdan dudaklarımı dişlemişim de kanayınca fark ettim.

-Tamam, Safiyanımcım o zaman bu haftanın homevörkü şu olsun. Buradan çıkınca doğru Dere boyu caddesine gidiyorsun Ora da Aynalıkavak Bijuteri var. Aynı altın görünümlü, Trabzon çift burma bileziklerden üç tane alıyor, akşam da kocanı koluna takıp eltine gidiyorsun. Kısa kollu bir şeyler giy de bilezikler iyice görünsün. Hararetli el kol hareketleriyle bir şeyler de anlat. Bakalım eltin ne yapacak. Sen de biraz rahatlarsın onun yüzünde ki kıskançlığı görünce. Yatarken de bir papatya çayı iç. Bebek gibi uyursun. Haftaya da gel Kayınvalide ile iletişim tekniklerini çalışalım.

-Ay Hocam Allah razı olsun. Allah ne muradın varsa versin. Allah ayağını taşa değdirmesin. Tuttuğun altın olsun. Çift çubuk sahibi olasın, dal budak salasın. Çiğer acısı görmeyesin. Ocağın küllensin bahçen güllensin. Ömrün uzun kısmetin gür olsun. Sen olmasan biz napardık. Canım hocam

-Tamam, arkadaşlar sizde çok sağ olun. Beni sizler varettiniz. Ben bir şey yapmıyorum ki. Siz kendiniz içinizde ki güçlü kadını çıkarıyorsunuz. Ben sadece size yol gösteriyorum.

-Ah Hocam öyle demeyin. Siz olmasaydınız biz hiç birini yapamazdık.

-Tamam arkadaşlar. Şimdi kahvelerimizi içelim. Çıkmadan öce çeyrek altınları da toplamayı unutmayalım. Haftaya gurup terapimizi de Kezbananımcımda yaparız.

 

15 Mart 2021 Pazartesi

ELLE GELEN…

Çin Hükümdarlarında biri bir gece dehşetli bir rüya görür. Rüyasını tabir ettirmek için o zamanın astrologları diyebileceğimiz müneccimleri çağırtır.

Tüm müneccimlerin yorumu ortaktır.

-Hükümdarım derler, yakında günlerce süren bir yağmur başlayacak. Bu yağmur derelere kuyulara karışacak ve bu sulardan içenler delirecek.

Hükümdar dehşet içinde kalır. Bu yağmuru engellemenin bir yolu yoktur elbette. Saray danışmanlarıyla uzun süren tartışmalar ve fikir alışverişleri neticesinde bir çözüm bulunur.

Çok büyük sarnıçlar yaptırır hükümdar. Bu sarnıçlarda su depolanır ki bu sular, uzun bir süre saray halkının ihtiyacını karşılayacak seviyededir.

Bir süre sonra korkulan yağmurlar başlar. Günlerce sürer, ara vermeden yağar yağar yağar. Yağmur suları göllere nehirlere kuyulara karışır. Bu sulardan için halk birer ikişer delirmeye başlar. Saray haklı bu sırada önceki biriktirilen sulardan kullanmakta ve dehşet içinde olanları seyretmektedir.

Yalnız bir süre sonra enteresan bir durum ortaya çıkar. Deliren halk, her türlü kuraldan azade, coşkuyla sokaklarda kahkahalar atarak dolaşmaktadır. Bir süre sonra saraya sığınmış, kapıları pencereleri sımsıkı kapatmış, korkuyla bakan saray halkını hedef alır coşkulu kalabalıklar.

Sarayın etrafında toplanarak “bunlar deli” diye saray halkını tacize başlarlar. Ve gittikçe büyür sarayın etrafındaki kalabalık. Bir süre sonra saraya yumurtalar, taşlar atılır, kahkahalar çığlıklar eşliğinde. Fiziksel zarar verme yoktur ama alaylar, tacizler ,”bunlar deli “çığlıkları kesilmeden devam eder.

Günlerce dayanır saray halkı, lakin bir süre sonra tacizler dayanılmaz bir hal alınca, hükümdar saray halkını toplar.

Çözüm adına ne yapılacağı tartışılır, günler boyunca ve sonunda ortak bir fikirde karar kılınır.

