30 Nisan 2019 Salı

BAHAR DÖNGÜSÜ

BAHAR DÖNGÜSÜ

Cıv cıv cıv.. cıgır cıgır cıgır cıgırrt…

Uykunun arasında tanıdık bir ses. Sabah olmuş mu?

Alarm çalmadı ama daha.

Yeniden Cıv cıv cıv… cıgır cıgır cıgır cıgırrt…

Gözlerim yarı aralık elim saate uzanıyor. Alarmın çalmasına daha yarım saat var.

Cıv cıv cıv… cıgır cıgır cıgır cıgırrt…

 Ah bu çıngıraklı ses çok tanıdık… Bu sefer kalkıp heyecanla pencereyi açıyorum.

Evet, ortalık bayağı aydınlanmış. Elektrik telinde bir kırlangıç. Gelmiş… Gelmiş… Onlar gelmiş.

Temel mi yoksa Fadime mi acaba? Genelde ikisi beraber konardı tellere ama bu sefer biri var. Bir  kaç gün gözlüyorum. Evet, iyice emin oluyorum bu Temel ya da Fadime değil. Onların kuyruğu daha uzundu.

***

Temel ile Fadime benim iki  senelik komşularım kırlangıç ailesi.

Geçen sene penceremin önünde uzun uzun keşif gezileri yaptıktan sonra yan balkonun altına yuva yapmaya karar verdiler. Oldukça bozuldum aslında. Benim penceremde yuva yapsınlar diye ne heyecanla beklemiştim hâlbuki. Ne yani beni güvenli bulmadınız mı? Alacağınız olsun…

Ne alacakları olabilir ki? … Alsınlar diye umarak  penceremin önüne bol bol ekmek kırığı ufaladım ama sanırım onlar daha doğal beslenmeyi tercih ettiler. Tabi taze bitki tohumları, örtü böcek varken ekmek kırığı yiyip ekmek kafalı mı olsunlar.

Bunlar emek emek yuvalarını yaparken ben de isimlerini koydum. Temel İle Fadime…

Bir süre sonra yuva bitti. Fadime ortalıkta pek dolaşmaz oldu. Tabi sebebi anlaşıldı. Yuvada henüz görünmeyen yavruların sesleri geliyordu artık. Cılız birkaç ses. Cıvk cıvk cıvk…

Sonra bir sabah üç tane sonuna kadar açık, üç kırmızı gaga. Bir Fadime Bir Temel sefer yapıp açık gagaları kapatmaya çalışıyor ama nafile. Sesler git gide daha da kuvvetlendi, yükseldi.

Eh bu haylazlara da isim koymak lazım. Ne olsun, ne olsun? Ne olsun? … Hıdırellez geldi. Hah tamam... Hızır İlyas bu da İdris olsun…

İsimleri de tamam kerataların. Bu çığırtkan yavrular sabah alarmım oldu artık. Onların çığlıklarına gözlerimi açmaya başladım. Kısa sürede o kadar büyüdüler ki artık zavallı Temel ile Fadime yuvaya sığamıyordu. Nerdeyse anne babaları kadar olmalarına rağmen Hızır İlyas İdris gagaları sonuna kadar açık feryat figan yiyecek bekliyorlardı. Anne babaları uzaktayken sesleri fazla çıkmıyordu ama Temel ile Fadime  pike yapmaya başlayınca bunlar son ses koroya başlıyordu. Bunlar haftalarca, anne babasının emekli aylıklarını ellerinden alıp tüm gün evde yatan hayırsız evlatlar gibi Temel ile Fadime’nin getirdiklerini yediler.

Sonra bir gün aa o da ne. Üç kafadar anne babalarıyla beraber elektrik tellerinde dizilmişler. Pek uzağa gidemiyorlardı tabi ki de. Git  gide uçuş mesafesi uzadı. Artık sabah çıkıp akşam gelmeye başladı bizim kırlangıç ailesi.

