Allah cezanızı
vermesiiin?… Ne bu mutfağın hali böylee?…
Eyvah annem
mutfağa girmiş. Hâlbuki suç delillerini itina ile kapatmıştık. Yerlere dökülen
unları el süpürgesi ile kapının arkasına süpürmüş, masanın üzerindeki hamur
bulaşığını, bulaşık süngeri ile iyice silip temizlemiştim.
Tüh…Un
kavanozunun üstünde kalan, hamurlu el izlerini silmeyi unuttum galiba ya da
kapının arkasına süpürdüğüm unları annem gördü. Ne yapayım, ne kadar uğraşsam da bir elimle süpürge tutarken, diğer elimle küreğe süprüntü doldurmayı beceremedim. Ben de kapının arkasına
süpürüp, üstünü süpürge ile örterek gizlemiştim.
Elimizdeki suç
aletlerimizle beraber, balkondan merdivenlere kaçarken, annemin yeni bir
feryadı ile sıçradık.
Kııız… bu
makasımı hanginiz aldı yerinden?
Hay Allah! makası yerine koymayı unutmuşum. Bizim de kâğıt
makasımız var ama Annemin Alman Markı vererek satın aldığı, Solingen makas gibi
değil ki. Küçücük makasla,” kırt kırt kırt “en az üç hareketle keseceğin
mesafeyi, Solingen makas kıtııırrrtttt diye bir hamlede kesiyor.
Suçumuz da suç
değil ki Allasen. Uçurtma yapıyoruz, komşunun kızıyla. Galiba eylemden çok,
eylem süreç ve araçlarıydı, annemin gazabını çeken.
Eskiden, çook
eskiden, Develerin tellallık, pirelerin
berberlik yaptığı zamanlarda, biz çocuklar da kendi oyuncaklarımızı kendimiz
yapardık.
Evde kıyameti
kopartan hadise de söyle gelişti efendim. Gazete kâğıtlarını aldık, kargı
çıtaları bulduk, ince sicimi harçlıklarımızla satın aldık, uçurtma yapacağız.
Tüm bunları birleştirmek için yapışkan lazım. Tüpte satılan UHU lardan almak
pahalıya geleceği için, yapışkanımızı kendimiz yapıyoruz. Un ve su ile kardığımız
hamur yapışkan.
Annemin komşu ile
balkonda lafladığı zamanda mutfağa girdik, un kavanozundan aldığımız una biraz
su katarak macun yaptık ama koyu oldu. Biraz daha su ilave edince ise iyice
cıvıklaştı. Hamurlu ellerle un almaya çalışırken ise birazcık(!) un döküldü
birazcık(!) ta kavanozda hamurlu el izlerimiz kaldı.
Hâlbuki
sırtımızdan ter akarak izlerimizi kapatmıştık, amma anne feraseti, gözlerinden
hiçbir şey kaçar mı? Suç izlerinden yakalandık.
Oturduğumuz mahalle
dağın hemen yamacında. Dağın eteklerinde geniş düzlükler ve mahalle aralarında ki
büyük ve boş arsalar uçurtma için oldukça uygun alanlardı. Rengârenk uçurtma
yapmak için, defterlerimizi kapladığımız, parlak jelatin kâğıtlar vardı elbette,
ama bu masrafı yapabilmek için
ustalaşmak, bunun için de birkaç ön çalışma yapmak gerekirdi. Böyle olunca da
önce gazete kâğıtları ve hamur yapıştırıcı ile denemeler yaparak, kuyruk
uzunluğunu, uçurtma ipinin ölçeklendirmesini, kargı çubuklarının genişliğini ve
uzunluğunu, bağlantı yerlerinin sağlamlığını ayarlamak için ipin kaç kere
sarılması gerektiği gibi ayrıntıları, bu denemeler yoluyla öğrenirdik. Tabi
usta bir çocuktan uçurtma satın almak ya da büyüklere yaptırmak gibi
alternatifler olsa da, büyükler uğraşmaya yanaşmaz, satan çocuk ise kaç
haftalık harçlığımıza mal olacak bir fiyat isterdi. Bir de “ben yaptım” demenin
havası başka tabi.