Saray ahalisi, halkla aynı sudan içerler ve kısa bir süre sonra, sarayın sımsıkı kapalı, kapıları pencereleri açılır. Saray ahalisi de kahkahalar çığlıklar eşliğinde halkın arasına karışır

***

Uzun zamandır bloğumda iletişim yazıları yazmıyorum. İlk başlarda niş bir blog olması için yazmaya başladığım iletişim, sosyal  psikoloji vb yazılardan keyif alsam da hayatın içinden öylesine yazığım yazılar ile  kitaplar diziler filmler ve el işleri paylaşımlarım daha kolayıma geldi doğrusu.

-Hadi bakalım topla kendini biraz da ciddi yazılar yaz, diye kendime yaptığım telkinlerim neticesi” sosyal etki ve uyum davranışı” üzerine bir yazı yazmaya karar verdim.

Yukarıda ki hikaye ile başladım, sonrasında ciddi ciddi devamını getirdim.

Ve sonra bir yerde ip koptu.

Nerede derseniz; akşam haberlerinde gördüğüm bir haber, benim yazıyı bambaşka bir mecraya taşıdı.

Pandemi sonrasında iyice bunalan insanları ve ekonomiyi biraz rahatlatma amacı ile atılan normalleşme adımları sonrası, bir senenin bunalmışlığı ile halkımız meydanlara deniz kenarlarına hücum etmiş. Sosyal mesafe kuralları hiçe sayılarak meydanlar hınca hınç insan dolmuş. Hatta öyle ki İstiklal Caddesi’ne  yeni gelenlerin girişi yasaklanmış.

Pandeminin ilk başlarında obsesyona dönüşen korunma içgüdüsü ile diğer tüm önlemlerle beraber  dışarıdan gelen gıda paketlerini bile  yıkamak zorunda hisseden insanlarımız, şimdi “saldım çayıra mevlam kayıra” moduna girdiler.

Eee bu kadar insan sokaklara dökülünce de bu güzel havalarda evde takılmak işkenceye dönüşüyor tabi. Diğerlerini gören dışarı koşuyor.

Hani ne derler “Elle gelen düğün bayram”…

Peki neticesi ne olur?

Valla onu bilemem işte…

 

 

7 Mart 2021 Pazar

BACILAR USULU DEMOKRASİ

 

    DEMOKRASİ GELDİ BACIM…

Bilen bilir benim Bacıları. Benim alt benlerim. Id-Ego-Alterego gibi bilimsel benlikler değil ama. Tamamen yerli ve milli(!), kişiye özgü benler. Entel & Dantel & Domestik & Kezban Bacılar.

Uzun zamandır kavga gürültü eksildi aralarında. Şimdi İskandinav Ülkeleri ayarında bir huzur ve sükûn var. Mutlu mesut yaşıyorlar.

-Neden derseniz, aralarında Demokrasi tesis edildi. Asgari müştereklerde buluştular, Farklılıklarına tahammül etmeyi öğrendiler, birbirlerine laf sokmayı, dudak bükmeyi bıraktılar.

Kolay olmadı tabi. Senelerce didişmenin kimseye yararı olmadığını görünce mecburen oluştu bu konsesüs.

Coronavirüs nedeniyle evde kapalı kalmak da ortak bir düzenleme yapmaya mecbur etti tabi.

Gelelim son gelişmelere.

Entel Bacı; izlenecek dizileri- filmleri, okunacak kitapları ayarladı.

Dantel Bacı; örülecek örgülerin renklerin, modellerini,  iplerini belirledi.

Domestik Bacı; sağlıklı beslenme ve doğal gıdalarla ilgili bilgileri toplayıp spor programı ve günlük gıda listesini hazırladı.

Kezban Bacıııı???

O bi şey yapmadı aslında. Onun çenesini kapatıp ona buna çemkirmemesi yeterli oldu diyebilirim.

Entel Bacı, uzun zamandır listede olan NBC filmleri ile festival filmleri haftası ayarladı. Bu hafta epey şenlikli geçti bizde. Beğenen, beğenmeyen, burun kıvıran oldu. Karşılıklı yorumlar ve değerlendirmeler birbirinden farklı olmasına rağmen karşılıklı saygı ve anlayışla karşılandı. Oldukça durağan olan Nuri Bilge Ceylan filmleri Dantel Bacının renkli yünleri ve renk renk örgü modelleri ile hareket ve renk kazandığı için sıkılmadan izlendi.