Havalar serinlemeye başlayınca, beni de onların endişesi sardı. Uzanabilsem yuvalarına, üstlerine battaniye örtüp yanlarından sıkıştıracağım…

En sonunda sanırım aile meclisi göç kararı aldı ki, ortada görünmez oldular. Epey bir pencerelerde onların çığlıklarını bekledim. Sonunda tamamen gittiklerine kanaat getirdim. Kış boyunca komşularımın mahzun boş yuvasına bakıp  sık sık onları hatırladım. Nihayet bahar geldi…

İşte bir sabah yeniden o ses cıv cıv cıv… cıgır cıgır cıgır cıgırrt…

Ama Temel ile Fadime  yok. Sadece bir yavruları gelmiş. Artık yuvayı ona mı hibe ettiler yoksa Temel ile  Fadime’den miras mı kaldı bilmiyorum. Diğerleri yoklar bu sene. Acaba bu hangisi Hızır ‘mı İdris ‘mi İlyas ‘mı? En iyisi  Hızır olsun ya…

Heyecanla Hızır’ın yanında bir gelinle penceremin kenarına konmasını bekliyorum…

Çeyiz bohçası hazırlamaya başlasam mı ki?

Kayınvalide olacağım kolay mı?   J J J




26 Nisan 2019 Cuma

HAYAT SOKAKTA…


SOKAKLARIMIZI KİMLER ALDI ?

Allah’ım ne güzel bir manzara…

Sokakta topraklarla oynayan bir çocuk…

Yerde çömelmiş, gayet ciddi bir yüz ifadesi, minik elleri meşgul. Sanırsın dünyanın en önemli işlerini yapıyor.

Boş bir gazoz şişesine elindeki oyuncak kürekle kum dolduruyor. Biraz ötede boşaltıp yeniden dönüyor.

Seslendim  ”fotoğrafını çekebilir miyim delikanlı ?”

Aynı ciddi yüz ifadesiyle omuzlarını silkti, işine devam etti. Onunla konuştuğumu gören iki minik kız yandan yandan yanaştılar. Yanına çömelip onlar da poz verdi.

Biraz ötedeki guruptan çocuklar “abla abla biz de çeksene”

Kendimi çok önemli bir olayı belgeleyen(!) bir gazeteci gibi hissettim.

Onların ciddiyetine(!)  yaraşır bir ciddilikle  (!) fotoğraflarını çektim…

Biraz ilerde sırtını ikindi güneşine vermiş bir teyze örgü örüyor. Elinde torbalarla yavaş yavaş gelen bir başka teyze selam verip, sandalyenin yanında soluklanıyor.

Hoş bir manzara. Yaklaşıyorum ”teyzeciğim fotoğrafınızı çekebilir miyim?”

Elinden şişlerini bırakıp başörtüsüne sarılıyor.

-Dur kızım önce bi üstümü başımı düzelteyim.”

-Ama teyze örgü örerken olsun.

Üstünü başını düzelten teyze şişlerini yeniden eline alıyor.Ahenkle hareket eden ellerine şişlerin tatlı şıkırtısı eşlik ediyor.

Biraz yarenlik ediyoruz teyzelerle. Fotoğraflarını çekecek kadar ilginç bulunmak hoşlarına gidiyor.

Ah evet hayat sokakta burada… Aynen eskisi gibi… Doğal, tabi, sıcak…

Anılarım canlanıyor.

Farkında mısınız artık toprağa kolay kolay temas edemiyoruz.

Çocuk parklarında bile kum ya da toprak yok. Sentetik ne olduğu belli olmayan bir yer döşemesi. Avm lerde binlerce voltluk elektrik döşenmiş zeminlerin üstünde gezmeye, eğlenmeye çıkıyoruz yanımızda çocuklarımızla. Vücudumuzda ki elektriği deşarj etmeyi bırakın, elektrik yüküyle yorgun dönüyoruz gezmelerden(!)

