15 Ekim 2015 Perşembe

AŞURE NELER SÖYLER





AŞURE

                Rivayet odur ki Nuh tufanından önce  bütün inananları yaptığı gemiye alan Hz. Nuh onların ihtiyaçları için çeşitli gıda maddelerini de depolar. Bütün hayvan cinslerinden birer çift te gemide kendilerine yer bulur. Vakti zamanı gelir, yerden sular kaynar, gök adeta delinir yere iner. Göz gözü görmez olur, fırtına günlerce sürer, bir avuç insan nereye gittiğini görmeden ne zaman biteceğini bilmeden, günlerce yol alırlar. Gel zaman git zaman fırtına diner, yağmurlar kesilir, güneş gülen yüzünü gösterir ve gemi ağrı dağına demirler.

İnananlar şükürle karaya ayak basarlar. Kalan erzakları indirirler, yemek vaktine hazırlık için. İki  avuç buğday kalmıştır, bir avuç nohut, bir avuç fasulye. Çömleğin dibinde belki biraz bal veya pekmez, birer parça fındık, üzüm kayısı ceviz vs.vs.
                Hz. Nuh tüm bu yiyecekleri toplar bereketli elleriyle bir aş pişirir lezzetli mi lezzetli. Bu hadise Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içinde adına Arapça 10 demek olan  (aşera)  denir ve zamanla aşure olur bu güzel yemeğin adı.
                Kaç uygarlığın toplamıdır Anadolu. Kaç milletin birikimidir. Bu birikimden kaynaklı  ne çok, ne güzel geleneklerimiz var, aşure gibi dostluğu, sevgiyi, yardımlaşmayı, paylaşmayı anlatan.
Kendimize benzeyenlerle arkadaşlık etmek, dostluk kurmak ne kadar kolay ve konforlu. Ama bize ne katıyor? Bize benzeyen, kendisinde bizi tekrarlayanlar…
                Aşure normal şartlarda beraber düşünemeyeceğimiz  beraber pişirmeyeceğimiz gıdaların toplamı olduğu için bu denli lezzetli değimli. Fasulye ile şekeri, nohutla kayısıyı, üzümle buğdayı yan yana düşünmeyiz pek ama bir araya gelince ne muazzam bir birliktelik oluyor. Anadolu gibi
                Sadece tek çeşit veya iki çeşitle yakalanabilir mi bu aroma?  Ayırmamak gerekli nohutu, fasulyeyi, buğdayı, narı, üzümü, kayısıyı, cevizi ki aşure olsun. Ayırmamalı Türk’ü, Kürt’ü Alevi’yi, Çerkez’i, Laz’ı, Ermeni’yi, Rum’u ki Anadolu olsun
                Benzetmek için uğraşıyoruz var gücümüzle insanları kendimize. Ayrı yaratmış ise yaradan gerek var mı benzetmeye çalışmaya birbirine?  Aşureyi robottan geçirsek mikserle iyice yedirsek birbirine aşure diye bir şey kalır mı? Gerek var mı buna?  Nohut nohut olarak kalmalı, fasulye fasulye olarak, ama her biri vermeli ki tadını, aromasını birbiriyle zenginleşsin
                Bereket demektir aşure. Bir avuç buğday, bir avuç fasulye, nohuttan kazan dolusu aşure çıkar ama şekerle birleşmeli  iyice kaynamalıdır ki o ayrı ayrı malzemeler, bir olsun birbirinde çoğalsın. Anadolu’yu bizi bir arda tutan, tutacak olan sevgi gibi, saygı gibi.
                Yalnız yenen aşure lezzetinden ne çok şey kaybeder. O ancak konu komşu, akraba dostla paylaşılınca aşure olur gerçek anlamıyla. Anadolu’da komşuya götürülen aşure tabağı yıkanmaz ve boş geri verilir her zamanki alışkanlığın aksine. Karşılıksız  vermenin, beklentisiz olmanın adıdır aşure.
                Aşure Anadolu’nun ruhudur, özüdür, anlamıdır, zenginliğidir. Dünyanın ihtiyacı varken bu zenginliğe biz nelerle uğraşıyoruz ya rabbi...
***

 (Yeniden ateşten günlerden geçiyor güzel yurdumun güzel insanları. Eski ve çok kötü bir filmi yeni figüranlarla  yeniden, yeniden izliyoruz. Ve her seferinde daha çok acıtıyor, can yakıyor. Güzellikleri değil acıları paylaşır olduk. Dileğimiz bu günlerin tez zamanda geçip hatırlanmamak, geri gelmemek üzere tarih olması. Daha önceki Aşure yazımı yeniden paylaşıyorum. Bu güzel geleneğimizin güzellikleriyle Muharrem ayının bereketi ve rahmetiyle gelmesini dileyerek.)