Entel başta belirtti. “Bakın NBC filmlerinde yönetmen bizden aktif olmamızı bekliyor, izlemek kolay değil ama el ele bu zorluğu aşacağız arkadaşlar. Güçlüklerin üstesinden gelmek bizim işimiz. Birlikte güçlüyüz kazanacağız.”

Onun motive edici konuşması oldukça etkili oldu diyebilirim.

Hepsini de beğendiği film, Üç Maymun oldu. Yavuz Bingöl’ün oyunculuğu kötü olmasına rağmen Hatice Aslan’ın onun eksiğini kapattığı konusunda hemfikir oldular.

Kış uykusunda Haluk Bilginer İle Demet Akbağ'ın haklılıkları konusunda farklı görüşler oldu tabi. Kezban bacı Tiyatro Sanatçısı Aydın’ı bizim Entel benzetti. Haluk Bilginer (Aydın) Kız kardeşi Necla’ya (Demet Akbağ) gazete de çıkan, aydın bir din adamının portresi ile ilgili makalesini okurken, Demet Akbağ’ın attığı imalı bakışın aynısını Kezban  Bacı Entel’e atınca, bizim  Entel oldukça bozuldu.

-Ne yani ben size tepeden bakıp akıl mı veriyorum?  Sizden ayrıcalıklı ve üstün olduğumu mu iddia ediyorum?  diye sitem etti. Kezban,” ben demedim, sen dedin” diye diretti. Domestik “aa olur mu sen bizim bi tanemizsin” diye arayı buldu.

Onlar bunları tartışırken Dantel Kapadokya’daki otelin kasvetli havasına taktı.

-Ya aslında ne güzel yer. Biraz çevre düzenlemesi yapılıp bodur bitkiler ekilse, güzel bir ışıklandırma yapılıp yollara çakıl döşense şıkır şıkır olur, bu kasvetli hava dağılırdı, diyor. “Hem kimse burada temizlik yapıp toz almıyor mu?” diye de safça soruyor. Bir de Demet Akbağ'ın ve Melisa Sözen'in kazaklarının modeline bakmak için filmi ara ara durdurup, orda burda serili dantel modellerini eski bulup yorum yapmasına epey güldüler.

Onlar gülerken ne olduğunu anlamayıp şaşkın şaşkın bakan Dantelin komik haline daha da çok güldüler.  Bu kadar kasvetli bir filmde Dantel onlara akşam neşesi oldu.

Entel diyor ki;

-Bacım bu mekân filmin ruhunu yansıtmak için özellikle seçilmiş. Şıkır şıkır aydınlık temiz ferah mekânlar, aydınlık kar manzaraları, karakterlerin ruh hallerini ve ikilemlerini, birbirleri ile sancılı ilişkilerini yansıtamazdı.

Dantel anladı anlamadı bilmiyoruz ama anlamış gibi bir “hımmm” yapınca o da meseleyi anladı kabul ettik.

En şenlikli film ise Ahlat ağacı oldu.

Filmin oyuncuları çoğunlukla komedi filmlerinden aşina olduğumuz isimler. Serkan keskin. Murat Cemcir, Doğu Demirkol’u  görünce insan haliyle bir komedi unsuru arıyor filmde. Doğu Demirkol’un sahnesinde, Ölümlü Dünya’daki   Feyyaz Yiğit’in “adam beni boğdu, boğdu duvara attı. Ensesiyle bile beni dövdü”  repliğini söylediği otel sahnesi akla geliyor.

Hele Serkan Keskin’in köprüde ki meşhur tiradı sonrası resmen kahkaha attılar. Hani sonradan bir yerlere gelip, kendini ispat etme heveslisi kifayetsizler vardır ya. Onlardan birisi konuşuyor gibi hissettiler.

Doğu Demirkol’un  hafif şiveli diksiyonu tüm entelektüel konuşmalarını komediye çeviriyor. Algının ne kadar etkili olduğunu gördük aslında bu filmde. Murat Cemcir ister istemez “Düğün Dernek”  filminde ki ya da “Kardeş Payı” Dizisinde ki rolüyle hatırlanıyor. Farklı karakterlere başarı ile bürünen oyuncular yok mu? Elbette ki var ama bu filmde olmamış.