Tüm mahalle, bütün sokaklar oyun alanımızdı bir zamanlar. Hem de çok uzak olmayan bir geçmişte. Kilimlerimiz vardı kapımızın önüne yayıp evcilik oynadığımız. Annelerimiz eski kıyafetleri inece ince keser yumak yapardı. Evindeki tezgâhında kilim dokuyan teyzeye götürürdük kumaş yumaklarını. Tezgâha gerdiği iplerin arasından mekiğini hızlı hızlı dolaştırıp tezgâhın altındaki pedalları aşağı yukarı hareket ettirerek ahenkle  kilim dokurdu Huriye teyze.Tıkıdık tıkıdık ,tıkıdık tıkıdık… Büyülenmiş gibi izlerdik.

Herkes evinden bir parça yiyecek getirir kilimlerin üstünde piknik yapardı salçalı ya da, üstüne şeker ekilmiş yağlı ekmeklerin tadına doyum olmazdı. Tabi meyvelerde olurdu. En çokta erik getirirdik, yanında bir tabak tuzla.

Korkmazdık, güvenliydi sokaklar. Komşu teyzelerimiz de kapı önlerinde bize eşlik ederdi. İkindi vakti güneş yakıcılığını yitirirken bu şirin Ege şehrinde oturaklarını alan teyzeler bahçelerinin önünde oturmaya çıkarlardı. Kınalı parmakları beş şişlerle hızlı hızlı patik örerken adeta görünmez olur, kelebeklere benzerdi.

Birkaç sokakta bir boş arsa olurdu muhakkak. Bizim cennetimizdi o boş arsa. Toza toprağa belenirdik akşama kadar, akşam yiyeceğimiz azarı düşünmeden. Yakan top, beş taş, çelik çomak ya da evcilik.

Asıl mutluluk ikindi saatlerinde başlardı. Taş avluların yıkandığı saatler. Oturmak için hazırlanan bahçeler hortumla yıkanırken sokağa akan sular kaldırım kenarından küçük derecikler gibi  akardı.

İşte o zaman, elinde ıslak mendille çocuklarının arkasında gezen günümüzün titiz temiz, devasa süper annelerinin aklını kaçırmasına sebep olacak oyunlarımız başlardı. Baraj yapardık, arsadan taşıdığımız toprakla akan suların önüne. Ellerimiz üstümüz başımız çamur olurken biz dünyanın en ciddi mühendisliğini icra ederdik, kendimizden geçerek. Bulduğumuz kaplara komşu bahçelerinin birinin çeşmesinden  su doldurur bu sefer arsaya taşınırdık. Çanak çömlek yapmaya…

Toprakları küçücük ellerimizle bir araya yığar küçük tepecikler yapardık. Sonra da bu tepeciklerin ortasını biraz çukurlaştırır su dökerdik. Bir süre sonra suyu çeken tepeciklerde ki çanaklarımız hazır olurdu. Etrafında ki kuru toprakları temizleyip çanağımızı bozmamaya çalışarak, özenle çıkarıp yan yana dizerdik. Oyun hamurları vardı ama ne gerek var ki onlara. Yağlı çamur dediğimiz killi toprak  bulursak keyfimize diyecek olmazdı. Bebekler, arabalar, uçaklar, kap kacak, televizyon daha neler neler yapardık o çamurlarla.

Her yer çiçek doluydu bahçeler, balkonlar, pencere önleri, sokak kapılarının yanları, dış bahçe duvarları. Ev içindeki saksılar  topraktan pişmiş olurdu. Ama dışarıda ki çiçekler için her türlü kutu potansiyel bir saksıydı. Annelerimiz ellerimize bir torba tutuşturur arsaya toprak almaya gönderirdi.