Kargı, yakında
ki, yazları suları iyice kuruyan dere
yatağının kenarlarında, bolca bulunan sazlardan yapılırdı. Kopartıldıktan sonra
iyice kuruyan sazlar, dikkatle ikiye bölünür, aynı boyda kesilir üç veya dört
kargı, ortalarından iple sıkıca sararak birleştirilip, altıgen veya sekizgen
bir çerçeve oluşturulurdu. Bu çerçevenin aralarına ip gerilir, yere yayılan
gazete üzerine yatırılıp, aynı ölçüde kesilen gazetenin kenarları, çerçeve
iplerinin üzerinden katlanarak, yapıştırılırdı. Sazlar ne kadar çok kurursa o
kadar hafif olur, gazete ne kadar gergin ve düzgün kaplanırsa hava akımına
karşı o kadar sağlam durur ve yükseğe çıkardı.
Maalesef, onca
uğraşıma rağmen, iyi bir uçurtma yapmayı beceremedim. Galiba erkek çocuklar, bu
konuda bizden daha yetenekli oluyordu. Havalanan uçurtmalarının ipini, kız
kardeşine, bazen kısa bir süre veren abisi olan, şanslı kızlardan olamayınca,
biz de şeytan uçurtması dediğimiz, defter sayfalarından yapılan uçurtma ile
idare etmek zorunda kalırdık.
O zamanlar, gazeteler,
oyuncak yapımı için, çok fonksiyonel malzemelerden biriydi. Alt sokağın başında
ki yayla çeşmesinin yalağında yüzdürmek için, gemi filosu bile yapabilirdin
mesela. Sonra güneşten korunmak için şapka, komşunun ağacından topladığın
erikleri koymak için kesekâğıdı ,ve hayal gücünün genişliğine göre daha bir
sürü şey.
Erkek çocuklar,
dağın yamacından başlayıp, aşağı caddeye kadar inen yokuşta sürmek için, tahta
arabalar yapardı. Bilyeli rulman tekerlek takılan araba, yokuş aşağı inerken, gök
gürültüsü gibi ses çıkarır, rüzgâr gibi, aşağı caddeye bir solukta inerdi. Çocukların
becerilerine göre, direksiyon veya fren gibi mekanizmaları olan arabalar da
vardı. Bir abimin olmamasına en hayıflandığım anlardan biri de, ağabeylerinin
arkasında oturup, neşeli çığlıklar atarak kayan kız arkadaşlarımı, iç çekerek
seyrettiğim o zamanlardı.
Soba telleri de,
gazete kadar, fonksiyonel malzemelerden biriydi. Bükülerek, iki tekerlek şekli
verilen tellere, başka bir tel parçası ile direksiyon yapılır, koşarak çember döndürür
gibi tel araba sürülürdü. Daha maharetli olanlar, dört başı mamur araba,
bisiklet bile yapardı. Hele de babanın malzeme çantasından, pense veya
gagaburunu göstermeden alabilirsen, daha küçük ama daha kompleks oyuncaklarda
yapabilmek mümkündü.
Tabi bu
arabaları, kız ve erkek çocukları da yapabilirken, birbirimizin alanlarına
girmediğimiz oyuncaklar da vardı.
Mesela, şimdi
Barby evi dediğimiz evlerin benzerini, biz karton kutulardan yapardık. Dikkatle
çizilip kesilen kutuya, açılır kapanır kapı pencere yapar, pencereye kumaştan perde geçirir, içine
karton ve kumaşlardan, renkli kâğıtlardan mobilya bile uydururduk. Hatta
yaptığım bir evin içine, babamın da yardımı ile minik kırmızı bir gece lambası
bile koymuştum. Odanın lambasını kapatınca evceğizimin pencerelerinden dışarı
süzülen kırmız ışık, sevinçten el çırparak
havalar zıplamama sebep olmuştu.
Sonra, yine
kızların yaptığı, şimdi hazırları olan, bebek giydirmece oyunumuz vardı.
Kartondan yaptığımız bebeğe, yine kâğıtlara çizip boyadığımız, farklı kıyafet
kombinasyonlarını dikkatle keser ,bir modacı ciddiyeti ile bebeklerimize
giydirirdik. Oyuncak bebeklerimize, artık kumaşlardan giysi dikerek, terziliğe
ilk adımlarını atan arkadaşlarımız bile olurdu. Yine, bebeklerimize tığ ve
şişlerle kazaklar, elbiseler örmek, bizim hayal gücümüze ve el becerimize
kalmış uğraşlardı.
