31 Temmuz 2019 Çarşamba

BU BAĞIMLILIĞIN TEDAVİSİ VAR MI ?


BU BAĞIMLILIĞIN TEDAVİSİ VAR MI?

Tığı ve elişi yününü elime ilk aldığımda sanırım ilkokul ikinci sınıfta üçe geçtiğim senenin yaz tatiliydi. Benden biraz daha büyük komşu kızlarının ellerinde ki rengârenk yünleri görüp özenmiş, onlardan zincir çekmeyi öğrenmiştim. Önce metrelerce zincir çekip kiminki daha uzun diye yarış yaptık.

Başlangıç o başlangıç. Daha sonra ısrarlarımdan bıkan annem bana da birkaç numara tığ ve birkaç renk elişi yünü aldı. Zincir çekmekten sonra tırabzan ve sık iğne yapmasını öğrendim komşu kızlarından yaz rengârenk el bezleri örmekle geçirdim. Aile büyüklerine hediye ettiğim el bezleriyle aldığım aferinlerle her halde boyum daha çabuk uzamıştır.

Aman ne keyif, ne keyifti o alınan aferinler el  bezlerinin  ne kadar  önemli olduğunu kâğıt peçeteler ve ıslak mendillerle büyüyen yeni nesiller anlamaz tabi. Misafir gelince ikramlardan sonra ellerini silmeleri için biri sabunlu biri kuru iki elbezi hazırlanır  bir tabağa konulurdu. Bunu misafirlere sunmak ise biz çocukların göreviydi.

Şimdiki amigurimilerin atası diyebileceğim örgüler moda idi o zamanlar. Kolonya şişesi üzerine kedi, naylon bebek üzerine etekleri kabarık farbelalı balerin elbisesi, oyuncak tavşan, ibiş bebek  ve benzeri oyuncaklar, buzdolabı kapı kulpuna asmak için rengârenk meyveler örülürdü. Mısır, domates, biber örülüp içine pamuk doldurulur, ikisinin arasına çekilen uzun zincirle buzdolabının kapı kulpuna bağlanırdı.

Hiç unutamadıklarımdan biri de dilim dilim örülüp tamamlanan karpuzun arabaların arka camında sergilenmesiydi.

Bu işlerde aşırıya gidenlerin oklava kılıfı ile süpürge sapına bile örtü ördüğüne dair söylentiler vardı ama Allah için, ben rastlamadım.

O zamanlar kanıma yerleşen örgü virüsü uzun yıllar pusuya yatmış bir şekilde beklermiş meğerse.

Uzun yıllar sonra elime aldığım tığlar ve şişlerle içimde ki o canavar  yeniden uyandı. Rengârenk ipler yeni bağımlılığım oldu.

Geçen yaz sonunda ördüğüm çantayı arkadaşsız bırakmak içime sinmedi, bu sen de iki yazlık çanta daha ördüm.

Eh çantalar tamam, sıra onları omuza asıp gezmeye gitmekte.

Bir müddet daha Allah'a ısmarladık efendim. Çantaların hakkını vermeliyim…




9 Temmuz 2019 Salı

HIZIR İLE HAYRİYE SONSUZA DEK BİRLİKTE…

 

Hızır sonunda yuvasını kurdu efendim.

Boş boş geziyor zannederken meğer o Hayriye’yi ikna etmenin peşindeymiş.

Hayriye gelin kızımız, pek becerikli pek çalışkan çıktı. Yuvayı kısa zamanda derledi topladı. Kuluçkaya yattığından bile haberim olmadı. Aaa bir baktım üç tane afacan yuvadan bakıyor.

Bizim Hayriye canla başla  evlatçıklarını büyüttü hatta yuvadan uçurdu bile. Huriye Düriye Nuriye de çok cevval çıktılar ama. Kaşla göz arasında büyüdüler Ve yuvadan uçtular. Şimdi fırttıdı fırttıdı akşama kadar geziyorlar.

Artık  Hızır ile Hayriye  ikinci balaylarını yaşıyorlar. Bir sonraki aşama bayramda el öpmeye gelecek çoluk çocuk beklemek galiba.

Malum Kurban Bayramı yakın. Huriye Nuriye Düriye bayramda el öpmeye gelirlerse kulaklarını biraz çekeyim diyorum.

