27 Mart 2021 Cumartesi

PEMBE SALONDA TERAPİ

 

Ay ay aman kimler gelmiş kimler gelmiş… Buyrun buyrun… Salona geçelim… Ayakkabılarınızı sağ tarafta ki ayakkabılığa koyabilirsiniz…

-Hadi buyrun…

-Ay hayatııım ne güzel olmuş salonun...

-Şu pembe koltuklara ba-yıl-dım…

-Duvarları saten boya mı yaptırdın? Aaa bu duvarı da  kâğıt kaplama yaptırmışsın…

-Lila rengi perdeler de koltukların pembesine çok yakışmış.

-Hayatım hepsi sizin için. Tüm dekorasyonu sizin zevkinize göre yeniledim. Biz de hizmette sınır yok. Hadi bakalım tabakları elinize alın, açık büfe ikramlara buyurun.

-Aman aman mercimek köfte mi bu? Bayılırım…

-Ay aşk olsun, portakallı kek de yapmışsın. En sevdiğim…

-Profiterolün sosunuda mı sen yaptın hayatım?

-Ay afiyetler olsun canlarım. Hepsini sizin için ellerimle yaptım. Bakın böreğin yufkası hazır değil evde açtım onu da mis gibi. Kısır arkada kaldı biraz. Masa çok dolu olunca. Ondan da almayı unutmayın.

***

-Herkes ikramlarını aldıysa gurup terapisine başlayalım arkadaşlar.

-Dur Hocam çayları bir tazeleyelim o zaman başlarız.

-Tamaam, çaylar da tazelendi toplu terapiye başlıyoruz arkadaşlar.

            


    -Buyurun Kezbananımcım sizden başlayalım. Bu hafta görümceniz ile olan sorununuzun kökenine inelim. Bir de homevörkünüzü yaptınız mı?

-Tamam, hocam ben başlıyorum. Görümcem ile sorunumun kökeni taa beni istemeye geldikleri güne dayanıyor. Kendisi o zaman evde kalmış bir kız kurusu olduğu için benim üzerimden komplekslerini tatmin etti. Mis gibi bol köpüklü kahve yaptım. O kadar güzel oldu ki. Ama onun kahvemi içerken kayınvalideme yaptığı imalı göz işaretini bir görseydiniz.  O bende travma yaptı. Şimdi kahvelerim eskisi kadar köpüklü olmuyor. Gece kâbuslarıma giriyor.

-Hımm anlıyorum canım. Peki, homevörkünü yaptın mı?

-Yaptım hocam. Aynen dediğiniz gibi.  Geçen akşam ailece görümcemlere yemeğe gittik. İçli köfte yapmış. Tereyağında da kızartmış. “Ay ablacığım ben yiyemem ki onu. Ellerine sağlık ama benim kocam senin ki gibi anlayışlı değil. Yarım kilo alsam hemen fark ediyor. Hem de biz tereyağı kullanmıyoruz. Ayvalık’tan organik taze zeytinyağı getirtiyoruz. Pahalı oluyor biraz ama, tabi sağlık daha mühim” dedim. Nasıl bozuldu anlatamam.

-Afferin Kezbananımcım. Ne güzel yapmışsınız. Hem kilolarına gönderme de bulunmuş hem de mali vaziyetinin sizden geri olduğunu hatırlatmışsınız. Peki, şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

-Çok iyiyim Hocam. İçimin yağları eridi valla o kart karının yüzünde ki ifadeyi görünce.

-Tamam, Kezbananımcın haftaya yine bekliyorum sizi. Bu sefer kuzeninin oynarken bebeğinin kırmasının sen de yarattığı çocukluk travmasını konuşacağız.

-Evet, Ferdanımcım size gelelim. Bu hafta komşularınızla neler yaşadınız?

