6 Mart 2022 Pazar

ZEYTİN VE YAVRULARI

Bu sene kış iyi soğuk yaptı. Her kış ayazlar başlayınca benim de yüreğim titrer karda kışta kalan evsiz barksız canlara. Sadece, fakir fukara evceğizini nasıl ısıtacak yavrularının rızkı için dışarıda nasıl çalışacak diye değil,  bir saçak altı bile bulamayan her canlının endişesi içimi yakar.

Her sene ki mutat endişelerimin yanına bu sene bir başka endişe daha eklendi. Güzel havalarda apartmanın bahçesinde sefa süren Zeytin şimdi ne yapacak? En ayaz gecelerin başladığı gün sokağa çıkarken gözüm bahçede Zeytin’i aradı. Göremeyince derin bir oh çektim. Demek ki apartmandakiler onu sıcak bir yere aldılar. Apartman hemen yanımızda ama kapısı diğer sokakta olduğu için giren çıkanı göremiyorum. Sırf Zeytin için gidip yan apartmandakilerle bile tanışmayı düşündüm de ne diye gidip el alemin kapısını çalayım?  Çalsam ne diyeyim?

-Af edersiniz Zeytin’in sahibi siz misiniz, tanışmaya geldim de  desem,  insanlar ne der?

Yapamadım tabi ama Zeytin de içime dert oldu. Neyse çok sert soğukların kırıldığı, güneşin bir nebze yüzünü gösterdiği günlerden birinde sokağa çıkınca gözüm her zamanki gibi bahçede Zeytin’i aradı.

Süprizzz… Zeytin bahçede her zamanki yerine kurulmuş oturuyor. Sevinçle koştum seslendim ama hanımefendi benim heyecanıma karşılık yarım ağız bir döndü o kadar. İşte asıl o zaman büyük sürprizi gördüm.

Bahçede kımıl kımıl dört tane yavru köpek. Meğer bizim Zeytin anne olmuş. Yavrulardan sadece bir tanesi Zeytin’e benziyor. Diğer üçü bahçe parmaklıklarının önünde gördüğüm sokak delikanlısının birer kopyası.

Nasıl da sevimliler. İlk bebekliklerini atlatmışlar biraz palazlanmışlar belli. Alt alta üst üste boğuşuyorlar. Bir de bahçede çukur kazıp kazıp  içine kıvrılıp yatıyorlar. Bahçe köstebek yuvasına dönmüş sayelerinde. O kadar seslendim dönüp bakmıyorlar bile. Onlar neyse de Zeytin de yüz vermiyor hiç. Onca seslenmeme ancak yarım ağız bir dönerek göz ucuyla bakıyor.

Eh ne yapalım canları sağ olsun. Yavrular bahçede oynaşırken Zeytin ise bahçede ki duvarın üstünde Sfenks heykeli gibi dikilip gururla başını kaldırarak onları seyrediyor. İşler güçler derken bir zaman dışarı çıkamadım. Sonra bir gün acele ile geçerken gözüm bahçeye ilişti. Zeytin her zamanki yerinde oturuyor. Beni görünce seslenmem bile gerek kalmadan koştu geldi. Eski mesut zamanlarda ki gibi başını demir parmaklıkların arasından uzatarak kendini sevdirmeye çalışıyor.

Şaştım kaldım bizim kızda ki değişikliğe. Sonra bahçede ki yavruları aradı gözüm. Yoklar. Hatta onlara ait mama ve su kapları bile yok. Ah yoksa? … İçim bir titredi.

İki gün sonra yine sokağa çıkınca ilk iş Zeytin’in yanına gitmek oldu. Bu sefer bahçede iki kız çocuğu var. Onları ilk kez görüyorum.

-Zeytin’in yavrularına ne oldu biliyor musunuz? diye sordum. İki kız da koşup parmaklığın yanına geldiler. İçlerinden afacanlığı gözlerinden okunanı cevap verdi.

-Onları komşulara verdik biz.

-Aaa ama daha çok küçüklerdi.

-Yok, teyze büyüdüler onlar.

-Ama Zeytin çok üzülmüştür.

Yine gözleri çakmak çakmak olan afacan cevap verdi.

-Yok, teyze üzülmüyor ki.

Onun arkasında kalan diğer kız, mahzun gözlerle bakıp yavaş sesle  ” yok teyze üzülüyor üzülüyor”  dedi başını yukarı aşağı sallayarak.