Ayrıntısına
girmeyeceğim, yağlı çamur dediğimiz killi çamurlardan yaptığımız, fincanından
televizyonuna, tüm evin mobilyalarını yapabildiğimiz dekoratörlük denemelerimiz
de mevcuttu tabi.
Tüm bunlardan, daha fazla zevkli moda uğraşı
ise, evcilik oynarken yaptığımız gelinliklerdi. Bu gelinlikleri yapmak el
maharetinden ziyade, annelere görünmeden, malzeme temin edebilme mahareti
gerektirirdi. Öncelikle dikdörtgen bir namaz örtüsü gerekirdi, bu iş için. Normal, pamuklu tülbent, namaz
örtüsünden olmaz ama. İpekli veya şifon,
iğne oyalı mevlit örtüsü olması lazım.
Allah aşkına,
pamuklu kumaştan gelinlik gördünüz mü hiç? Elbette ipek olmalı da, işte o mevlit
örtülerini ele geçirmek, her yiğidin harcı değil. Gelin ve bebek mevlitleri
için iğne oyasından yapılan o örtüler, anne çeyizlerinin en mutena ve pahalı
parçalarıydı. Beyaz, pudra pembesi, bebek mavisi gibi renklerde olan bu mevlit
örtülerini ele geçirebilirsek, beyazdan gelinlik, diğerlerinden nişan elbisesi
yapardık. Yalnız” bir evcilik oyununda, aynı anda, hem nişanlık, hem gelinlik
giyen kızlar olur mu?” sorusuna
cevabımız yoktu tabi de, böyle bir soru da aklımıza gelmezdi.
Fare gibi
sessizce, çeyiz sandığından yürüttüğümüz, bu mevlit örtülerini, kol atından
geçirerek pareo gibi boyun etrafından dolaştırır, ensemizde kocaman bir
fiyonkla birleştirirdik.
Gelinlik
tamaaam. Sıra da duvak var. Duvak için ise, o zamanlar, bahçeli evlerin
kapısına gerilen tüller, en uygun malzeme. Bu da, en az, çeyiz sandığından mevlit
örtüsü kaçırmak kadar zor bir eylem. Zaten bu tülü getiren, oyunda gelin olma
hakkını, bileğinin hakkı ile kazanmış sayılırdı. Duvağa eklemek için, çiçek
bulmak, işin en kolayı. Bir de gelin teli, genellikle düğünlerde, konuklara da
verildiği için hepimizde olan bir aksesuar. Hele de yapma inci bir kolye
bulursan tamamdır. En seçkin(!) en elit(!) gelin olmak mümkün artık.
Evet, son kalan tehlikeli bir malzeme teminini daha başarırsan,
dört dörtlük bir gelin olmak mümkün artık. Topuklu bir ayakkabı ile beyaz bir
çanta. Bunları alması biraz daha kolayda, dışarı çıkarken anneye yakalanırsan, tüm bu hazırlıkların, güme gitmesi ihtimali söz konusu. Zira,
bunları arkana saklayarak çıkarmak, diğerlerine nispeten daha zor.
İşte, bunca elit(!)
ve kibar(!) gelinlik giyen, gelin
kızlarımızın yanına yakışacak elitlikte damatlık uydurabilmek mümkün olmadığı
için, bu düğünlerimiz hep damatsız olurdu. Kayınvalide görümce filan da olmaz,
herkes nedime takılırdı.
Şimdi bakıyorum
da o oyuncak üretme, el maharetini, hayal gücünü, yaşam becerisini geliştiren,
detaylarla mutlu olmayı öğreten, ne kıymetli oyunlarmış.
Ama anne çok bi haklı ki :)) anne çıldırtmalık icraatlar hep...o degil de üretkenliğin bu denli had safhada olmasını anne terliklerinin caydırıcı cazibesine ragmen tebrik ve takdir ediyorum..undan yapışkan yapmak nereden gelir akla :)
YanıtlaSilŞeytan ucurtmasini pencereden uçurmak erkek kardesimin işiydi..alet edavatli her sey onun isiydi..ben minnacık bile merak edip yanasmadım hiç..öğrendiğim örgü ile bebegime elbise yapıyordum:)
Yazı da resimler de çok cici :)
Kesinlikle çok haklıydı...Annemden hiç terlik yemedim ben. Sadece bir kere (o da sonuna kadar hak ettiğim) bir süpürge sapı yemişliğim var kiii... Aman aman...