-Hocam televizyonun sesini yine fazla açıyorlar. İzledikleri dizinin tüm sesi bizim evde. Kendi izlediğimiz diziyi duyamıyoruz valla. Bu hafta esas oğlanın sevdiği kızın kim olduğunu öğrenecektik. Komşu yüzünde duyamadım. Ben de aynen değdiniz gibi yaptım. Dibi delik çöp torbası ile üst katın merdivenlerinden çıkıp indim. Tüm merdivenler leş gibi oldu. Kapıya geldi “ayol ben ne bileyim kim batırdı senin merdivenlerini? ”dedim.  İnanmadı ama ispat edemedi tabi.

-Çok iyi Ferdanımcım gittikçe gelişme kaydediyorsunuz. Üzerinizde ki çekingenliği atmaya az kaldı. Bu hafta komşuya çemkirmek için nefes egzersizlerini de unutmayın. Diyafram çalışın bol bol. Bir daha ki haftaya iltifat eder gibi hakaret etme yöntemlerini paylaşacağım sizinle.

-Allah razı olsun Hocam. Siz olmasanız ben napardım. Kocam bile bende ki gelişmeyi görüyor.  “Noldu sana Ferdam?  Sen sessiz sakin bir kadındın meğer içinde ne güçlü bir karakter varmış” diyor.

-Evveeet Safiyenımcım siz nasılsınız bu hafta. En son eltinizle olan yarışınızda geri kalmanın travması ile boğuşuyordunuz.

-Evet, Hocam bu eltim beni ne çok ezikledi bir bilseniz. Onun yüzünden yaşadıklarımı bir ben bilirim inan olsun. Bakın geçen gün, kayınvalidemin altın gününde yardım etmek için gittik ikimiz. O aldı eline telefonu, dudaklarını büze büze poz veriyor. Akşam kocasına dicek ki “annene yardıma gittim.”  Valla Hocam bir bardak çayı bile doldurmadı. Ben giderken iki tepsi de ikram götürdüm. Bir de mutfakta bütün servisleri hazırladım. Çayları doldurdum. Tam tepsiyi alıp içeri servis edeceğim. Eltim elinden telefonu bıraktı elimdeki tepsiyi çekip aldı, beni de kenara bir itti ki tezgâha çarptım. Sonra da tüm işleri o yapmış gibi gitti çay servisi yaptı. Kayınvalidemin arkadaşları diyor ki “Fatmaanımcım  ne şanslısın böyle hamarat gelin dostlar başına.”  Hırsımdan dudaklarımı dişlemişim de kanayınca fark ettim.

-Tamam, Safiyanımcım o zaman bu haftanın homevörkü şu olsun. Buradan çıkınca doğru Dere boyu caddesine gidiyorsun Ora da Aynalıkavak Bijuteri var. Aynı altın görünümlü, Trabzon çift burma bileziklerden üç tane alıyor, akşam da kocanı koluna takıp eltine gidiyorsun. Kısa kollu bir şeyler giy de bilezikler iyice görünsün. Hararetli el kol hareketleriyle bir şeyler de anlat. Bakalım eltin ne yapacak. Sen de biraz rahatlarsın onun yüzünde ki kıskançlığı görünce. Yatarken de bir papatya çayı iç. Bebek gibi uyursun. Haftaya da gel Kayınvalide ile iletişim tekniklerini çalışalım.

-Ay Hocam Allah razı olsun. Allah ne muradın varsa versin. Allah ayağını taşa değdirmesin. Tuttuğun altın olsun. Çift çubuk sahibi olasın, dal budak salasın. Çiğer acısı görmeyesin. Ocağın küllensin bahçen güllensin. Ömrün uzun kısmetin gür olsun. Sen olmasan biz napardık. Canım hocam

-Tamam, arkadaşlar sizde çok sağ olun. Beni sizler varettiniz. Ben bir şey yapmıyorum ki. Siz kendiniz içinizde ki güçlü kadını çıkarıyorsunuz. Ben sadece size yol gösteriyorum.

-Ah Hocam öyle demeyin. Siz olmasaydınız biz hiç birini yapamazdık.