O günden beri Zeytin aynı eskisi gibi daha seslenmeme fırsat kalmadan koşup geliyor. Seveyim diye burnunu uzatıyor. Buna sevinsem de yavrularından ayrılan Zeytin’in o Sfenks heykeli gibi gururla oturup yavrularını seyreden halini,  mahzun ve sevgiyi arayan şimdiki haline seve seve tercih ederdim.

Hiçbir canlı evladından ayrılmamalı, hiçbir evlat da anasından.  Evet, yaşamın bir döngüsü var. Evet, her istediğimiz olmaz. Evet ama yine de yüreğim buruk hala…

25 Aralık 2021 Cumartesi

ZEYTİN HANIM

Efendim tanıştırayım komşumuz Zeytin Hanım olur kendileri. Yan apartmanımın bahçesinde ikamet ediyor. Şirin bir evi, mama kabı hatta bir battaniyesi bile var. Etrafı yeşillik çimenlik. Apartmanın Mernis adresine de kayıtlıdır her halde. Sonuçta o da bir apartman sakini.

Pek bir sevgi dolu. İlk başlarda ismini seslenince koşup geliyordu, şimdi ise beni fark ettiği anda seslenmeme fırsat kalmadan yerinden fırlıyor. Bahçenin içinde ki merdivenle çıkılan seti bir hamlede aşıp parmaklıklar arasında başını uzatıp bekliyor. İlk başlarda elimi yalamaya çalışıyordu ben ise elini öptürmemek için karşısında ki gençle güreşen dedeler gibi elimi saklamaya çalışıyordum. Sonra öğrendi hassasiyetimi, elimi yalamaya çalışmaktan vaz geçti. Sadece burnunu sürüp patileri ile bileğimi okşuyor. Sonra da parmaklığın arasında burnunu uzatıp sevmem için bekliyor. İstersen okşama. Uzun uzun okşatmadan başını içeri çekmiyor.

Zeytin Hanımı sevmeye vaktimin olmadığı zamanlarda neredeyse parmaklarımın ucuna basarak geçiyorum. Olmadı karşı kaldırıma geçerek oradan gidiyorum.

Fark ettiği anda kısa bacaklarının  üzerinde karnını sallaya sallaya koşuyor. Gel de bırak onu o halde. Geri dönüp Hamfendinin gönlünü almaya çalışıyorum artık. Napayım yoksa vicdan yapıyorum.

Son zamanlarda aramız biraz limoni. Seslendiğim zaman başını şöyle bir kaldırıp bakıyor. Sonra istifini bozmadan önüne dönüyor. Omuzları olsa  eminin  şöyle bir kaldırıp”hıhh” çekerdi.

Problem ne peki?

Efendim sanırım kuşak çatışması.

Olay şöyle oldu. Bir gün bahçeden geçerken baktım duvarın dışında bekleyen bir sokak köpeği bizimkini kesiyor. Bizimkinde ise bir havalar bir havalar delikanlıya cilve yapıyor. Seslendim şöyle bir yönünü dönecek gibi oldu sonra yine diğer tarafa gitti. Hadi bunu hazmedemeden bir hafta sonra ise bir başka sokak köpeği parmaklıkların etrafında volta atıyor. Bizim ki ise ona göz süzüyor. Allah affetsin delikanlı da pek bi çirkin. Hani şöyle yakışıklı boylu poslu olsa neyse.

-Kızım, sen daha geçen hafta başkasına göz süzüyordun. Ne ara onu unuttun da buna cilve yapıyorsun. Neyse, seslendim bu sefer geldi yanıma sevdim okşadım. Sokak delikanlısının yanında bozmayayım diye sesimi çıkarmadımdı. Sonra tenha bir zamanda çektim bunu yanıma nasihat ettim.

-Bak kızım evin var barkın var. Aç açıkta değilsin kendi kabından kendi mamasını yiyen ayakları üzerinde duran güçlü  bir kızsın. Ne işin var sokak serserileri ile. Böyle gel geç gönüllülükle, bir gün ona bir gün buna göz süzmekle olmaz bu işler. Bul bir efendiden köpekçik. Onunla baş göz etsinler seni. Evini yuvanı bil. Gözün dışarılarda olmasın.


O günden beri bana bozuk galiba sesleniyorum bin bir nazla geliyor. Eskisi gibi yerinden fırlamıyor.