 





23 Temmuz 2015 Perşembe

BANA ŞİDDETİN OYUNUNU YAPABİLİR MİSİN ; ABİDİN !

    
   
    





Şiddet içerikli oyunlar bilinçaltımıza, toplumsal hafızamıza ne türlü mesajlar yolluyor.?..Sadece şiddeti mi özendiriyor.Yoksa  ötekileştirme,kutuplaştırma,gerçek dünya ile sanal dünyanın birbirine karıştığı paralel bir evrende yaşama gibi birçok başka yan etkileri de var mı?.
     Sanal oyunlar Süper Mario ve Hugo ile hayatımıza girdi. Televizyona bağlanan atarilerle oynanan bu oyunlar çok çabuk yaygınlaştı. Sonrasında evlere  giren bilgisayarlarla  sanal oyunlar çeşitlendi daha profesyonelleşti , naiflikten hızla sıyrıldı ,yaygınlaştı  ve bu günler ulaştı..
    Bu oyunların stres atmaya yarayan, çok ta masum oyunlar olduğuna inanmıyorum. Hayır dış mihrakların oyunu olduğunu falan düşünmüyorum. Komplo teorilerim de yok.
    Bildiğiniz üzere bu oyunlar iki kişi veya gurup arasındaki mücadeleyi anlatıyor .Ama karşı taraf düşman ve yenilmesi gerekli. Ona şiddet uygulamayı meşrulaştırmak  için önce ötekileştirilmesi gerekli ki  buda düşman kavramıyla oluşturuluyor. Sizin hayatta kalmanız düşmanı öldürmenize bağlı. Yani öl yada öldür..
    Karşı taraf muhakkak çirkin,ucube  ; sizin menfaatlerinize engel oluyorsa kesinlikle  kötü yürekli.. Hatta yaratık.. Zombi ,vampir, alien gibi karakterler ne çok kullanılıyor bu oyunlarda.O insan değil  ki ; canlı değil o ; canı yanmaz onun ,acımaz ..İnsan olsa ,iyi olsa sana benzerdi ..
Böylece karşınızdakine zarar verirken,  hatta  öldürürken hiç vicdan azabı yaşamıyorsunuz.
   Döngü basit.. İşte  o! Farklı ! o halde çirkin.. O halde Kötü.. O halde zararlı  O halde bana zarar verebilir   Eee önce sen davran..  zarar görmeden zarar ver,  ölmeden önce öldür..Bu senin evrensel ve anayasal hakkın.. Çünkü o senin yaşam hakkını elinden alacaktı…
   Yani hayali bir düşman üret .. ona inandır kendini …
   Vee   Evet! şiddetin şehvetini doyasıya yaşayabilirsiniz artık !....