Entel diyor ki; aslında algılar duygularımızda çok belirleyici. Birkaç arkadaşla Sümela Manastırı'nı gezip indik. Karnımız acıkmıştı bir restoranda oturup bir şeyler yiyelim dedik. Arkadaşlar Laz böreği sipariş verdiler. Börek geldi. Arkadaşın birinin  Laz böreğini ısırması ile öğürmesi bir oldu. Meğer o Laz böreği deyince tuzlu bir tat beklemiş. Ama ağzına yumuşak tatlı bir lezzet dolunca neye uğradığını şaşırıp tiksintiyle öğürmüş. Ona çok güldüydük. Bu film de aynı hissettirdi. Oyuncuları görünce insan komedi unsuru beklentisine giriyor. O kadar havalı entel replikler, oyuncuların algısına kurban gittiği için etkisini kaybedip ne olduğu belli olmayan bir yöne evriliyor. Yanlış  kast seçimi filmin beklenen etkisini alıp götürmüş.

Diğerleri de Entelin bu yorumuna katıldılar tabi. Ama tabi bu Bacıların yorumu.

"Bir zamanlar Anadolu’da", " Mevsimler" ve "Kasaba" filmlerini fazla yorum yapmadan izlediler.

Sonrasında tematik film  kuşağı yapıyoruz diye Entel’in arka arkaya hazırladığı, daha önce seyrettikleri Çağan Irmak filmleri yeniden izlediler. Deniz kenarı olmasa da Çağan Irmağın filmlerinin geçtiği Ege kasabalarında aşina oldukları çocukluklarının izlerini gördükleri için yeniden izlemeyi dert etmediler hatta daha da mutlu oldular. Arada bir dalıp dalıp gidip, zaman zaman dolan gözlerle seyrettiler.

Daha başka birçok yerli ve yabancı festival filmleri ile beraber eğlenceli  Hollywood komedi ve aksiyon filmlerini de listeye koyan Entel, diğerlerinden gelen tebrik yorumlarını mutlulukla kabul etti tabi.

Amigurumiler daha dikkatli bakmayı gerektirdiği için, bu sırada sesli kitap dinlemeyi tercih ettiler.

Uzun zamandır okunmayı bekleyen Kürk Mantolu Madonna ilk sıraya alındı.

Kitabın edebi dili, anlatımındaki akışkan kıvraklık, betimlemelerde ki hayranlık verici gerçekçilik, duygu durum hallerini anlatmada ki ustalık, bizimkilerin hayranlığını kazandı. Adeta nefes almadan dinlediler.

Ama kitap sona yaklaşıp Raif Efendi'nin istasyonda kızını görme sahnesine gelince Kezban patladı.

-Ay bu Raif Efendi mıy mıy içimi kıydı. İnsan kızının arkasından gitmez ne olursa olsun sevdiği kadının hatırasına sahip çıkmaz mı ya?  Üstelik o kız çocuğu senin de sorumluluğun.

Demestik de diyor;  ki Seviyorsan git söyle beyim. Ne bu hassas kalpli kırılgan adam pozları. Buralarda iş yapıyorum diye kendini kandıracağına, git sevdiğini yanına, hali nedir diye bir sor. Mektuplarının arası uzamış da, eskisi gibi uzun uzun yazmıyormuş da, artık dili sanki bir yabancı gibiymişim miş de. İnsan her şeyi bırakır gider sevdiği kadının son günlerinde yanında olur. Sorumluluk alır. Sonrasında da kaderine küsmüş triplerine girip, ailesine de yeterli özeni göstermemiş. Onlara da yabancı gibi davranmış.

Entel de diyor ki;  Aslında Raif Efendi sorumluluklarından kaçıyor. Seçimlerinin sonuçları ile yüzleşmek istemiyor.  Savaşmak yerine kaçmayı, yüzleşmek yerine saklanmayı tercih ediyor. Hayatta ki başarısızlıklarını başkalarına fatura ederek kurbanı oynamayı tercih ediyor.  İş yaşamında uğradığı haksızlıklar karşısında hakkını aramak yerine, öğrenilmiş çaresizliğe sığınarak konfor alanından çıkmıyor.