-Bakın kızlar yuvayı dişi kuş yapar. Akşamlara kadar fırt fırt gezeceğinize yapın babacığınızınız yuvasının yanında bir yuva. Birde iç güveyi bulursunuz seneye. Ev bark çoluk çocuk sahibi olursunuz. Gez gez nereye kadar.

Bilmem artık laf söz dinlerler mi? Malum zamane gençleri.

Ya aslında benim niyetim başka. Bizim oralarda bir inanış vardır. Torununun torununu gören cennetlik olurmuş”. Huriye Nuriye Düriye çoluk çocuk sahibi olurlarsa belki torunların torunlarını görürüm.

Acaba kırlangıçtan torunlar için de geçerli midir ki bu?

Hamiş:

Fotoların görüntü kalitesinin kusuruna bakmayın efendim. Uzak mesafe telefonla ancak bu kadar çekebildim.

Hızır ile Hayriye’yi  yan yana görüntülemek o kadar zor oldu ki. İkisi de hiperaktif, tellerin üstünde durmaları saniyeler sürüyor nerdeyse. Hemencecik konup kalkıyorlar. Bir de ikisini yan yana yakalayabilmek çok daha zor.

Günlerce pencerede onları takip ettim. Hani nerdeyse imkânım olsa teleobjektif kurup kamuflaj örtü altında bekleyecektim.

Tabi mümkün olmadı. Tek sıkıntı imkân mesesi değil. Bu durumu konu komşuya nasıl açıklayacaksın.

Şehrin göbeğinde "kuş gözlemi yapıyorum" desem kim inanır. Erkek olsan temiz bir dayak garanti. Boşuna gazetecilik dünyada ki  tehlikeli meslek guruplarından sayılmıyor. Hani savaş muhabirliğini falan geçtim paparazzilik bile riskli işlerden.

Ee  elimde fotoğraf makinesi perde arkasında az beklemedim ama sanki biliyorlar gibi Hızır ile Hayriye paparazzilere yakalanmayan ünlüler gibi, yan yana görüntü vermekten imtina ettiler. Onları yan yana gördüğüm nadir anlarda da fotoğraf makinesini  hazırlayan kadar uçup gittiler.

En sonunda telefonla yukarıda ki tek kareyi çekebildim. Yuvalarında çekmek nispeten daha kolaydı. Onlar fotoğraf makinesiyle gayet net çıktı. Aslında paparazziler gibi, hayvan ağızların özel hayatını gözlemekten de bayağı rahatsız olmadım değil.

Bu arada paparazzilere de saygım arttı. Bizim bilgilenme hakkımız için zor şartlar altında hizmet veriyorlar. Kışın popüler  mekân kapılarında, yazın plaj kenarlarında canla başla çalışıyorlar değil mi?

Emeğe saygı lütfen…

1 Temmuz 2019 Pazartesi

ALTERNATİF DİZİ ARAYANLARA





Fantastik canavarlardan, Amerikan malı süper kahramanlardan, karamsar distopyalardan entrika dolu aşk dizilerinden daraldınız ve biraz  dingin huzurlu bir şeyler izlemek istiyorum diyorsanız iki alternatif dizi önerisi…

DOC MARTİN

İşinde çok iyi başarılı bir cerrahı kan tutmaya başlarsa ne olur?

Dr. Elingım oldukça başarılı cerrahi kariyerine, aniden başlayan hemofobisi yüzünden ara vermek zorunda kalır. Londra’yı terk ederek küçük bir sahil kasabasında pratisyen hekimlik yapmaya başlar ve olaylar gelişir. 


Dizinin geçtiği kasaba muhteşem güzelliğe sahip, geleneksel dokusu bozulmamış bir İngiliz kasabası. Sırf bu manzara için bile dizi izlenir diyebilirim, yani o derece. Zaten bir süre sonra bu küçük kasabanın girdisini çıktısını öğreniyorsunuz. Hangi sokak nereye çıkıyor, hangi cadde nereye uzanıyor kestirebiliyorsunuz.

Kasabanın insanları da bir o kadar ilginç karakterler. Yeni iş kurmalara doymayan, girişimciler kıralı Bert & Son, Umutsuz âşık eczacı… Agorafobisi olan polis memuru… İnsanı sinir krizine sokacak kadar kaygısız olan sekreter Eleine  işten çıkardığı için, doktoru boykot eden, servis ve satış yapmayan kasaba halkı. Gurup halinde gezen, her rastladıkları  sefer doktora, kahkahalar eşliğinde laf atan genç kız çetesi!