   Ya aksiyon filmleri ?!!
   Kanlar içindeki kahramanımız zorla gözlerini açar.. Yanında ona yardımcı olan bir kişi..
    Flashbacklar ile geriye gider kahramanımız.. Neden bu halde olduğunu anlarız.
   Bahçeli güzel bir ev .Geniş mutfakta yemek yapan güzel ve mutlu bir kadın ...
    Etrafta oynayan iki güzel çocuk.. Kahramanımızın karısı ve çocukları..  
   Kabus !! birden  kötü adamlar dalar eve acımadan o güzel kadın ve çocukları öldürürler.. Ortalık kan revan içinde kalır..Güzelim ev darma duman olur..O sırada bir şekilde kahramanımızda tuzağa düşmüştür..Kötü adamların elinden zorla kendini kurtarır..Ve gözlerini açtığında perişan haldedir.Ama yanında film boyunca kendine eşlik edecek yine güzel bir kadın bir hemşire veya benzeri bir karakter..
    Sebepler çeşitlidir.Ya bir mafya hesaplaşmasına kurban gitmişlerdir.veya devlet adına görev yaptığı ,ekip arkadaşlarının ihanetine uğramıştır.. Yada ne bileyim işte buna benzer bir başka şey vardır..
   İyi insan olup olmadığını bile bilmediğimiz bu adamın yanına konumlandırırız kendimizi  ve film boyunca onu intikam operasyonlarına katılırız heyecanla..
    Artık bu kerteden sonra kahramanımızın yaptığı her eylem kutsal ve meşrudur.. Tuzak kurabilir çalabilir hatta öldürebilir.. O üş kişinin yerine 33 kişiyi cayır cayır öldürürken bizim içimizin yağları erir  rahatlarız.. Bir kötü daha eksilmiştir yeryüzünden.. Bu sırada kahramanımıza yardım eden karakterlerde niyazi olur birer birer ..Olsun  !. Bu kutsal intikam uğruna feda olsunlar..Yeter ki kahramanımız yaşasın .Yeter ki intikamını alsın..
    O sırada kahramanımız hem savcıdır hem hakim hem polistir hem infaz memuru.. Kim vermiştir ona bu hakkı  nasıl kazanmıştır?  Ne önemi var ki !!  Yaşasın intikam.. Ne gerek var ki savcıya, hakime ,polise, askere. Hepsinin yerine kahramanımız var  ya işte..
   Eee bunlar sanal karakterler… izleyen ,oynayan herkes bilir bunları.. Düğme kapanır ve her şey biter ..mi acaba ??
   Bitseydi bunca şiddet sarmalına dolanırmıydık..
   Ekonomik sıkıntıda olan borçlarını ödeyemeyen patron çalışanını çağırıp, bağırıyor ;hakaret ediyor.. Patron karşısında sesini çıkaramayan çalışan eve gelince ,yemeğin tuzunu fazla kaçıran karısına kodum mu otutturuyor.. Oturduğu yerde öfkeyle kalkan kadın herhangi bir sebeple feryat figan ağlayan veledin saçına yapışıp poposuna terliği indiriyor. Göz yaşlarını silen velet ortada emekleyen kardeşinin etine dişlerini gömüyor.. En küçük kurban da oyuncak bebeğin saçlarına yapışıp yere vura vura kafasını gözünü dağıtıyor…
   Bu çocuklar büyüdüğünde bu döngü böylece sürüp gidiyor..
   Vee bizler kadına şiddetten şikayet ediyoruz..Sokalarda cam çerçeve indiren serserilerden yaka silkiyoruz. Okul arkadaşını bıçaklayan Üniversiteli gence, Eyvahlar olsun diye dertleniyoruz..
   Eee sonuç !!  insan sosyal bir varlık beraber yaşar, görerek öğrenir ,öğrendiklerini hayata geçirir ve sonraki kuşaklar  aktarır..
  Yani, iyi toplumsal  rol modellere ihtiyaç var ama bunlar uzaydan veya başka bir yerden gelmeyecek.. !..

BANA ŞİDDETİN RESMİNİ YAPABİLİR MİSİN ABİDİN ? (BOBO-DOLL)

    
      

Malum kadın milletinin olmazsa olmazlarından olan bir gündeyim. Biten çayımı doldurmak için mutfağa giderken gözüm yan odada bilgisayar oynayan çocuklara takılıyor. Durup bir müddet oyunu seyrediyorum. Vahşet. Elinde silah oyun kahramanı adım adım ilerlerken önüne çıkan herkesi öldürüyor. Vurulan adamdan fışkıran kanlar her yana sıçrıyor. Mermilerin ıslıklarını, kırılan kemik seslerini  ve ölenlerin feryatlarını duyuyorsunuz. Midem kaldırmadı.  Çocukların dikkatini dağıtmak için sordum.

-Ne yapıyorsunuz çocuklar? Kötü adamları mı öldürüyorsunuz?

Oyuncu çocuğun yerine manyetize olmuş gibi onu izleyen diğer  arkadaşı cevap verdi.

-Yoook abla  iyi adamları öldürüyoruz!

-Nasıl yani? !

-Basbayağı işte. Biz kötü karakterleriz, iyileri öldürüyoruz.

Elimde çay bardağı dondum kaldım.

İyi eğitimli, düzgün, toplumda saygın bir yeri olan,  iyi ailelerin çocuklarının oynadığı oyun adeta kanımı dondurdu.

Sonra başka bir hatıram canlandı.

Sokaktan kan ter içinde eve gelen yeğenim su içerken  annesine malumat veriyordu;

-Anne  anne  biz polisçilik oynadık.

-Aaa  ne güzel hırsızlarımı yakaladınız?