Evet arsaya… Toprağı kazar torbaya doldurup getirirdik. Konserve teneke kutuları, plastik yoğurt kapları, yağ tenekeleri içine toprak doldurulur çiçekler ekilirdi. Komşu teyzelerin çiçeklerinden bir dal kırılır bir bardak suyun içinde bekleterek köklendirilir sonra da ekilirdi. Toprak mı daha bereketliydi yoksa onları diken annelerimizin elleri mi bilmiyorum ama o dallar muhakkak tutardı irili ufaklı çiçek saksıları(!) sonra kireçle beyaza boyanır duvar dibine dizilirdi. Akşamsefaları, ortancalar, katır tırnaklar, camgüzelleri, küpe çiçekleri daha neler neler.

Tabi baharda açan çiçeklerin taç yaprakları dökülmeye başlardı bir süre sonra. Allah’ım o ne güzellik… Spalarda küvetlere havuzlara serpilen çiçek yaprakları gibi. Annelerimizin süpürmesine gerek kalmaz biz toplardık o çiçek yapraklarını. Yemekler pişirirdik evcilik oynarken, bir de oje yapardık.

Yaprakların kenarlarını koparır sonra tırnaklarımıza yapıştırırdık olurdu sana oje. Kimin ojeli tırnağı daha uzun diye ölçerdik.

Akşam güneşi çekilmeye başlayınca birer ikişer annelerin sesleri yükselirdi; Ayşe, Hatice, Bahriye, Oya, Mehmet, Murat hadi sofra hazır… Gitmekte nazlanan çocukların annelerinin kızgın sesleri duyulurdu biraz sonra. Bak baban çağırıyor çabuk gel diye…

Hayatı öğrendik bir o sokaklarda. Sevmeyi, üretmeyi, hakkımızı korumayı, mücadele etmeyi, yorulup dinlenmeyi, düşünce kalkmayı, küsmeyi, barışmayı, adaleti, hakça paylaşmayı…

Artık sokaklarımız yok, çocuklarımızın oynayacakları  arsalar kalmadı. Sadece kentsel dönüşümler, imar planları almadı elimizden sokaklarımızı.

Asıl çocuk katilleri, sapıklar, pedofiller, tinerciler aldılar sokakları, çocukların elinden. Artık sokakta yalnız başına bir çocuk görsek ödümüz patlıyor korkuyoruz  onun adına. Tanımadığımız çocukları sevip eline şeker tutuşturmaya korkuyoruz. Bayramlarda artık şeker toplayan çocuklar çalmıyor kapılarımızı.

Sadece büyük kentler değil, küçük yerlerde farklı değil artık...

Yok, artık o güzel sokaklarımız…


21 Nisan 2019 Pazar

İSTİRİDYEDEN BAHAR MİMİ


İSTİRİDYEDEN BAHAR MİMİ

1-Bahar bir insan olsaydı aranız nasıl olurdu?

Hımm… Sanırım gelgitli olurdu. Bahar ‘cığım iyisin hoşsun, seni çok severim ama biraz dengesizsin be canım. Havalar ısındı diyoruz, hop soğuklar yeniden başlıyor. Bugün yağmurlu olacak galiba diyoruz, bir bakmışsın güneş açıyor.”  Onunla uzun boylu program yapılmıyor. Hevesle gittiğim Bursa gezisinde yediğim yağmuru unuttum sanmasın. 

 2-Şu ana kadar yaşadığınız hayatın “bahar” kısmı hangi döneminiz? O dönemde neler yaşadınız?