-Tamam arkadaşlar. Şimdi kahvelerimizi içelim. Çıkmadan öce çeyrek altınları da toplamayı unutmayalım. Haftaya gurup terapimizi de Kezbananımcımda yaparız.

 

15 Mart 2021 Pazartesi

ELLE GELEN…

Çin Hükümdarlarında biri bir gece dehşetli bir rüya görür. Rüyasını tabir ettirmek için o zamanın astrologları diyebileceğimiz müneccimleri çağırtır.

Tüm müneccimlerin yorumu ortaktır.

-Hükümdarım derler, yakında günlerce süren bir yağmur başlayacak. Bu yağmur derelere kuyulara karışacak ve bu sulardan içenler delirecek.

Hükümdar dehşet içinde kalır. Bu yağmuru engellemenin bir yolu yoktur elbette. Saray danışmanlarıyla uzun süren tartışmalar ve fikir alışverişleri neticesinde bir çözüm bulunur.

Çok büyük sarnıçlar yaptırır hükümdar. Bu sarnıçlarda su depolanır ki bu sular, uzun bir süre saray halkının ihtiyacını karşılayacak seviyededir.

Bir süre sonra korkulan yağmurlar başlar. Günlerce sürer, ara vermeden yağar yağar yağar. Yağmur suları göllere nehirlere kuyulara karışır. Bu sulardan için halk birer ikişer delirmeye başlar. Saray haklı bu sırada önceki biriktirilen sulardan kullanmakta ve dehşet içinde olanları seyretmektedir.

Yalnız bir süre sonra enteresan bir durum ortaya çıkar. Deliren halk, her türlü kuraldan azade, coşkuyla sokaklarda kahkahalar atarak dolaşmaktadır. Bir süre sonra saraya sığınmış, kapıları pencereleri sımsıkı kapatmış, korkuyla bakan saray halkını hedef alır coşkulu kalabalıklar.

Sarayın etrafında toplanarak “bunlar deli” diye saray halkını tacize başlarlar. Ve gittikçe büyür sarayın etrafındaki kalabalık. Bir süre sonra saraya yumurtalar, taşlar atılır, kahkahalar çığlıklar eşliğinde. Fiziksel zarar verme yoktur ama alaylar, tacizler ,”bunlar deli “çığlıkları kesilmeden devam eder.

Günlerce dayanır saray halkı, lakin bir süre sonra tacizler dayanılmaz bir hal alınca, hükümdar saray halkını toplar.

Çözüm adına ne yapılacağı tartışılır, günler boyunca ve sonunda ortak bir fikirde karar kılınır.

Saray ahalisi, halkla aynı sudan içerler ve kısa bir süre sonra, sarayın sımsıkı kapalı, kapıları pencereleri açılır. Saray ahalisi de kahkahalar çığlıklar eşliğinde halkın arasına karışır

***

Uzun zamandır bloğumda iletişim yazıları yazmıyorum. İlk başlarda niş bir blog olması için yazmaya başladığım iletişim, sosyal  psikoloji vb yazılardan keyif alsam da hayatın içinden öylesine yazığım yazılar ile  kitaplar diziler filmler ve el işleri paylaşımlarım daha kolayıma geldi doğrusu.

-Hadi bakalım topla kendini biraz da ciddi yazılar yaz, diye kendime yaptığım telkinlerim neticesi” sosyal etki ve uyum davranışı” üzerine bir yazı yazmaya karar verdim.

Yukarıda ki hikaye ile başladım, sonrasında ciddi ciddi devamını getirdim.

Ve sonra bir yerde ip koptu.

Nerede derseniz; akşam haberlerinde gördüğüm bir haber, benim yazıyı bambaşka bir mecraya taşıdı.