-Yoo,  Enes abimler öğrenci oldu  ‘’susma, sustukça sıra sana gelecek ‘’ diye slogan attı. Bizde onlara coplarımızla vurduk.

-Allah’ım Allah’ım ne günlere kaldık derken buldum kendimi…

1961 yılında medyanın bu kadar etkin ve yaygın olmadığı yıllarda Psikolog Albert  Bandura  Sosyal  Öğrenme kuramını  ispatlamak için bir dizi deney yapıyor.

Okul öncesi bir gurup çocuğa bir  film izletiliyor. Filmde boksörlerin kullandığı kum torbası benzeri Bobo- Doll diye isimlendirilen bir oyuncağa şiddet uygulayan bir yetişkin gösteriliyor. Bu filmin sonu iki farklı versiyonla bitiyor. İki versiyon iki farklı gurup çocuğa izletiliyor. İlkinde şiddet uygulayan  yetişkine şeker, oyuncak vb. ödüller verilirken, ikinci versiyonda katlanmış bir gazete ile hafifçe vurularak uyarılıyor.

Film bitişinde çocuklar oyuncaklarla dolu bir odaya alınıyor. Bir müddet oynayan çocuklara, bu oyuncaklarla başka çocukların oynayacağı söylenerek daha az oyuncak olan diğer  bir odaya geçiriliyor. Bu odada oyuncaklar arasında  Bobo-Doll da var.

İlgi çekici bir odadan başka bir odaya alınan çocuklardan ilkini izleyen çocuklar Bobo Doll’a aynı şekilde şiddet  içeren davranışlarda bulunuyorken, Sonuçta cezalandırmayı gören çocuklar arasında şiddet davranışı daha az oluyor.

Bulunduğumuz ortamlar, gördüğümüz rol modeller davranışlarımızı ve karakterlerimizi şekillendiriyor.

Şu anda sokaklarda hırsız polisçilik oynayarak büyüyenlerin yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. Sonuçlar malum.

90 lı yıllarda TV deki toplumsal olayları izleyip, oyunlarında öğrenci döven, naif kahraman Süper Mario oynayan nesiller üniversite sıralarında. Ya şimdiki  zombilerin, yaratıkların  öldürüldüğü, kan ve şiddetin oyun sonunda puan alarak ödüllendirildiği oyunlar. Terörist öldürmeyle başlayıp iyi adam öldürmeye evrilen oyunları oynayan nesiller nasıl bir gelecek inşa edecekler?

 


    
  



9 Mart 2015 Pazartesi

DİL YARASI!



Dolmuştayım

İki kadın gittikçe yükselen tonda karşılıklı konuşuyorlar. Daha heyecanlı olan iş yerindeki arkadaşıyla yaşadığı hadiseyi anlatıyor, etraftan işitildiğini fark etmeden ya da umursamadan. Diğer ses arada onu cesaretlendirecek onay cümleleriyle arkadaşını gaza getiriyor. Önce önemsemiyorum ama o kadar hararetliler ki bütün dolmuş ister istemez dinlemek zorundayız. Konuşanları görmüyorum. Benim için sadece iki ses, elsiz ayaksız suretsiz iki ses sadece.

Heyecanlı ses ''kızım'' diyor ''ben sabırlıyımdır. Sabrettim sabrettim ama sonunda herkesin içinde öyle bir laf oturttum ki (çok affedersiniz aynen aktarıyorum sadece) eşekten düşmüşten beter oldu mosmor ettim onu, tek laf edemedi öylece kaldı''

Arkadaşı onu onaylayan cümlelerle takdirlerini belirtiyor. Biraz sonra sesler susuyor veya iniyorlar 

İnenleri görmüyorum.

Bilmiyorum ama benim etrafımdaki bütün sesler görüntüler siliniyor sadece heyecanlı sesin kelimeleri yankılanıyor kulaklarımda sabırlıyım. Sabrederim… Oturturum… Rezil ederim... Kapak yaparım… Laf sokarım… Benn  zekiyimmm... 

Sonra fark ediyorum ki bu tarz kelimeleri ne çok duyuyoruz sokakta, işyerlerinde, dizilerde altın günlerinde ya da sosyal medyada.