 Kasaba halkının sağlık durumları da bir garip yalnız. Bizim eski Yeşilçam filmlerindeki aşk acısından sinirleri haraab olup bayılan genç kızlarımız gibi, patır patır bayılıyorlar. Öyle bizdeki gibi kalp tansiyon şeker falan gibi sıradan hastalıkları olan da neredeyse yok gibi bir şey. Patlayan kafa sendromu” gibi hayli ilginç hastalıklardan mustaripler. Gelişmiş ülkelerin hastalıkları da böyle enteresan oluyor galiba.

İşte böyle bir ortamda pratisyen hekimlik yapmaya çalışıyor, Dr. Martin Ellingham. Her ne kadar ısrarla kendisini Dr. Ellinham olarak takdim etse de kasaba halkı da aynı ısrarla “dok maatin” demeye devam ediyorlardı Dr. Martin bir yandan kasaba halkının hastalıklarını tedavi ederken bir yandan da kan fobisi ile mücadele ediyor. İşinde o kadar iyi ki sokakta giderken cafede oturan bir kadına ya da sırada beklerken  tuvaletten çıkan adama teşhis koyabiliyor.

İşinde bunca iyi olmasına karşın sosyal becerileri o oranda zayıf. Yaptığı patavatsızlıklar buradan İngiltere’ye yol olur. Halasının cenazesinde ki halk sağlığı ile ilgili bilgilendirme konuşması, Luisa ile randevularında ki kırdığı potlar. Ağız ve diş sağlığına dikkat ettiğini var sayıyorum “diyerek ağız kokusu ile ilgili uzun bir bilgilendirme yapması vs. o kadar komik ki…

Bu durumları bu kadar komik yapanda aslında bunların farkında olmaması ve gayet doğal bir şekilde davranması. Soğuklukları “demeyeyim de hadi serinkanlılıkları diyeyim ” ile bilinen, İngilizleri bile çileden çıkartıyor. Şikâyetler üzerine gelen müfettiş, mesleki becerisini takdir etmesine karşın onu savunmakta zorlanıyor.

“Hastalarınıza hakaret etmişsiniz” diye müfettişe “ben kimseye hakaret etmem” cevabını veriyor. Cahil, aptal ve geri zekâlı demişsiniz” deyince “bu hakaret değil ki öyle oldukları için söyledim” diyecek  ve bunu da gayet kendinden  emin bir şekilde söyleyecek kadar doğal.

Son sözümde tripler kraliçesi Luisa’ya .”Adamcağız tripten falan anlamıyor işte, düz mantık. Huyunu bilmiyor değilsin ki. Bile bile sevdin. Senin için “bu aptal kasabada yaşamaya devam ediyor”. Hala daha ne diye adamı değiştirmeye çalışıyorsun, trip üstüne  trip atıyorsun. Ne diyeceksen açık açık söyle yani  J J J

İNSİDE NO 9

Muhteşem bir İngiliz kara komedi dizisi. Her bölümde  birbirinden bağımsız konular işleniyor. Olaylar bir şekilde dokuz numara ile ilişkilendiriliyor.

Öyle kahkahalarla gülmeyi beklemeyin ama sağlam bir mizah diline  sahip bir dizi. Olayı çözdüm sanarak ehe ehe yaparken beklemediğiniz bir yerden ters köşe yapıyor. Bazı bölümlerde  ise korku ve komedi bir arada. Süresinin uzun olmaması da ayrıca güzel.

Favori bölümlerimden biri hiç konuşmanın olmadığı, değerli bir tabloyu çalmaya çalışan hırsızların olduğu bölüm. Bir diğeri de ünlü bir şarkıcının son nefesinin kimin olacağı ile ilgili tarafların birbirine girdiği bölüm.

Fazla spoler vermek istemiyorum ama izlerseniz pişman olmazsınız diye tahmin ediyorum. Unutmadan ekleyeyim. Black Mirror’ın ana yazarı  Charlie Brooker’in “çok zekice, ben böyle yazamam” dediği bir dizi imiş kendileri efendim.