Pandemi sonrasında iyice bunalan insanları ve ekonomiyi biraz rahatlatma amacı ile atılan normalleşme adımları sonrası, bir senenin bunalmışlığı ile halkımız meydanlara deniz kenarlarına hücum etmiş. Sosyal mesafe kuralları hiçe sayılarak meydanlar hınca hınç insan dolmuş. Hatta öyle ki İstiklal Caddesi’ne  yeni gelenlerin girişi yasaklanmış.

Pandeminin ilk başlarında obsesyona dönüşen korunma içgüdüsü ile diğer tüm önlemlerle beraber  dışarıdan gelen gıda paketlerini bile  yıkamak zorunda hisseden insanlarımız, şimdi “saldım çayıra mevlam kayıra” moduna girdiler.

Eee bu kadar insan sokaklara dökülünce de bu güzel havalarda evde takılmak işkenceye dönüşüyor tabi. Diğerlerini gören dışarı koşuyor.

Hani ne derler “Elle gelen düğün bayram”…

Peki neticesi ne olur?

Valla onu bilemem işte…

 

 

7 Mart 2021 Pazar

BACILAR USULU DEMOKRASİ

 

    DEMOKRASİ GELDİ BACIM…

Bilen bilir benim Bacıları. Benim alt benlerim. Id-Ego-Alterego gibi bilimsel benlikler değil ama. Tamamen yerli ve milli(!), kişiye özgü benler. Entel & Dantel & Domestik & Kezban Bacılar.

Uzun zamandır kavga gürültü eksildi aralarında. Şimdi İskandinav Ülkeleri ayarında bir huzur ve sükûn var. Mutlu mesut yaşıyorlar.

-Neden derseniz, aralarında Demokrasi tesis edildi. Asgari müştereklerde buluştular, Farklılıklarına tahammül etmeyi öğrendiler, birbirlerine laf sokmayı, dudak bükmeyi bıraktılar.

Kolay olmadı tabi. Senelerce didişmenin kimseye yararı olmadığını görünce mecburen oluştu bu konsesüs.

Coronavirüs nedeniyle evde kapalı kalmak da ortak bir düzenleme yapmaya mecbur etti tabi.

Gelelim son gelişmelere.

Entel Bacı; izlenecek dizileri- filmleri, okunacak kitapları ayarladı.

Dantel Bacı; örülecek örgülerin renklerin, modellerini,  iplerini belirledi.

Domestik Bacı; sağlıklı beslenme ve doğal gıdalarla ilgili bilgileri toplayıp spor programı ve günlük gıda listesini hazırladı.

Kezban Bacıııı???

O bi şey yapmadı aslında. Onun çenesini kapatıp ona buna çemkirmemesi yeterli oldu diyebilirim.

Entel Bacı, uzun zamandır listede olan NBC filmleri ile festival filmleri haftası ayarladı. Bu hafta epey şenlikli geçti bizde. Beğenen, beğenmeyen, burun kıvıran oldu. Karşılıklı yorumlar ve değerlendirmeler birbirinden farklı olmasına rağmen karşılıklı saygı ve anlayışla karşılandı. Oldukça durağan olan Nuri Bilge Ceylan filmleri Dantel Bacının renkli yünleri ve renk renk örgü modelleri ile hareket ve renk kazandığı için sıkılmadan izlendi.

Entel başta belirtti. “Bakın NBC filmlerinde yönetmen bizden aktif olmamızı bekliyor, izlemek kolay değil ama el ele bu zorluğu aşacağız arkadaşlar. Güçlüklerin üstesinden gelmek bizim işimiz. Birlikte güçlüyüz kazanacağız.”

Onun motive edici konuşması oldukça etkili oldu diyebilirim.

Hepsini de beğendiği film, Üç Maymun oldu. Yavuz Bingöl’ün oyunculuğu kötü olmasına rağmen Hatice Aslan’ın onun eksiğini kapattığı konusunda hemfikir oldular.

