17 Nisan 2020 Cuma

SEVGİLİ LEYLAKLARIM



Sevgili günlük bugün çok mesudum…

Günlük tutsaydım bugün yazmaya böyle başlardım. Ortaokul dönemlerimde ki birkaç başarısız denmeyi saymazsam,  hiç günlük tutmadım. Öyle olunca da sevgili günlük diyemiyorum ama… Bak bunu diyebilirim…

Sevgili bloğum bugün çok mesudum…

Yukarıda gördüğünüz leylak demeti var ya? Tam üç senelik bir özlemin nihayete ermesi demek.

Birkaç sokak aşağıda, iki katlı bir evin yanında ki arsada, bir leylak ağacı ile erik ağacı var. İşte üç senedir leylaklar açtığı zaman, o leylak ağcının etrafında kedi gibi dolaştım. Kapıda pencerede bir Allah’ın kulunu görsem, ağacın sahibini sorup izin isteyeceğim. Ama yok… Yok… Kimseler yok…

Ağacın sahibi var mı onu da bilmiyorum aslında. Zira bahçemsi o arsaya, evden açılan bir kapı vs. yok. Kapı sokak tarafında kalıyor. Sahipsiz bir ağaçtır diye düşünmeme ise, arsanın etrafında ki iki sıra tuğladan örülen duvar, mani oluyor. İzinsiz koparabilmem mümkün değil.

Her leylak zamanı, aşeren kadınlar gibi canım leylak çekti. Mübarek, çiçekçide satılan bir şey de değil ki gidip alayım. Beyaz dut gibi narin o da. Pazarlamaya gelen bir ürün değil.

Bu leylak aşkı çocukluk günlerimden kalma. Biz apartman çocuğu idik ama etrafımızda bolca bahçeli yer evlerinin olduğu, sokaklarda büyüdüm. Sarmaşık gülleri ve hanımelleri ile kaplı kapılardan girilen yer evlerinde oturan komşularımız, ikindi serinliği çöktüğü zaman bahçelerini yıkarlardı. O bahçelerden yükselen serin buğu, sıcak yaz güneşi ile kavrulan sokakları bile serinletirdi. Çoğunlukla leylak, erik, dut ağaçlarının olduğu o bahçelerde, ağaçların altında, aslanağzı, akşamsefası, katırtırnağı çiçekleri açar, beyaz kireç boyalı saksılarda ortancalar, güller karanfiller, yaz akşamlarını baygın kokulara boğarlardı. Ha gerçi ortancanın öyle baygın kokusu yok tabi.

Her neyse,  biz oturduğumuz apartmanın balkonundan, etraftaki bahçeleri seyreder, komşu çocukları ile laflar, akşamüstü ise aşağı inerek oyunlarına katılırdık.

İşte o zamandan beri, modern apartman bahçelerinde ki ithal çam ağaçlarını, çimleri, begonvilleri, ismini bilmediğim çiçekleri sevsem de esas sevdam, o doğal samimi, kendiliğinden oluşmuş gibi görünen, Ege’nin yer evlerinin bahçeleriydi.

Neyse işte corona günleri başladı. Çoğunlukla evdeyim, ülkenin çoğu gibi. Arada bir, eldivenimi maskemi takıp, yakınlarda ki  parkura, yürüyüşe çıkıyorum. Dönerken gözlerime inanamadım. Sevgili leylak ağacımın yanında ki o evin penceresinde, yaşlı bir amca. 65 yaş üstü Coronavirüs mahpuslarından galiba. Pencereye koyduğu kırlente kollarını dayamış, etrafı seyrediyor.

Koştum hemen, boynumu büktüm ,”amca leylak toplayabilir miyim”  diye rica ettim, en yalvaran sesimle. Amca o tatlı şivesi ile

-Gopaa gızım,bi gaç dene; dedi.

-Ah amcam bana dünyaları bağışladın ya sen…

Hemen bahçeye daldım. Uzanabildiğim dallardan biraz kopardım. Amcadan utanmasam bi kucak toplayacaktım ya. Daha fazlasına yüzüm tutmadı.

Döndüm, iki senedir bahçesine dadandığım, kentsel dönüşüm için yıkılan evin bahçesine. İsmini bilmediğim bu sarıçiçekleri topladım. Sonra bugün ki sürprizi tamamlayan gelincikleri gördüm. Orda burda tek tük açan gelincikleri talan edip, dönerken yaparım diye düşündüğüm, alışverişi filan unutup eve koştum.

Mutfak tezgâhına yaydığım çiçekleri, su doldurduğum kocaman bir bardağa, bir Victoria asilzadesi Leydi,  özen ve zarafeti ile dizdim. Leydi J filminde gördüm de çok özendiydim. Leydi, hizmetçilerinin topladığı çiçekleri, pahalı porselen vazolarının içine dizerek, düzenleme hazırlıyordu.

Su bardağından bozma vazomun içinde ki çiçek buketimi sehpaya koyup, karşısında ayaklarımı uzattım, böğürtlenli çiizkek yiyerek kahve içiyorum şimdi.