İnsanlar laf sokmayı kapak yapmayı küçük düşürmeyi bir zekâ göstergesi kabul eder olmuşlar. Zekâ bunlarla mı gösterilir oldu. Sabır gibi bir erdem intikam pusuna yatmadan önce mi kullanılır oldu?  Önemsiz çıkarlar için, komplekslerin tatmini için kendini göstermek için, ihtiraslar için pusuya yatmak, insanları savunmasız yakalamak diliyle ısırmak kelimeleriyle zehirlemek, insana ait özellikler mi?

Hayalimdeki sesler sanki vücut buldu.O, biraz önce rakibinin şahsiyetine geçirdiği dişlerinden zehir akarken dilini zevkle dışarı çıkarıp titreten bir yılan, taşların altındaki kuytu köşelere saklanıp avının savunmasız anını kollayan bir akrep.

İçim ürperdi acaba acaba çok sıradan ve olağan gördüğümüz hallerimizle biz neye, kime benziyoruz? Suretimiz insan ya siretimiz? Dünyaları içine alacak kapasitedeki kalbimize sevgi değil de  kin, intikam ve nefret mi dolduruyoruz?

O anda eşekten düşmüşten beter olan! Savunmasız kalan diğer kişi durumu kabullenip ''ah bu kadar zeki bir insanla başa çıkamam ayağımı denk alayım ona saygılarımı sunayım '' mı  diyor yoksa oda başka bir pusuya mı yatıyor?

Evlerde, sokaklarda, iş yerlerinde  pusuya yatmış zehirli kelimeler besleyen dillerini kılıç gibi bileyen insanlar mı bekliyor?

Varlık hiyerarşisinin en üstündeki insana; İnsan-ı kâmil olma potansiyeli ile dünyaya gelen âdemoğluna  yakışır mı başka mahlûklara benzemeye çalışmak?

 

Hadisenin tamamını bilmiyorum. Ne olmuş ne bitmiş önce kim kime ne demiş. Çok da önemli değil zaten. Ama bildiğim bir şey var ki iletişim tek taraflı olmaz. Kimse % yüz masum olmayacağı gibi % yüz kusurlu da  olmaz. Bir problem varsa iki tarafın katkıları(!) İle olaylar bir yere gelir. Yapılacak olan intikam almak değil problemi nasıl çözeceğimizi bulmaktır.

 

15 Şubat 2015 Pazar

BİLMEMEK ÜZERİNE !!!




BİLMEMEK ÜZERİNE!

                Hızır as. Hz. Musa’ya uçsuz bucaksız denizin kenarındaki  gagası ile su içen bir kuşu gösterir ve der ki,

-İşte bu deniz gerçek bilgidir. Kuşun gagası ile aldığı su ise senin benim ve tüm insanların bilgisidir. Haydi, o suyun içinden kendi bilgini çıkart!

Bildikçe öğrendikçe insan ne çok bilmediği şey olduğunu öğreniyor.

Son seneler, hayatımda değil ama bakış açımda, fikirlerimde dünya görüşümde ne çok şey değiştirdi.

İletişim sosyolojisi, İletişim psikolojisi, Davranış bilimleri, Siyaset bilimi, Siyasal düşünceler tarihi,  İletişim süreçleri, Ekonomi, Anayasa Hukuku, İletişim Felsefesi ve daha onlarca ders.

Bir topun peşinde koşan 22 adam görürken artık defans oyuncusu, kaleci, santrafor görmeye başladım. Okumayı sökmeye tabelalarla başlayan teyzeler gibiyim

-Eee-mii-nöö-nüü  iss-kee-lee-sii 

''Eminönü iskelesi''

-Lezzz lezz-lezzett pii-dee  saa-loo-nu

''Lezzet pide salonu''

İnsanları, medyayı, siyaseti, ekonomiyi   okumaya çalışıyorum

Artık reklam kokan hareketlerin, tribünlere oynamaların, toplum mühendisliği çabalarının, propaganda tekniklerinin ayırdına varıyorum.

Henüz çözüm önerilerim yok, olacak mı onu da bilmiyorum.

Memnun muyum?

Bilmiyorum ki!

Bir yanım da  tabeladaki yazıları  sökünce, savaş kazanmış komutan gururu  yaşayan teyze var.    Bir yanımda 70’li yıllarda elinde tahta bavuluyla, Haydarpaşa istasyonunun merdivenlerinden inen köylü delikanlı şaşkınlığı ve korkusu.