Kış uykusunda Haluk Bilginer İle Demet Akbağ'ın haklılıkları konusunda farklı görüşler oldu tabi. Kezban bacı Tiyatro Sanatçısı Aydın’ı bizim Entel benzetti. Haluk Bilginer (Aydın) Kız kardeşi Necla’ya (Demet Akbağ) gazete de çıkan, aydın bir din adamının portresi ile ilgili makalesini okurken, Demet Akbağ’ın attığı imalı bakışın aynısını Kezban  Bacı Entel’e atınca, bizim  Entel oldukça bozuldu.

-Ne yani ben size tepeden bakıp akıl mı veriyorum?  Sizden ayrıcalıklı ve üstün olduğumu mu iddia ediyorum?  diye sitem etti. Kezban,” ben demedim, sen dedin” diye diretti. Domestik “aa olur mu sen bizim bi tanemizsin” diye arayı buldu.

Onlar bunları tartışırken Dantel Kapadokya’daki otelin kasvetli havasına taktı.

-Ya aslında ne güzel yer. Biraz çevre düzenlemesi yapılıp bodur bitkiler ekilse, güzel bir ışıklandırma yapılıp yollara çakıl döşense şıkır şıkır olur, bu kasvetli hava dağılırdı, diyor. “Hem kimse burada temizlik yapıp toz almıyor mu?” diye de safça soruyor. Bir de Demet Akbağ'ın ve Melisa Sözen'in kazaklarının modeline bakmak için filmi ara ara durdurup, orda burda serili dantel modellerini eski bulup yorum yapmasına epey güldüler.

Onlar gülerken ne olduğunu anlamayıp şaşkın şaşkın bakan Dantelin komik haline daha da çok güldüler.  Bu kadar kasvetli bir filmde Dantel onlara akşam neşesi oldu.

Entel diyor ki;

-Bacım bu mekân filmin ruhunu yansıtmak için özellikle seçilmiş. Şıkır şıkır aydınlık temiz ferah mekânlar, aydınlık kar manzaraları, karakterlerin ruh hallerini ve ikilemlerini, birbirleri ile sancılı ilişkilerini yansıtamazdı.

Dantel anladı anlamadı bilmiyoruz ama anlamış gibi bir “hımmm” yapınca o da meseleyi anladı kabul ettik.

En şenlikli film ise Ahlat ağacı oldu.

Filmin oyuncuları çoğunlukla komedi filmlerinden aşina olduğumuz isimler. Serkan keskin. Murat Cemcir, Doğu Demirkol’u  görünce insan haliyle bir komedi unsuru arıyor filmde. Doğu Demirkol’un sahnesinde, Ölümlü Dünya’daki   Feyyaz Yiğit’in “adam beni boğdu, boğdu duvara attı. Ensesiyle bile beni dövdü”  repliğini söylediği otel sahnesi akla geliyor.

Hele Serkan Keskin’in köprüde ki meşhur tiradı sonrası resmen kahkaha attılar. Hani sonradan bir yerlere gelip, kendini ispat etme heveslisi kifayetsizler vardır ya. Onlardan birisi konuşuyor gibi hissettiler.

Doğu Demirkol’un  hafif şiveli diksiyonu tüm entelektüel konuşmalarını komediye çeviriyor. Algının ne kadar etkili olduğunu gördük aslında bu filmde. Murat Cemcir ister istemez “Düğün Dernek”  filminde ki ya da “Kardeş Payı” Dizisinde ki rolüyle hatırlanıyor. Farklı karakterlere başarı ile bürünen oyuncular yok mu? Elbette ki var ama bu filmde olmamış.