Ay bu gençlere iyilik yaramıyor iyi mi?


21 Aralık 2021 Salı

HÜZÜNLÜ GECE


Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilir,

Müptela-ı gama sor kim geceler kaç saat.                                                      

 Sabit

 

En uzun geceyi ne astrologlar ne de takvimleri hazırlayanlar bilir. O en uzun geceyi en iyi bilenler dertle inleyenlerdir(aşıklardır)...
                                                   
***

Ey gece al hüzünlerim senin olsun...

Kış dönsün bahara
Sabahlar benim olsun...
Saçayım avuç avuç bahar muştularını...
En uzun gece
Bitimi değil belki zemherinin,
Lakin müjdesi değil mi güneşli günlerin ? ...

 Not: Eski bir yazıyı gündeme binaen yeniden yayınlıyorum. Uzun zamandır yazamadım ama buralardayım :))

11 Eylül 2021 Cumartesi

HOMELAND

 

CİA Özel ajanı Carrie Mathison Irak görevi sırasında idam edilmek üzere olan bir ajanlarından önemli bir istihbarat alır. Bu istihbarata göre bir Amerika görevlisi saf değiştirmiştir. Bu istihbarattan az bir zaman sonra Afganistan’da özel birlikler yaptıkları bir operasyonla yıllardır kayıp olan bir Amerikan askerini kurtarırlar.

Kurtarılan asker çavuş Nicholas Brody Büyük bir karşılama töreni ile ülkeye adım atar. Ajan Carrie Bodynin istihbaratı alınan kişi olduğunda ısrarcı olsa da diğerlerini inandırmaz. O da usulsüz olarak Çavuş Brody'nin evini gizli kameralarla donatıp yakın takibe başlar.

Çavuş Brody için Genel Kurmayın da büyük planları vardır. Onu bir kahraman olarak güvenlik politikaları yönünde kullanmak istemektedirler. Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekilmesi için gittikçe artan kamuoyu baskılarına karşı halkı güvenlik politikalarına ikna edilmesinin yolunu arayan Genelkurmay, Çavuş Brody’nin katılacağı vatanseverlik temalı mesajların verileceği büyük organizasyonlar planlar.

Kameralar karşısında ki Brody’nin sağ elinin ritmik hareketlerinden şüphelenen Ajan Carrie onun birilerine şifreli mesaj verdiğine üstlerini ikna ederek dört haftalık yasal takip izni çıkarttırır. İzni veren savcı da geçmişte yaptığı bazı hatalar yüzünden CIA ile çalışmak zorunda kalan bir kanun adamıdır.

Kısa bir süre sonra çavuş Brody’nin Müslüman olduğu ve  namaz kıldığı ortaya çıkar. Bu durum Çavuş Brody’nin istihbaratı alına terörist olduğu anlamına gelir mi gelmez mi? Dizi uzun bir süre bu sorunun cevabını arıyor.

Dünyada büyük eksen kaymasına yol açan 11 Eylül saldırılarını yıldönümünde üstelik yeniden ısınan Afganistan meselesinin konuşulduğu bu günler  ister istemez,  yakın diyebileceğimiz bir süre önce biten  Homeland dizisini hatırlattı.

2011 yılında başlayan dizi  2020  senesinde  bitti. Dünyada oldukça ses getiren yakından takip edilen bir yapım.  Ama ben bloglarda ki dizi tanıtımlarına hiç denk gelmedi. Muhtemelen gözümden kaçtı.

Dizi dünyanın en çok tanınan ama aslında işleyişi o kadar da bilinmeyen şehir efsanelerinin sisleri ardına yükselen Amerikan dış istihbarat kurumu CIA’yı anlatıyor. CIA’nın uluslararası operasyonlarını kurum içi ayak oyunlarını ajanlarını çekişmelerini ve farklı ülkelerin insanlarını ajanlaştırma ve kullanma faaliyetlerini  işleniyor.