Ortaöğrenim dönemim. Okulumuz, bahçesinde asırlık çam ağaçlarının olduğu tarihi denilebilecek bir binadaydı. Hatta zaman zaman çalıştırılan, birkaç basamaklı, devir daimli bir havuzumuz bile vardı. Bizim girmemiz yasaktı  ama öğretmenlerin girebildiği bahçedeki bir bölüme gizlice sızdığımız çok olmuştu. Bahar gelince ağaçlardan düşen tırtılların arka arkaya dizilip metrelerce uzunlukta oluşturduğu zincire basmamak için  dikkatle yürürdük. Ama koridorlarda teneffüslerde çılgınlar gibi koşardık. Ta ki bir öğretmene denk gelip azarı yiyene kadar. Resim dersinde öğretmenimiz bizi bahçeye çıkarır orada resim yaptırırdı. Hayatı tanımaya çalıştığım meraklı ve neşeli bir dönemimdi.

Şimdide  ikinci baharımın kozasını örüyorum (diye umuyorum) İki senedir elimde tığlar şişler ömrüm boyunca yaptıklarımdan fazla ördüm ama ör ör bitiremedim.  

3- Bahar bir arkadaşınız olsaydı onun okumaya ihtiyacı olan kitabın ne olduğunu düşünürdünüz?

Bahar deyince aklıma dağlar kızı Heidi geliyor. Onu tavsiye ederdim.

4-Size baharı hatırlatan insanlar var mı çevrenizde? Varsa kimler?

Evet, çok şükür var… Can dostum… Papatyaları çok sevdiğimi öğrenince benim için  kendi elleriyle topladığı bir kucak  papatyayla dönmüştü iş için gittiği yakın bir şehirden. Malum büyük şehirde papatya görmek için kilometrelerce gitmek gerekiyor… Nasıl mutlu olmuştum anlatamam J

5-Bahar temalı bir yağlıboya tablo yapmak isteseniz, resmin içinde olmazsa olmazınız ne olurdu?

Aslında birçok şey sayabilirim ama tek şey söyleyecek olursam, papatya derim.

6-Bahar yorgunluğu ile mücadele eder misiniz? Yoksa  kendini baharın kollarına yorgunca bırakmayı tercih edenlerden misiniz?

Baharda yorgunluk mu? O da ne? Bahar benim ekstra enerjik olduğum zamanlar. Güneş ışığından iyi doping mi olur?

7-Baharda olmak istediğiniz coğrafya neresi?

Coğrafya değil de coğrafyalar diyeyim.

-En başta İstanbul tabi ki de… Erguvan zamanı Boğaz’da tekne turu yapıp, ardından Gülhane Parkında laleler arasında bir mola vermek isterdim. Yarısını martılara attığım simidin yanına, bir bardak da  çay alarak.

-İkincisi İzmir’de Susuz dede parkından, boyuz ya da kumru yerken körfezi seyretmek…

-Üçüncüsü Kapadokya’da uzun uzun yürüyüp yorulunca, çiçek açmış kayısı ağacının altında mola vermek…

-Dördüncüsü (en başta fotoğrafını paylaştığım) Mardin de çay bahçesinde ki leylakların altında  oturup, melengiç kahvesi içerken Mezopotamya Ovasını seyretmek, sonrasında tarihi evlerden birinde uyuyup sabah erkenden kalkarak, sırtımda kalın bir şal elimde bir bardak çayla, güneşin doğarken yaydığı ışıkla  boyadığı taş evleri  izlemek…

-Antalya’da falezlerde… Alanya’da kale de… Mostar’da köprünün ayağında… Uzun Göl’de  ahşap evlerde… Urfa’da balıklı gölde… Hevsel Bahçelerinde Keçi Burcunda… Tire’de pazar da alışveriş yaptıktan sonra  köftecilerden birinde… Kıbrıs’ta çiçek açmış portakal  ağaçlarının altında…

Off çokmuş ya olmak istediğim yerler … Birkaç kopyamı mı yaptırsan napsam ..




 İstanbul demişken....
İstiridye avcısı blogunun sahibi arkadaşımız çok şirin bir mim hazırlamış.Beni de davet etti.Severek cevapladım.İstiridye avcısı ve mime davetli arkadaşlar işte burada  ...İstiridyeden bahar mimi