Öğrendikçe ne çok öğrenilecek şey varmış duygusunu  yaşıyorum 
                Medyadaki  siyasetteki  ekonomideki  gördüklerim kendiliğinden spontane  olaylar olmaktan çıktı. Artık parçaları bir araya getirmeye başlıyorum. Global bir köye dönüşen Dünya dev bir  sosyal  laboratuvar gibi görünüyor.

Daha yolun başındayım alacağım daha çok mesafe var ve ben mutluyum! şaşkınım!, endişeliyim!, umutluyum!  Ve artık daha az konuşuyorum!

Bilmek bir yükmüş onu anladım.

Bilmemek ne güzel her şeyi biliyorsun!

 




BİLMEK ÜZERİNE !!!




Koca stadyum bir vücudun parçalarıymışçasına aynı anda dalgalanıyor hep bir ağızdan haykırıyor

-Goool!!

-Ofsayt!  Sarı kart, sarı kart. .

-Hakeme gözlüüük.

Tribünlerden sahayı göremeyecek kadar küçük bir çocuk,  babasının omuzları üzerinde maçı seyrediyor. Gayet heyecanlı küçük ciğerlerinin elverdiği  ölçüde o da bağırıyor

-Goool!

-Bariz ofsayt o pozisyon!

-Hakeme gözlük!

-Pas ver, pas ver.

Birden babası  omuzlarından indirip, şiddetli bir tokat vuruyor küçük çocuğa.

Etraftaki başlar hayretle ikiliye dönerken, birisi müdahale ediyor babaya.

-Beyefendi neden vurdunuz? Çocuk gayet güzel öğrenmiş, bütün pozisyonları biliyor.

Öfkeyle burnundan soluyan baba cevap veriyor.

-Biliyor biliyor keratada, birde tuvaletim geldi demesini bilse!

Güzel yurdumun, güzel insanları ne çok şey biliyor.

Kahvelerde, misafir salonlarında, ev gezmelerinde, otobüs duraklarında, marketlerde, bürolarda.

Televizyondan başka bilgi kaynağına ihtiyaç duymayan yurdum insanı bir siyaset bilimciden daha fazla siyasete hâkim. Kabine kuruyor, iç politika belirliyor, ekonomi dizayn ediyor, milli eğitimi düzenliyor.

Bir diplomattan daha fazla dış siyasete hâkim. Obama’ya akıl veriyor, Merkel’e ayar çekiyor

Bir ekonomistten daha fazla ekonomiye hâkim. Enflasyonu düşürüyor, kur politikasını belirliyor, borsa oynuyor.

Bir doktordan daha fazla tıp bilgisi var. Şıp diye teşhis koyup, tedavi öneriyor.

Bir teknik direktörden daha fazla futbol bilgisi var. Çünkü hafta sonları halı saha maçlarında tozu dumana katıyor. O yetkiyle  milli takım belirliyor, teknik direktörü kapıya koyuyor.

Hâsılı kelam her konuda bilgisi var. Fikri ve hal çaresi var. Herkese ayar çekip, herkese fikir veriyor. 

Konuşuyor, konuşuyor, durmadan konuşuyor.

Bir kitap bitirmemiş, bir gazeteyi günlük takip etmemiş insanlar okumuyor sadece  konuşuyor. Bir konuda uzmanlığı olmayan insanlar her konuda uzman. Hem de asıl kendi hayatı ve yaşam kalitesine katkı sağlayacak alanlarda değil, başka her alanda.

Bilmemek ne güzel her şeyi biliyorsun!

 


 





4 Şubat 2015 Çarşamba

PEYGAMBERLER DİYARI URFA

                   
                     URFA


.Urfa Peygamberler şehri olarak biliniyor.
Bu gördüğünüz açıdan ,taş yapılarıyla Urfa şehir silüeti  Mardin'e benziyor.Burası eski Urfa.


Yerel giysileri ile Urfa'lı kadınlara şehrin her yerinde rastlayabiliyorsunuz.Farklı renkte kullandıkları başörtülerinin rengi mensup oldukları aşireti belirtiyormuş.

                                 Öğle yemeğini yediğimiz taş binanın dışardan görüntüsü.