Valla bu konuda uzmanlığım yok ama birçok eleştirmen en tarafsız CIA anlatımlarından biri olduğunu söylüyorlar. Oldukça sürükleyici heyecanlı her bölümün sonunda  “ha... nasıl yani?... “ dedirten bir dizi. Nefessiz izleniyor. Oyuncular çok iyi. Özellikle ajan Saul Berenson ve Çavuş Brody kendinizi kaptıracağınız kadar güzel oyunculuk sergiliyorlar. Ama çılgın  bakışlı ve rozetini kaybetmemek için aslında psikolojik problemleri olduğunu saklayan yarı deli Ajan Carrie şimdiye kadar en sinir olarak izlediğim karakter. Histerik acımasız kaba istediğini elde etmek için kendini bile kullandırtabilen Carrie’nin insani yönünün de olduğunu anlatmaya çalıştıkları bölümler inandırıcılıktan olabildiğince uzak. Yani oyunculuk inandırıcı aslında ama ben baştan  gıcık olarak izlediğim için bana etki etmedi.

 Hani dizi izlerken iyi ve kötüler ya da kötülükle iyilik arasında gidip gelen karakterler vardır ve kendinizi o taraflardan birine yakın hissederek seyredersiniz ya. İşte benim için hiçbir karaktere zerrece yakınlık hissetmeden gergin ve stresli bir şeklide izlediğim ama saatlerce dikkatim dağılmadan bir türlü bırakamadan izleyebildiğim bir dizi.

Gerginliğim ve öfkem dizideki karakterlerden ve konulardan bağımsız olarak hayatın içinde yaşanan gerçeklereydi aslında. Konunun siyasi yönünden tamamen bağımsız olarak içinde ki insan unsuruna odaklandım. Kameralarla bilgisayar akranları ile projeksiyonlarla donatılmış bir odadaki bir avuç insan, operasyon yaparak belki de  hiç görmediği sokaklarda, evlerde şehirlerde ki hiç tanımadığı insanların hayatları üzerine karar veriyor. Kendisinde tanrısal bir güç vehmederek başka insanların kaderini belirlemeye soyunuyor. İşte bunların bunca kolaylıkla yapılabilmesinin dehşetini yaşadım dizi boyunca.

Bir bilgisayar oyununda bile gösterilmeyecek fütursuzlukla canlı insanların hayatları üzerine karar veriliyor. Bir düğmeye basılarak onlarca insanın hayatına son veriliyor. Bu durum konunun her iki tarafında ki unsurlar için de geçerli. Bir bunu modernizm adına yaparken diğeri din adına yapıyor.

Dizi yoğunlukla Afganistan üzerinden ilerliyor. Arka planda ise CIA ajanlarının ayak oyunları planları birbirlerini saf dışı etmek için çevirdikleri dolaplar da işleniyor. İnsan hayatının gerçekten hiç önemi yok. Rakip gördüğü ajanın planını boşa çıkarma uğruna kendi adamlarını harcamaktan bir an bile tereddüt etmeyen güç unsurlarının , binlerce hatta milyonlarca insanın hayatının üzerinde söz sahibi olmaları dehşet verici.

Afganistan’da ki cani ilkel insanların, takım elbise kravat giymiş modern versiyonları ile dolu kurumlar. Aslında modern dünya ile savaşa giren fundamentalist teröristlerle mücadele edildiği  iddiası ile insanlar vahşi uygulamalara ikna edilirken, arka planda hangi pazarlıklar var? Ekmek bulamayan insanların yaşadığı ülkeler silaha verilecek bunca parayı nereden buluyor? En ilkel koşullarda yaşayan insanlar en modern silahlara arabalara savaş araçlarına nasıl ve hangi yollarla sahip olabiliyor. Öyle ya bu silahlar internetten alınıp kargo ile eve gelecek ürünler değil ki. Büyük  bir Açıkhava silah fuarına dönüştürülen coğrafyalarda hangi savaş  araçlarının performansını kimler test ediyor. Tabi  milyonlara mal olacak performans testlerini maliyetsiz bir şekilde gerçek insanlar üzerinde denemek ne kadar da konforlu(!)  modern (!) ülkeler için.

Şu anda dünyanın dengelerini değiştirecek olaylar yaşanırken acaba arka planda ne anlaşmalar yapıldı kimler neler kazandı bilmiyoruz. Gün gelince öğrenebilir miyiz? Onu da bilmiyorum.

Tabi dizi tüm bu sorularıma cevap vermekten uzak. Homeland  bana cevaplar değil sorular verdi daha çok. Ama Homeland güzel ve konunun meraklılarının mutlaka izlemesini tavsiye edebileceğim bir dizi.

29 Ağustos 2021 Pazar

KEZBAN PARİS'TE

 


Bizim Kezban Bacı kendini parklara bahçelere vurdu. Ayakları yere basmıyor.