Entel diyor ki; aslında algılar duygularımızda çok belirleyici. Birkaç arkadaşla Sümela Manastırı'nı gezip indik. Karnımız acıkmıştı bir restoranda oturup bir şeyler yiyelim dedik. Arkadaşlar Laz böreği sipariş verdiler. Börek geldi. Arkadaşın birinin  Laz böreğini ısırması ile öğürmesi bir oldu. Meğer o Laz böreği deyince tuzlu bir tat beklemiş. Ama ağzına yumuşak tatlı bir lezzet dolunca neye uğradığını şaşırıp tiksintiyle öğürmüş. Ona çok güldüydük. Bu film de aynı hissettirdi. Oyuncuları görünce insan komedi unsuru beklentisine giriyor. O kadar havalı entel replikler, oyuncuların algısına kurban gittiği için etkisini kaybedip ne olduğu belli olmayan bir yöne evriliyor. Yanlış  kast seçimi filmin beklenen etkisini alıp götürmüş.

Diğerleri de Entelin bu yorumuna katıldılar tabi. Ama tabi bu Bacıların yorumu.

"Bir zamanlar Anadolu’da", " Mevsimler" ve "Kasaba" filmlerini fazla yorum yapmadan izlediler.

Sonrasında tematik film  kuşağı yapıyoruz diye Entel’in arka arkaya hazırladığı, daha önce seyrettikleri Çağan Irmak filmleri yeniden izlediler. Deniz kenarı olmasa da Çağan Irmağın filmlerinin geçtiği Ege kasabalarında aşina oldukları çocukluklarının izlerini gördükleri için yeniden izlemeyi dert etmediler hatta daha da mutlu oldular. Arada bir dalıp dalıp gidip, zaman zaman dolan gözlerle seyrettiler.

Daha başka birçok yerli ve yabancı festival filmleri ile beraber eğlenceli  Hollywood komedi ve aksiyon filmlerini de listeye koyan Entel, diğerlerinden gelen tebrik yorumlarını mutlulukla kabul etti tabi.

Amigurumiler daha dikkatli bakmayı gerektirdiği için, bu sırada sesli kitap dinlemeyi tercih ettiler.

Uzun zamandır okunmayı bekleyen Kürk Mantolu Madonna ilk sıraya alındı.

Kitabın edebi dili, anlatımındaki akışkan kıvraklık, betimlemelerde ki hayranlık verici gerçekçilik, duygu durum hallerini anlatmada ki ustalık, bizimkilerin hayranlığını kazandı. Adeta nefes almadan dinlediler.

Ama kitap sona yaklaşıp Raif Efendi'nin istasyonda kızını görme sahnesine gelince Kezban patladı.

-Ay bu Raif Efendi mıy mıy içimi kıydı. İnsan kızının arkasından gitmez ne olursa olsun sevdiği kadının hatırasına sahip çıkmaz mı ya?  Üstelik o kız çocuğu senin de sorumluluğun.

Demestik de diyor;  ki Seviyorsan git söyle beyim. Ne bu hassas kalpli kırılgan adam pozları. Buralarda iş yapıyorum diye kendini kandıracağına, git sevdiğini yanına, hali nedir diye bir sor. Mektuplarının arası uzamış da, eskisi gibi uzun uzun yazmıyormuş da, artık dili sanki bir yabancı gibiymişim miş de. İnsan her şeyi bırakır gider sevdiği kadının son günlerinde yanında olur. Sorumluluk alır. Sonrasında da kaderine küsmüş triplerine girip, ailesine de yeterli özeni göstermemiş. Onlara da yabancı gibi davranmış.

Entel de diyor ki;  Aslında Raif Efendi sorumluluklarından kaçıyor. Seçimlerinin sonuçları ile yüzleşmek istemiyor.  Savaşmak yerine kaçmayı, yüzleşmek yerine saklanmayı tercih ediyor. Hayatta ki başarısızlıklarını başkalarına fatura ederek kurbanı oynamayı tercih ediyor.  İş yaşamında uğradığı haksızlıklar karşısında hakkını aramak yerine, öğrenilmiş çaresizliğe sığınarak konfor alanından çıkmıyor.

