BU BAĞIMLILIĞIN TEDAVİSİ VAR MI?
Tığı ve elişi yününü elime ilk aldığımda sanırım
ilkokul ikinci sınıfta üçe geçtiğim senenin yaz tatiliydi. Benden biraz daha
büyük komşu kızlarının ellerinde ki rengârenk yünleri görüp özenmiş, onlardan
zincir çekmeyi öğrenmiştim. Önce metrelerce zincir çekip kiminki daha uzun diye
yarış yaptık.
Aman ne keyif, ne keyifti o alınan aferinler
el bezlerinin ne kadar önemli olduğunu kâğıt
peçeteler ve ıslak mendillerle büyüyen yeni nesiller anlamaz tabi. Misafir
gelince ikramlardan sonra ellerini silmeleri için biri sabunlu biri kuru iki
elbezi hazırlanır bir tabağa konulurdu. Bunu misafirlere sunmak ise
biz çocukların göreviydi.
Şimdiki amigurimilerin atası diyebileceğim örgüler
moda idi o zamanlar. Kolonya şişesi üzerine kedi, naylon bebek üzerine etekleri
kabarık farbelalı balerin elbisesi, oyuncak tavşan, ibiş bebek ve
benzeri oyuncaklar, buzdolabı kapı kulpuna asmak için rengârenk meyveler örülürdü.
Mısır, domates, biber örülüp içine pamuk doldurulur, ikisinin arasına çekilen
uzun zincirle buzdolabının kapı kulpuna bağlanırdı.
Hiç unutamadıklarımdan biri de dilim dilim örülüp
tamamlanan karpuzun arabaların arka camında sergilenmesiydi.
Bu işlerde aşırıya gidenlerin oklava kılıfı ile
süpürge sapına bile örtü ördüğüne dair söylentiler vardı ama Allah için, ben
rastlamadım.
O zamanlar kanıma yerleşen örgü virüsü uzun yıllar
pusuya yatmış bir şekilde beklermiş meğerse.
Uzun yıllar sonra elime aldığım tığlar ve şişlerle
içimde ki o canavar yeniden uyandı. Rengârenk ipler yeni
bağımlılığım oldu.
Geçen yaz sonunda ördüğüm çantayı arkadaşsız bırakmak
içime sinmedi, bu sen de iki yazlık çanta daha ördüm.
Eh çantalar tamam, sıra onları omuza asıp gezmeye
gitmekte.
Bir müddet daha Allah'a ısmarladık efendim. Çantaların hakkını vermeliyim…