Neden derseniz, yeni yeşil şapkasından dolayı. Kendisi, Kezban Paris’te filminde ki Hülya Koçyiğit havalarına girdi.

Hatırlarsınız köylü kızı Kezban’ı kalantor işadamı Hulusi Kentmen elinden tutarak oğluna layık bir genç kıza dönüştürür. O zamana kadar kızın yüzüne bakmayan Ayhan(İzzet Günay) birden Kezban’a deli divane olur. Benzeri birçok film var var aslında. Türkan Şoray’ın oynadığı bir filmde de benzer bir konu işleniyordu. Sokaklarda şarkıcılık yapan Türkan Şoray gazinocular kralı tarafından keşfedilince kısa bir eğitimden geçirilerek salon hamfendisi kıvamına geliyordu.

Kısa bir eğitim dedim, çünkü gerçekten de kısa bir eğitim. Bir oturup kalkmayı öğreten görgü hocası ermeni madama, bir nota öğreten şan hocası, bir de dans hocası tamam. Birkaç haftaya kalmadan Türkan Şoray Türk Sanat musikisi divasına dönüşüveriyordu.

Müzik konusunda verilen tavsiye neticesi “Mozart'a hayranım”,” Chopin çok severim”,” Çaykovski'yi iyi bilirim konken kankam olur”  kıvamında birkaç kelam, uzun ağızlık ile içtiği sigara ve şuh bir gülüşle müzik otoritesi uzmanların aklını başından alıyordu.

Evet, ambalaj ile değiştiğini sanan kenar mahalle ya da köylü dilberi kadar onun ambalajına bakıp kalitesini anlayamayan sosyete mensupları da enteresan. Ha belki de sosyete ya da müzik otoritesi geçinen insanların da kalibresi o kadar.

Hayır, maksadım o insanları aşağılamak değil asla. Söylemek istediğim ülkemizde ambalajın görüntünün içeriğin önüne geçmesi kadar buna inanan insanların fazlalığı.

Bunlar filmlerde elbette de reel hayatta da benzeri şeyler yaşamıyor muyuz?

Farklı yaşam tarzlarına sahip insanlar kendilerini semboller ve belli pratikler üzerinden ifade ederken işin değerler boyutuna girmeye hiç gerek duymuyorlar. Hatta bunu bırakın aynı ambalaja ve sembollere dâhil olmayan herkesi acımasızca  aşağılayarak nefret kusuyor. Acıklı bir durum. Biçim her zaman içeriğin önünde maalesef ülkemizde.

Ha ne diyordum ben aslında?

 Kezban Bacı yeni şapkasını pek beğendi. Onu başına geçirdiği andan beri oturması kalkması konuşması değişti. Pek bi kibar hanım hanımcık.

O öyle de bizi pek de ikna edemiyor. Biz içinde ki Kezban ne zaman yeniden, Şahika Koçarslan’lı gibi  “yetti beaa”  diye  bağırarak ortaya fırlayacak onu bekliyoruz.


7 Haziran 2021 Pazartesi

MAFYAN MI VAR DERDİN VAR

Kurtlar Vadisi ile başlayıp yıllardır emek emek örülen dizilerimiz sayesinde sonunda Dünyaca ünlü bir Marka sektörümüz oluştu. Hani Amerika farklı ülkelerin kültürel ürünlerini alıp dönüştürüp tüketim malzemesi haline getirerek ekonomik pazar oluşturuyor ya. Biz de aynen öyle yaptık. Dünyaca ünlü İtalyan mafya kültürünü aldık, güncelledik kültürümüz ve geleneklerimizle yoğurup yepyeni bir formata soktuk. Herhalde hiçbir ülkede mafya bu kadar itibar kazanıp rol model haline gelmemiştir.

Şu mafya dizilerimizi gördükçe göğsüm iftiharla kabarıyor. Allah’ım o ne kalite! O ne nezaket!  O kadınlardaki zarafet! Yok, yok kelimelerle anlatılmaz. Resmen aristokrat İngiliz aileleri gibi. İtalyan mafya aileleri dizlerini dövüyordur “biz neden bunca geri kaldık “diye. O elinden yağlar akarken, küçük dili görünecek şekilde kahkahalar atarak, elindeki tavuk budunu kemiren mafya babalarımız gitmiş, takım elbise kravatla masada oturup, 20 tane çatal bıçağı yerli yerince kullanarak, yanlarındaki zarif hanımefendilerle, kibar kibar yemek yiyen, beyefendi mafyalar çıkmış ortaya. Bir de nasıl duygusallar, nasıl nezaketliler.