Kezban yine atıldı

-Ya bacım amma da boş yaptınız, bu roman. Yani kurgu kurgu…

-Eee en başta sen yorum yaptın ama, diyen Dantel’e de; "e canım böyle adamlar yok mu?" diye üste çıktı Kezban

Hemen arkasından Stefan Zweig’in “Bilinmeyen bir Kadının Mektubu” eserinde de benzer bir konu denk gelince bu sefer Domestik dayanamadı

-Ay Bacım seviyosan adamın karşısına çıkıp söyleseydin, ya da sonrasında da konuşmasaydın. Adam nereden bilsin. Sonra da yazar, ömür boyu vicdan azabı çeksin diye “çocuğumuz öldü, ama senden bir şey istemiyorum ve suçlamıyorum” diye trip atıyorsun.

Sonrasında  Gülseren Budayıcıoğlu'nun Madalyonun İçi, Hayata Dön,  Camda ki Kız ve Kral Kaybederse kitaplarını dinledikten sonra biraz Kırmızı Oda takıldılar.

Dantel diyor ki;

Gülseren Hanım danışanlarına fisebilillah mı hizmet veriyor? Neden her hasta ona bu kadar yağ çekme ihtiyacı hissediyor?  Yoksa hizmet verme değil de el uzatma, aşağı görüp yardım etme hissi oluşturarak minnet duymalarını mı sağlıyor?

Entel diyor ki; bence Gülseren Hanımda bir meslektaşından yardım almalı. Kurgu karakterlerde olsa başkalarının ağzından kendisini bu kadar övmesi, kendisine hayran karakterler yaratması normal olmayan bir psikolojiye işaret ediyor. Sanki değersizlik ve güvensizlik var. Kesin onun da çocukluğuna inilmeli.

Domestik, yazarın sık sık sözünü ettiği Kader Motifine taktı. “Baksana Entel, sen bu motifi örebilir misin?” Diye soruyor. Dantel de” fotoğrafını görsem kesin örerim ama tarifi varsa öyle de bir denerim “ diyor.

Tabi kitap seansaları bunlarla bitmedi. Örgüler üretildikçe kitaplar arka arkaya dizildi. Reşat Nuri ve Halide Edip Adıvar’ın arada okunmamış kitapları ile beraber bazı okunan kitapları yeniden dinlendi.

Stefan Zweig, Bulgakov, Puşkin Ve Gorki’den birçok hikâye dinlediler. Zülfi Livaneli’nin “Serenat” Kitabında ise gözyaşlarını tutamadılar.

Tüm bu zamanlarda Domestik ise eskisi gibi, sarmalar- dolmalar, pastalar- börekler yerine hafif salatalar yapmayı tercih etti. Doymamış yağ içeriyor diye kavrulmamış kuru yemişleri tane ile sayarak, günün belli saatlerinde ikram etti. Meyveleri bile yarım yarım doğrayarak meyve salatası yaptı. Günde bir fincan kahvenin yanına sadece üç dilim Hoşbeş gofret verdi. “Şöyle bir baklava ve patlıcanlı açma börek mi yapsak?”  diyen Dantele “Dünya da olmaz. Tüm gün evde oturup bir de baklava börek gömseniz ne olursunuz? " diye çemkirdi. Yine de kıyamayıp fırında ayva tatlısı pişirerek günde sadece yarım dilim de olsa ikram etti.

Evde sıkılmamak için de komşuculuk oynadılar. Nasıl mı? Evin bölümlerini paylaştılar, her gün başka bir odaya  birbirlerini ziyarete bile gittiler, çay kahve içtiler.

Hâsılı kelam asgari müştereklerde birleşip, güzel geçinmenin yolunu bulunca da huzur ile beraber, çok verimli zaman geçirdiler efendim.

             Artık bahar gelip havalar güzelleşince bizimkiler de parklara bahçelere attılar kendilerini, hava almaya çıktılar.

            Görelim bakalım yeni mevsimler Bacılara neler getirecek


            Bacıların eski maceralarını merak ederseniz...

hüzünlü mevsimden sıcak gülümseme

                                   Dantel devriminin ardından                                                                                                                 Evde sıkıyönetim ilanı                                                                                                                       Bacılara bahar geldi

                                                                     KİM KİMDİR?