Taş binalar çok estetik ve fonksiyonel.Kalabalık ailelerin her türlü ihtiyacı gözetilerek inşa edilmiş.Bugün restoran olarak kullanılıyor.Mahremiyet gözetilerek evlerin içi dışardan görülmeyecek şekilde dizayn edilmiş.
Geniş bir avlunun etrafına her bir oda ailedeki bir kardeşin yaşaması için uygun olarak inşa edilmiş.Avlunun ortasındaki kuyu taş işçiliğinin mükemmel bir örneği.
Yediğimiz Urfa kebapta et,zırh denilen satır benzeri büyük bir bıçakla doğranıyor.Kıyma gibi makinede çekilmiyor.Tekrar tekrar söylüyorum ki bir yemek kesinlikle asıl  yerinde yenilmeli.Başka şehirlerde yediğimiz Urfa kebapların çakma olduğunu burada net bir şekilde gördük.
BALIKLI GÖL- HALİLÜR-RAHMAN CAMİİ



Balıklı göl Hz İbrahim'in Nemrut tarafından ateşe edildiği yer olarak kabul ediliyor.Hz İbrahim Kuran'ı Kerim'de anlatılan Ululazm (yani büyük) peygamberlerlerden . Enbiya suresinde ateşe atılmasını anlatan ayetler geçiyor.
       Tek yaratana iman eden  Hz İbrahim Nemrut ve halkının taptığı putları ,tüm şehir ahalisinin şenlik için toplanmasından yararlanarak ,boş kalan mabetlerine girer ve en büyükleri hariç hepsini kırar.Baltayı en büyüklerinin boynuna asar.Şenlik sonunda mabede gelen halk putlarının kırıldığını görür ve şenliğe gelmeyen İbrahim tarafında yapıldığını anlarlar.Hz İbrahim Nemrut tarafından ateşte yakılarak cezalandırılmak istenir.Bunun için civarda ne kadar odun varsa toplanarak çok büyük bir ateş yakılır.Ateş o kadar büyüktür ki yanına yaklaşılamadığı için Hz. İbrahim mancınıkla ateşe atılır.

        Ama Cenab-ı Hakkın ''Ey ateş İbrahim için serin ve selamet ol (Enbiya 69)'' buyurması ile ateş Hz İbrahime zarar vermez.


Halk arasındaki inanışa göre bu hitaptan sonra ateş suya odunlar da balığa dönüşür.Bu yüzden Balıklı göl ve göldeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilir.Ve balıklar yakalanmaz. 

                            

Gölün kenarında satılan balık yemlerinden alıp suya serptiğiniz zaman balıklar yemleri yemek için oraya toplanıyor.Aralarında ağzı hep açık duran balıkları görünce kendi aramızda gülüp espri yapmıştık.''Bu balıklar diğerlerinden daha obur herhalde ''diye ama sonra çok üzücü bir şey öğrendik.


Meğer bazı insan kılıklılar , zavallı balıklara nohut ve benzeri yiyecekler atınca zavallıcıklar onları yutmaya çalışıyor ama  boğazlarına takıldığı için yutamıyor ve ağızları açık kalıyormuş.Tabi ki sonrada açlıktan ölüyorlarmış.Duyunca o kadar çok üzüldüm ki..

                           
                                       Gölün civarı piknik alanı olarak  da kullanılıyor.

AYN ZELİHA GÖLÜ

Rivayete göre Nemrut'un kızı Zeliha gizlice Hz İbrahim'e iman etmiştir.Onun ateşe atılmasına engel olamadığı için o kadar üzülür ki oda kendini ateşe atar ve onun ateşe düştüğü yerde de bir göl meydana gelir.Bu gün bu göle Ayn Zeliha (Zeliha'nın gözü) ismi verilmiştir.Gölün etrafında çok hoş çay bahçeleri var ve her daim cıvıl cıvıl ve isterseniz gölde kayıkla gezebiliyorsunuz.


MEVLİD-İ HALİL CAMİİ



Hz. İbrahim, Mevlid-i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağarada doğmuştur. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimlerin "Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir" demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesini ister.
Sarayın putçusu Azer'in hanımı bu mağarada gizlice Hz. İbrahim'i dünyaya getirir. Hz. İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır. Hz. İbrahim'in doğduğu mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve bir çok hastalığı iyileştirdiğine inanılır.


Mevlid-i Halil Camii'nde sabah namazlarından sonra zikir yapılıyor ama kadınlar giremiyor.Ancak pencerelerden görebiliyorlar.
                                                    Hz İbrahim'in doğduğu mağara.


HZ EYYÜB MAKAMI










HARRAN


HARRAN EVLERİ












ERRUHA OTEL







URFA MÜZESİ