Sıradan insanımızın bile yeni içselleştirdiği psikoterapi seanslarına sektirmeden giden, zaaflarını korkmadan dile getiren, kendi ile barışık özgüvenli mafya babaları kaç ülkede var Allasen. Arkasında adamları vokal yaparken şarkı söyleyerek sokaklarda gezen, merdivenlerden hoplaya zıplaya inerken topuklarını birbirine vuran mafya babası tiplemelerini  yakın zamanda, Singing in The Rain filminde ki yağmur altında kült dans sahnesi benzeri sahnelerde de görsem şaşırmayacağım artık. Yalnız benim bildiğim, mafya babaları gücünü korkutucu gücünden ve yaydığı dehşetin caydırıcılığından alır. Bu tipler nasıl mesleklerini icra edebiliyorlar ilginç doğrusu.

Kim bilir belki de yanlarında ki Kuşçu ya da Ramiz dayı gibi yan karakterlerle yaşadıkları mistik ilişki sayesinde farklı bir güç formatı geliştirmişlerdir.

Haa dizi karakterlerinde gördüğümüz mafya babaları reel hayatta da rol model olarak arz-ı endam etmeye başladı. Bir Köroğlu gibi ortalığa atılıp kanaat önderine dönüşen mafya babalarımız var artık. Pardon babalarımız diyerek çoğul konuşuyorum ama inanıyorum ki yakın zamanda bunca itibar gören rol modelimize özenerek yeni yeni simalar piyasaya arz-ı endam edecektir.

Yalnız piyasaya yeni çıkacakların işi zor. Her hafta yeni bir kitabın tanıtımını yapan sembolizm üzerine zihin egzersizi yapmaya zorlayan bir rol modelden bahsediyoruz. Klasik tiyatro tiratlarına gönderme yapan, psikanalizden bahsedip sosyal psikolojiden dem vuran, bilimsel yöntemlerle kriz yöneten bir karakter söz konusu.

 Hadi film veya dizi karakteri olsa neyse de gerçek hayatın içinde bunu sürdürebilmek çok zor. Çıta çok yükseldi çook…

Bu gidişle organize suç örgütleri arasında yaşanacak kavgalar çıkar çatışması ya da alan ihlali gibi sebeplerden değil de daha yüksek fikri ayrışmalarından yaşanacaktır. Mesela Frankfurt Okulu ekolünü savunan guruplarla Chicago Okulu Ekolünü savunanlar arasında taşlı sopalı sokak kavgaları yaşanırsa şaşırtıcı olmaz benim için.

Ha birde nasıl ki her meslek gurubuna yeni unvanlarla hitap ediyorsak (mesela kapıcı yerine apartman görevlisi, tezgâhtar yerine satış elemanı, sekreter yerine yönetici asistanı gibi) mafyaya da artık organize suç örgütü diyoruz. Tabi mesleki donanım yanında unvan konusunda da çağa ayak uydurmak lazım.


Gir bir mafyaya çoluk çocuk hayatın kurtulsun. Aile babası olacaklar için ideal meslek. Artık kız babaları sorar.

-Efendim oğlunuz ne işle meşgul?  

-Beyefendiciğim, kendileri henüz yeni mafyaya intisap ettiler. Orda kariyer planlıyorlar

-Hangi pozisyondalar efendim?

-Şimdilik çek senet tahsilatı konusunda eğitim alıyor ama yakın zamanda otopark değnekçiliğine terfi etmesini bekliyoruz. Çok zeki, gözü açık, becerikli bir gençtir. Uzakdoğu dövüş sanatları ile beraber her türlü silah konusunda  kendini geliştirme çabasında efendiciğim. Ayrıca Sosyal psikolojide algı yönetimi ve kara propoganda yöntemleri üzerine çalışmaları mevcut.

-Oh maşallah maşallah ideal damat adayı.

-Yani beyefendiciğim hanım kızımızı saraylarda yalılarda yaşatacağımıza yatlarda limuzinlerde gezdireceğimize emin olabilirsiniz…

Efendim bu milletin mafyası bile böyleyse, bu milletin sırtı yere gelmez evelallah.