Sokağımızın
başında ki köşk(!) adres tarifi ve buluşma noktasıydı. Kurtuluş savaşında Yunanlıların
çekilirken yaktığı şehirde, tarihi diyebileceğimiz pek bir bina kalmadığı için,
eski yer evlerinin arasında hemen seçilirdi tabi bu iki katlı ev.
Gerçek anlamının
yanında çok mütevazı kalsa da ben yine de perili köşk diyeyim. Yani peri falan
gibi söylentileri de hiç duymadım, onu biz uydurduyduk aslında ama olsun. O
benim için perili köşk.
Perili köşkün merdivenleri, hemen karşısında ki lise öğrencilerinin
sevgilileri ile de buluşma noktasıydı. Hafta içi her ikindi vakti okuldan
çıkacak “görl frend”lerini bekleyen delikanlılar güneşten korunmak için bu
köşkün merdivenlerine sıralanarak beklerdi. Tabi o saatlerde biz mahallenin
çocukları buraya yanaşamaz başka oyun alanlarında oynardık.
Lise dağıldıktan
sonra da bu sefer bir süre daha beraberce merdivenlerde oturan gençlerin
dağılması ile köşk bizim hâkimiyetimize geçerdi.
Kemalettin Tuğcu
’nun kitaplarından Jules Verne’inin kitaplarına terfi ettiğim yaz, benim için
dönüm noktası olan senelerdendi. Pek fazla uzak olmayan şehir kütüphanesine
taşınarak tüm kitaplarını bitirdim. Denizler altında 20.000 fersah. Aya seyahat, Balonla Beş Hafta, 80 Günde Devriâlem, İki Yıl
okul Tatili, Dünyanın Merkezine Seyahat ve daha birçok eserini kısa sürede
yutarcasına okudum.
İşte bu kitaplar
benim içimde ki keşif arzusunu, bilinmeyene merakı arttırdı. Yepyeni ülkeleri, kıtaları keşfeden kâşifler seyyahlar, benim hayali arkadaşlarım oldu.
Şimdi bu
kitaplar benim içimde ki keşif ve macera arzusunu uyandırdı da nereyi
keşfedeceksin?
Lisenin önünden
tarihi bir camiye kadar uzanan bir sokağımız var. İki yanında ki çıkmaz
sokakları ile karınca yuvasını andıran dönemeçli sokakları girintileri ve
çıkıntıları ile aslında keşfe çıkılabilecek yerler de yok değil. Gerçi
buralarda ne keşfedilebilir onu da bilmiyorum ya.
Bu sokaklar iyi
hoş da zabıtası çok. Bir kere her sokağın başında, altlarında oturakları,
ellerinde beş şişle çorap ören teyzeleri var. Onlara takılmadan geçebilmek imkânsız.
Önce uzaktan dikkatlice süzmeye başlarlar, yakına gelince de gbt vermen
gerekir.
-Kimin kızısın
sen? Adın ne?
-Falancanın…
-Nerde
oturuyonuz?
-Sokağın
aşağısında ki apartmanın alt katında.
-Ha… Öğretmenin
kızı mısın sen?
-Evet…
-Annen nasıl iyi
mi?
-İyi iyi sağ olun.
-Selam söyle… Üst
katınıza yeni gelin gelecekti taşındı mı o?
-Yok, daha
taşınmadı. Düğünden sonra taşınacakmış.
Hah tamam,
güvenlik soruşturmasından geçtik derken, yeni sorular.
-Kime geldin?
-Napcan orda? Vs.
vs.
Eh bu kadar
soruşturmadan sonra o sokaklarda ince ince keşif nasıl yapacaksın ki. Ordan
geçsen köşeyi dönünce yeni bir sorgu ekibi ile karşılaşırsın.
Lisenin
bahçesini avucumuzun içi gibi biliyoruz. Tırmanılacak ağaçlar çok ama orada
keşfedilecek bir şey yok. Bir de bahçe kapısı aslında kapalı da bu bizim
girişimize engel olamıyor. Duvarlar ile parmaklıkların birleştiği bazı yerler, içeri girecek zayıf noktalar. Buralardan
tırmanarak girerken İstanbul’u fetheden Ulubatlı Hasan ya da bir kaleyi
fetheden komutan hazzını yaşıyoruz aslında da. Kalenin her yerini keşfettik.
İşte o zaman
kafamda bir ışık yandı. Kıtalar arası dolaşan hayallerim bir yerde karar kıldı.
Hedefim belirlendi. Ya o köşede ki köşkte de böyle şeyler gizli ise?
Peşime komşu
çocuklarını taktım köşke keşfe çıktık. İyi de hiçbir gedik yok. Evin girişinde
ki merdivenlerin sonunda, demir tokmaklı kale kapısı gibi bir kapı var.
Açabilmek imkânsız. Bahçe duvarları aşılamayacak kadar yüksek. Alt katın
pencerelerine içeriden duvar örmüşler. Dallarının ucu dışarıya sarkan bir ağaç
var ama o dallardan içeri girebilmek mümkün değil. Küçük de olsak bizi taşımaz.
Giremediğimiz bu
köşk hayalimizde büyüdü de büyüdü. Bir önceki yazımda anlattığım gibi hikâyelerimize,
hayallerimize konu olmaya başladı. Kendi
kendimize kurduğumuz hayallere inanıp merakımızı daha da büyüttük.
Uzun zaman bu
köşkü keşfetme hayali ile yaşadık. Evde yaşayan perileri cinleri merak ettik.
Besmelesiz yanında geçmedik filan.
Aman Allah’ım
bir gün ne göreyim? Perili köşkün bahçe kapısı açık. Hemen koştum baktım, ev sahibimizin hanımı Emine Teyzeyi gördüm
bahçede. Elinde bir kova.
İzin falan
istemek aklıma gelmeden daldım içeri.
Emine Teyzeler
yakın köylerden birindenler. Zamanında Almanya ya çalışmaya gitmiş kesin dönüş
yapınca da oturduğumuz, o zaman daha üç katını çıktıkları evi yaptırmışlar.
Biraz da bağ bahçe almışlar. Hala çiftçilik hayvancılık falan yapmaya devam
ediyorlar.
İşte o
köşkün(!) bahçesine süt üretmek için bir
inek getirmişler. Emine teyze de elinde kova süt sağmaya gidiyor.
Evin sadece
bahçesinin anahtarı var evin anahtarı yokmuş. Olsun, kırık camlardan birinden elimizi uzatıp bir
pencereyi açtık. Ev sahibimizin kızı Derya ve daha birkaç çocuk, o penceren
içeri girdik.
Kapalı
pencerelerin arasından süzülen ışık, içeriye hülyalı bir hava veriyor. Işık huzmesini
yakalamaya çalışmak beyhude tabi, eline
sadece biraz toz zerreleri geçiyor ama biz lazer yakalamaya çalışan kediler
gibi o ışık huzmeleri ile de bayağı oynadık.
Sonra iç
merdivenlerden yukarı çıktık. O kadar hayal kurduğumuz evin içi bomboştu.
Sadece duvarın
birinde, üzerinde yaşmaklı Osmanlı
Kadını resmi olan eski bir takvim vardı o kadar…
Bahsettiğim buna benzer bir oyuncaktı