SilKeşfe meraklı bir çocuktum. Çok farklı oyuncaklar yapmışlığım vardı.Tabi çevremin etkisi de çok. Özgürce oynayabilen çocuklardık.
Çocukların olduğu tüm fotolar cicileşiyor sanırım :))
Ah ah benim çocukluğum 😊Annemde bezden bebek yapardı tahta beşik yapardık 😊 Şimdi ne yazık ki hiç bir şeyin kıymeti kalmadı .. Gönlüne yüreğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş gerçekten 😊🌼👏 sevgiler canım benim..
YanıtlaSilAh o tahta beşikler. Bir de sallananları vardı demi?Bak sen söyleyince aklıma geldi. Sandalyenin ayakları arasına, çingen beşiği dediğimiz beşik yapardık.İp gerer arasına bezi iki taraftan katlayarak beşik yapar oyuncak bebeğimizi sallardık.
SilBenden de sevgiler :))
Ya eski günlere gittim. Şimdi çocuklarıma bakıyorum.. Benim de suçum var, çocuğun işi oyun oynamak dedim ve oyuncakla kitaba doyurdum onları. Ama doyumsuz oldular tabii ki.... Eskiden iki oyuncakla saatlerce oynar, dediğiniz gibi kendi oyuncaklarımızı yaratırdık. Şimdi herşey hazır ve içi boş.. Malesef.
YanıtlaSilGerçekten de çocukların işi oyun olmalı. O konuda çok iyi yapmışsın aslında.Sanırım sorun, hep yapılmış oyuncaklar ve kurgulanmış oyunlar olması.Çocuklar kendi kendilerine bir şey üretebilmeyi, oyun kurgulamayı, kurallar koyarak ona uymayı bilmiyorlar gibi geliyor bana.Büyükler korunmacı tutumlarında aşırıya kaçıyorlar. Gerçi haksızlar mı onu da bilmiyorum. Sokaklar parklar çok değişti.
SilÇocuklarımız başka bir çağın insanları artık.Son zamanlarda çocuklarını el becerilerini ve yaratıcılıklarını geliştirecek oyuncaklar da üretilmeye başladı.Sevindirici bir şey bunun fark edilmiş olması. :))
Çay kutusundan araba.
YanıtlaSilŞimdi neyin içinden çıkardı unuttum. Emzik gibi küçük ve renkli şeyler vardı. Onlardan bir aile kurmuştuk.
Biz bu kadar detaylı oyunlar oynamazdık.
Terlik saklamaca oyunu vardı meselâ bizde. :))
Çay kutusunda araba hiç hatırlamıyorum. Ama teneke arabaları be otobüsleri hatırlıyorum. Dış yüzeyine yolcular ve şoför resmi çizilmiş olurdu.O emzik şekerleri hatırlıyorum.Renkli renkli olurdu.:))
SilBizim yaşadığımız şehir ve mahalle, sokakta oynamak için çok müsait yerlerdi. Şanslıydık o açıdan :))
Terlik saklamaca...Galiba hatırlıyorum ona benzer bir oyunu :))
Kıyafet giymede babaannemin başörtülerini kullanırdık modacı gibi hissederdik kuzenlerimle 😂
YanıtlaSilEee bu da bir nevi modacılık. Öyle hissetmekte haklısınız:)) Ah o annaneler ve babaannelerin evlerini,çeyiz sandıklarını karıştırmanın zevki :))
Siluçurtma süreci çok tatlıymış. un su yapışkanı bilmiyodum, kargı gördüüm, zeytinleri ağaçtan düşürmek için galibaaa :) düğün süreci daha komikmiş amaaa :) gelinlik kısmı ha haa, namaz örtüsü, tülbent filan, mevlüt şeysileri, çok güzeeeel yineee :)
YanıtlaSilAma onca uğraşıma rağmen, doğru düzgün bir uçurtma yapamadım ya hala ona yanarım :)) Hamur yapışkanı çok kullandık ya. Uhu ya para mı yeter? :))
SilEee şimdi gülüyoruz ama o zamanlar ne ciddiyetle icra ederdik o düğünleri.Herkes gelin olmak isterdi. Gelin olacak kızın seçimi çoğunlukla küslüklerle sonuçlanırdı.İşaret parmağı ile orta parmağımızı çapraz yapar "boz bunu" diye uzatırdık. Eğer karşıda ki bozarsa küsüşmüş olurduk :))
son yazımdasın ciciş :)
YanıtlaSilAy teşekkür ederiiiim... Hemen geliyorum :))
SilAhhhh şimdi bir çocukluk anım aklıma geldi. Uçurtma şenliğine gidip uçurtmasız bırakmıştı babam beni. Meğer herkes kendi uçurtmasını yapıp geliyormuş :D
YanıtlaSilYazık sanaaa :(
SilEminim baban senden çok üzülmüştür:)
O tahta arabalara “Tornet” denirdi benim çocukluğumda Ankara’da. Hakikaten mahalleyi ayağa kaldıran bir gürültü çıkarırlardı ama binmesi çok zevkliydi. O tel arabalarla da oynardık oğlanlar bize verirse. Gelinliklerimiz ise annelerimizin , o aralar çok moda olan, naylon gecelik-sabahlıklarıydı. Bir de ütü kordonundan mikrofonlara şarkılar söylerdik. Topuklu ayakkabı yapmak içinse, evdeki terlikleri iç içe sokup, apartman topuklu ayakkabılar elde ederdik. Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek - Ayfer Tunç, okumadıysanız mutlaka okuyun, masal tadında çocukluğumuzu anlatıyor.