Kezban yine atıldı

-Ya bacım amma da boş yaptınız, bu roman. Yani kurgu kurgu…

-Eee en başta sen yorum yaptın ama, diyen Dantel’e de; "e canım böyle adamlar yok mu?" diye üste çıktı Kezban

Hemen arkasından Stefan Zweig’in “Bilinmeyen bir Kadının Mektubu” eserinde de benzer bir konu denk gelince bu sefer Domestik dayanamadı

-Ay Bacım seviyosan adamın karşısına çıkıp söyleseydin, ya da sonrasında da konuşmasaydın. Adam nereden bilsin. Sonra da yazar, ömür boyu vicdan azabı çeksin diye “çocuğumuz öldü, ama senden bir şey istemiyorum ve suçlamıyorum” diye trip atıyorsun.

Sonrasında  Gülseren Budayıcıoğlu'nun Madalyonun İçi, Hayata Dön,  Camda ki Kız ve Kral Kaybederse kitaplarını dinledikten sonra biraz Kırmızı Oda takıldılar.

Dantel diyor ki;

Gülseren Hanım danışanlarına fisebilillah mı hizmet veriyor? Neden her hasta ona bu kadar yağ çekme ihtiyacı hissediyor?  Yoksa hizmet verme değil de el uzatma, aşağı görüp yardım etme hissi oluşturarak minnet duymalarını mı sağlıyor?

Entel diyor ki; bence Gülseren Hanımda bir meslektaşından yardım almalı. Kurgu karakterlerde olsa başkalarının ağzından kendisini bu kadar övmesi, kendisine hayran karakterler yaratması normal olmayan bir psikolojiye işaret ediyor. Sanki değersizlik ve güvensizlik var. Kesin onun da çocukluğuna inilmeli.

Domestik, yazarın sık sık sözünü ettiği Kader Motifine taktı. “Baksana Entel, sen bu motifi örebilir misin?” Diye soruyor. Dantel de” fotoğrafını görsem kesin örerim ama tarifi varsa öyle de bir denerim “ diyor.

Tabi kitap seansaları bunlarla bitmedi. Örgüler üretildikçe kitaplar arka arkaya dizildi. Reşat Nuri ve Halide Edip Adıvar’ın arada okunmamış kitapları ile beraber bazı okunan kitapları yeniden dinlendi.

Stefan Zweig, Bulgakov, Puşkin Ve Gorki’den birçok hikâye dinlediler. Zülfi Livaneli’nin “Serenat” Kitabında ise gözyaşlarını tutamadılar.

Tüm bu zamanlarda Domestik ise eskisi gibi, sarmalar- dolmalar, pastalar- börekler yerine hafif salatalar yapmayı tercih etti. Doymamış yağ içeriyor diye kavrulmamış kuru yemişleri tane ile sayarak, günün belli saatlerinde ikram etti. Meyveleri bile yarım yarım doğrayarak meyve salatası yaptı. Günde bir fincan kahvenin yanına sadece üç dilim Hoşbeş gofret verdi. “Şöyle bir baklava ve patlıcanlı açma börek mi yapsak?”  diyen Dantele “Dünya da olmaz. Tüm gün evde oturup bir de baklava börek gömseniz ne olursunuz? " diye çemkirdi. Yine de kıyamayıp fırında ayva tatlısı pişirerek günde sadece yarım dilim de olsa ikram etti.

Evde sıkılmamak için de komşuculuk oynadılar. Nasıl mı? Evin bölümlerini paylaştılar, her gün başka bir odaya  birbirlerini ziyarete bile gittiler, çay kahve içtiler.

Hâsılı kelam asgari müştereklerde birleşip, güzel geçinmenin yolunu bulunca da huzur ile beraber, çok verimli zaman geçirdiler efendim.

             Artık bahar gelip havalar güzelleşince bizimkiler de parklara bahçelere attılar kendilerini, hava almaya çıktılar.

            Görelim bakalım yeni mevsimler Bacılara neler getirecek


            Bacıların eski maceralarını merak ederseniz...

hüzünlü mevsimden sıcak gülümseme

                                   Dantel devriminin ardından                                                                                                                 Evde sıkıyönetim ilanı                                                                                                                       Bacılara bahar geldi

                                                                     KİM KİMDİR?

Entel Bacı


Domestik Bacı

Dantel Bacı

Kezban Bacı