Entel Bacı


Domestik Bacı

Dantel Bacı

Kezban Bacı

3 Mart 2021 Çarşamba

BEN DE NİŞANTAŞI ÇOCUUYUM

 


En sonunda nur topu gibi elit bir sakatlığım oldu. ”Tenisçi dirseği” Valla tenis maçı izlemişliğim, hatta ve hatta taa ortaokulda spor odasından derse malzeme getirirken tenis raketini elime almışlığım bile vardır ama raketle bir topa vurmuşluğum olsun yoktur.


Peki, bu elit hastalığımı neye borçluyum? İşte fotoğrafını görmüş olduğunuz hırkayı örmeye. Artık ben de Burhan Altıntop gibi “bende Nişantaşı çocuuyum” diye gezsem yeri. O da panik atak hastası olduğunu iddia ederek sosyetik olduğuna ikna etmeye çalışıyordu milleti.

Yaz tatili dönüşü bronzlaşıp gelen sınıf arkadaşına amele yanığını tenini gösterip” ben de bronzlaştım işte” diye pazarlamaya çalışan fukara çocuğu gibi hissediyorum kendimi.

Nasıl oldu bu iş derseniz, şöyle oldu efendim. Malum korona süreci hepimizi evlere hapsetti. Kitap oku, film-dizi izle bir yere kadar. Bir de boş boş bir şeyler izlerken insanın ağzı boş durmuyor. Zaten tek bir şey yaparken benim dikkatim de dağılır. Örgü film kombini süper bir ikili benim için. Bir de bu sene ki süper keşfim sesli kitaplar oldu. Zaten basılı kitaptan dijitale geçmiştim. Sesli kitap tam süper oldu. Bir yandan dinlerken dünyanın örgüsünü ördüm. Rus klasikleri, batı klasikleri, modern yazarlardan onlarca kitap dinledim. Süper film ve diziler izledim. Bir yandan da örgü ördüm.  Çok başarılı kitap seslendirmesi yapan isimler var. Akın Altan, Zeynep Aşkın, Burak Aşkın, Gölge, Tuğba Özçakır gibi seslendirmenler birçok kitabı seslendirmişler. Bazısı amatörce yaparken bazıları ise oldukça profesyonel.

Benim için o kadar verimli oluyor ki anlatamam.

Tabi sadece hırka ile kalmadı benim örgü sevdam. Amigurumiler, kazaklar, şapkalar, boyunluklar, atkılar ardı sıra geldiler. Eski kotlardan çanta bile yaptım.

Bir çok diğer bağımlılık gibi önü alınamıyor tabi benim bağımlılığım da. Kafamda projeler uçuşuyor bir yandan elimdeki işi bitirmeye çalışırken.

Buraya kadar her şey iyi ve güzeldi ama sosyetik hastalığım maalesef bu saadetli günlerime ket vurdu. Şimdi bir örgü yumağı 100 gr. Bir hırka 6-7 yumaktan örülüyor. Başlarken 50-100 gr olan örgü git gide ağırlaşıp yarım kiloyu geçiyor. Yarım kiloluk bir dambılla 3 saat antrenman yaptığınızı düşünün. İşte benim örgüler galiba bu etkiyi yaptılar ki sakatlandım.

En sonunda tüm şişlerimi tığlarımı topladım yünlerimi kaldırıldım. Dantelleri kordelaları sutaşlarını dağıttım. Ve benim o güzel günlerimin sonu geldi.

Maalesef uzunca bir süre örgü öremeyeceğim gibi görünüyor.

Amaan bahar da geldi zaten. Normalleşme adımları başladı. Aşılar da yapıyor. İnşallah tez zamanda normal hayat rutinlerimize dönebiliriz. Biraz hava alalım değil mi ya?

Fotoğraflar da benim bu kış yaptığım sanat eserlerim… JJJ