YanıtlaSilAaa "tornet" hiç duymamıştım...O naylon geceliklerin askılarına düğüm atıp kendimize uydururduk demi;) Hah ha iyi akılmış, terlikleri iç içe sokup apartman topuk yapmak. Şükür ki ayaklarınız sağlam kalmış:))
SilAyfer Tunç'un kitabını çok severek okumuştum :)
Ahhh çocukluk...
YanıtlaSilDaha geçen gün blog'um 11. yaşını bitirip 12'ye girdi, ara vermeden yazan blog'ları görmek pek hoş oluyor :)
Eh Mert sen bari yapma... "Ahhh Çocukluk" demek için daha gençsin :))
SilAaa ne güzel... 11 sene...Zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Çok istikrarlı bir blogger olmasam da uzak kalmamaya çalışıyorum:)
Günümüz çocuklarının eline her şeyin hazır verildiğini, ne kadar bu yönde yeni yeni oyuncaklar çıksa da hayal güçlerinin gelişmesinde yetersiz olduklarını düşünüyorum. Örneğin küçükken kendime makyaj masası yaptığım geliyor aklıma. Aynasıyla falan... Derme çatma ama düşüne düşüne. Oysa ki şimdi hepsi hazır var oyuncakçılarda. Yazınız bu anlamda fikirlerimi destekleyen, çok hoş bir yazı. Kaleminize sağlık!
YanıtlaSilHaklısınız, çocuklar üretmenin zevkini bilmiyor."Ben yaptım" diyebilmenin, özgüven duygusuna katkısı ne kadar çok halbuki.Oyun kurmayı,rol paylaşımı yapmayı da bilmiyor çocuklar. Hepsi prens ve ya prenses.
SilBen de teşekkür ederim katkınız için :))
Çok samimi yazmışsınız. Keyif alarak okudum. Ellerinize sağlık . :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Ben de keyif alarak yazmıştım :))
SilSevda hatırlattı evet yaa, tornet denirdi bizim de bir komşumuzun oğlunun vardı. Balkonda görmüştüm hatta balkonda binmeye kalkmıştık çocuklar, kız kardeşleriyle iyi arkadaştık. Çocukluk ne kadar güzel, kıymetini yaşlanınca anlıyor insan. Keyifle okudum camgüzeli'm.
YanıtlaSilHoş geldin Müjde Abla, özlettin kendini.O arabalara tornet denildiğini yeni öğrendim.Maalesef binmenin keyfini yaşayamadım, ama seyretmesi bile çok keyifliydi.
SilEvet ya çocukluk her haliyle güzel:))
Merhaba;
YanıtlaSilBloğunuza mail abonelik butonu eklerseniz daha rahat takip edebiliriz:) Blog dünyasına hoşgeldiniz:)
Siz de bloguma hoş geldiniz :))
SilÖneriniz için teşekkür ederim.Maalesef teknik konularda çok iyi değilim. Blog takip butonunu kullanıyorum :)
Oyle sicak öyle içten ve samimi bir dille anılarınızı anlatmışsiniz ki. Adim adim arkanızdan dolaştım sizi izledim sanki uzaktan. Simdiki çocuklar da ne kadar hem acgozlu, hem kiymet bilmez oldular. Halbuki kendi oyuncaklarını yapan kadınların çocukları değil miydi bunlar, ya da bayramda yaşça büyük teyze kızının bir önceki bayram giydiğini giyen.... biz ne ara bu kadar değiştik... sizi takibe aldim, severek de takip ediyor olacağım.
YanıtlaSilGüzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.Hoş geldiniz bloguma :))
SilŞimdiki çocukların imkanlarına biz sahip değildik belki ama, şimdiki çocuklar da bizim imkanlarımıza sahip değil.Oynayacak ne sokak kaldı ne arkadaş.Parklarda bile yerler plastik döşeli.Kendi oyuncağını yapabilecek doğal malzemeleri yok çocukların.İğne, iplik, tahta, tel, çamur, çakı, kumaş gibi malzemelere erişimi yok.Kreş ve ana okullarında belirlenmiş alanlarda belirlenmiş faaliyetleri yapıyorlar.Biz kendi yaşıtlarımızdan öğrenir ,kendi oyunumunuzu ve oyuncağımızı kendimiz kurgulardık.
Şimdiki çağın yaşam tarzı farklı olduğu gibi, çocukları da farklı elbet.
Yani hasılı kelam, şimdiyi sorgulamıyorum aslında.Sadece çocukluğumuzun ortamlarına dair, kayıt tutuyorum kendimce:))
Söylediklerinize kelimesi kelimesine katılıyorum. Yalnız beni birazcık yanlış anlamışsınız. Simdiki cocuklar açgözlü ve kiymet bilmez oldular derken başkaca birseyi kastetmiştim. Cevabınızı da saklı, yazınızda da aslında benim kastettiğim şey. Biz kendi yasitlarimizdan öğrenir kendi oyunumuzu kurardık, kendi oyuncağımı yapardık demişsiniz mesela. Simdi, öyle değil. Oyuncaklar alınıyor, oyuncak saklama kutusu da ve o kutulardan onlarca alınıyor. Cunku daha çok kutuya ihtiyaç var. Çünkü cocuga surekli oyuncak alınıyor, çocuk açgözlü ve kiymet bilmez yetiştiriliyor. Bircok anne bir oyuncak alıp atıyor cocugun önüne. Cocuk da bakıp kutuya atıyor. Boyle değil oysa olması gereken. Öğretilmeli, oyun da öğretilmeli. Annenin görevi oyuncak almak değil, oyun oynamaktır. Cunku bir çocuk bugün kendimi iyi hissetmiyorum demez, oyun oynayalım mı der. Boyle birseyler kastetmiştim. Biz aileden bir başkasının kuculenlerini giyen kadınlar, ne ara çocuklarımızı bu kadar açgözlü yetiştirir olduk demek istemiştim. 2 yaşında bir oğlan annesi olarak ben böyle düşünüyorum. Cunku cevrem görüyorum, gozlemliyorum, birazcık da üzülüyorum.
SilAh evet,bu konuda çok haklısınız.Anne babalar kendi yaşayamadıklarını, kendi alamadıklarını, çocuklarına vermenin, iyi ebeveynlik olduğunu zannediyorlar.Halbuki onları oldukları kişi yapan, yaşadıkları.Bu deneyimlerden mahrum kalmaları çocukların kişiliklerine olumsuz yansıyor maaleasef.
SilZaten günümüz tüketim çağında," ancak tüketirsen değerlisindir" mesajı veriliyor.Haliyle doyumsuzluk mutsuzluğun kaynağına dönüşüyor.
Bu konuda sizinle hemfikirim :))
Bizim çocukluğumuz güzeldi. Sokağa çıkardık, üretirdik, yaratırdık. Taşlar, sopalar oyuncağımızdı. Şimdi plastiklerle büyüyor çocuklar. Kimi de zararlı kimyasallardan üretiliyor üstelik. Anne babalar bile uğraşmak istemiyor. Eline ver ses çıkaran hareket eden oyuncağı oyalansın işte.
YanıtlaSilÇocukluk her zaman güzel bence.Çocuklar bir çok noktada bizden şanssız belki ama, bir çok noktada bizden çok ilerde.Biz yabancı dil öğrenir gibi teknoloji öğrenirken, şimdiki çocuklar teknoloji donanımlı doğuyor adeta :))
SilBiz o zamanlar, güvenli sokaklarda gönlümüzce oynar, anne babalarımıza yük olmazdık.Şimdiki anne babaların işi daha zor bence :))
ben de ham incirden araba yapmıştım. tahtalar gövde incirler dört teker :)
YanıtlaSilÇok enteresan...Oldukça kreatif bir oyuncak:))
SilNe kadar da tanıdık geldi anlattıklarını. Çocukluk hatıraları ve onları süsleyen oyunlarımız,oyuncaklarımız... Az ile yetinebilen, kendi kurgumuzu, kareografimizi kendimiz yapabilen, her ne kadar tersini söyleseler de icat çıkarabilen çocuklardık. Geçmişi özlemle yad ettim sayenizde. Çokkkkk teşekkürler 😊🌷🤚
YanıtlaSilZiyeretinize ben de teşekkür ederim.Evet ya ne icatlar çıkarırdık de mi? O sokaklar oyun ve oyuncak için ne çok malzeme ile doluydu:))
SilBuram buram içtenlik kokuyor:)
YanıtlaSilAh teşekkür ederim. Yaşanılan doğallık yazıya da yansıyor haliyle))
SilAnlatıma bayıldım, zaman durdurulamıyor .. Emeğine sağlık :)
YanıtlaSilEvet ya durduralımyor. Bu anlatılanlar anlık fotoğraf çekimi kareleri gibi tarihe kayıt düşüyor:)
SilTeşekkür ederim:)
Yazdıklarınızın hepsini hatırlıyorum. Tornet dedikleri arabalara biz rulmanlı derdik. Dört bilye ve bir tahta ile aks yerine geçen iki sağlam ağaç çubuk. Ön aks iplere bağlı dümen vazifesi görürdü. Uçurtma konusunda çok sağlam sicimler alırdık. Uçurtmayı havalandırdığımızda bizden uzaklaştıkça dengesini bulur, sabit bir şekilde havada süzülürdü. Ancak o çocuk ellerimize o kadar büyük bir yük binerdi ki, gider bir ağaca bağlardık. Uçurtmalar çoğalınca birbirine dolanmasın diye hile yapardı bazıları. Kuyruklarına jilet bağlarlardı ki iplerini kessin diye. Hey gidi günler hey. Çok güzel anlatmışsınız, tebrikler:)
YanıtlaSilFarkı şehirlerde olsak da benzer çocukluklar geçirmişiz o dönemlerin çocukları olarak.Farklı sosyo-ekonomik gurupların arasında ki yaşam farkı daha azdı o zamanlar. Onun bir yansıması sanırım.
SilAh ah... o uçurtma arzusu hala içimde yaradır.
O uçurtmalarına jilet bağlayanlar, hayatlarının devamında, o eylemin değişik versiyonlarını sergilemiştir bence.Can çıkar huy çıkmaz.
Teşekkür ederim:)
Çok güzel yorumlamışsınız :) blogunuzu yeni keşfettim severek takip ediyorum. :)
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum. Beğenmenize sevindim :))Ben de sizi izlemeye aldım :)
SilMrb.Benim de buna benzer yazılarım var;) Sizinki çok ayrıntılı ve güzel olmuş.Benim gibi çocukluğunu özleyenler burdaymış:) Çok sevindim..
YanıtlaSilMerhaba... Hoş geldiniz... Bizleri birbirimize bağlayan ne çok ortak noktamız var değil mi?
SilGerçekten bizler kendi oyuncaklarını yapan ve hatta icat eden son nesiliz. Boş arsalarda koşturan, kaldırımlarda tebeşirle kareler çizip seksek oynayan, her gün sokağın havasını soluyan çocuklardık. Ben uçurtma yapmadım hiç, yapılmışları uçurdum :D
YanıtlaSilÇocukluk geldi geçti, bu sayfada harika bir yazıya döküldü ve okuyup mutlu oldu herkes :) Teşekkürler kaleme aldığın için. <3
Hatıraları bunca güzel yapan şey, sanırım çocukluğun saflığı ve masumiyeti.Bir de o zamanlar yaşam alanlarımız daha doğal ve üretmeye elverişliydi ve malzeme açısından zengin kaynaklara sahipti.
SilBen de okuduğunuz için çok teşekkür ederim:))