13 Mayıs 2018 Pazar

REKLAMLAR ASLINDA NE SATIYOR ?


REKLAMLAR ASLINDA NE SATIYOR

Anneler günü vesilesiyle yer gök reklam oldu. Oldukça güzel ve kreatif reklamlar görüyoruz. Birçoğunu ben de zevkle izliyorum.

“Anneler her şeyin en iyisine layık” diyerek yaptıkları kampanyalarla, firmalar mal stoklarını eritiyor, bir sonraki özel günün hazırlıklarına başlıyorlar.

Reklam nedir diyecek olursak, en yalın haliyle bir ilan. Üretici açısından “bak senin şu ihtiyacını karşılayacak, şu şu özelliklere sahip bir ürün ürettim” diyor. Tüketici açısında da .”Şu ihtiyacımı karşılamak için, hangi özelliklere sahip, nasıl bir ürün satın alabilirim ”in cevabını veriyor.

Acaba salt bu mudur?

İhtiyaçlar hiyerarşisinde en alt basamaktaki fizyolojik ihtiyaçlarımız kadar önemli olan psikolojik ihtiyaçlarımız da var ve bunlar daha üst basamaklarda yer alır. Güvenlik, sevme sevilme, saygı duyulma, ait olma, kendini gerçekleştirme gibi ihtiyaçlar en az fizyolojik ihtiyaçlar kadar hayatidir. Ve reklamlar sattıkları ürünle beraber bizim bu ihtiyaçlarımızı da karşılayacağı vaadini bilinçaltımıza gönderir.

Bir bulaşık deterjanı reklamının arka fonun u gözlemleyin. Kocaman geniş bir mutfak. Son model beyaz eşya, şık mutfak mobilyaları, göz alıcı zarif porselenler-seramik kaplar, geniş aydınlık camlar ya da şıkır şıkır aydınlatmalar. Ve reklamı yapılan bulaşık deterjanı “elleri yıpratmadan en ağır bulaşıkları söküp atacağını ve elleri yumuşacık yapacağını “ vaat ediyor. Orda “  ya Allah aşkına, böyle bir mutfağı olan kadın bulaşıkları elinde mi yıkar? “ demek en azından hedef kitle olan ev kadınlarının aklına gelmez.

Burada reklamın amacı, 5 liralık değeri olan deterjana 15 lira fiyat ödemeyi gözden çıkartacak bir strateji geliştirmektir. Aslında orada pazarlanan bir hayat tarzıdır. Ev kadınının bilinçaltına o reklam, deterjanla beraber o mutfağı ve hayat tarzını da pazarlar.

Aynı şekilde meşhur cafe zinciri reklamlarında pazarlanan, karton bardaklı kahveyle beraber metropol yaşamı ve plazalarda beyaz yakalı bir iş hayalidir. Yoksa porselen bir fincandaki kahvenin tadını, karton bardaklı kahvenin vermesi mümkün mü?

Bu örnekler arttırılabilir. Reklamlar bize der ki  “bak ait olmak istediğin toplumsal gurup bizim şu ürünlerimizi kullanıyor, sende kullanırsan oraya ait olabilirsin”.

Reklamlar bize diyor ki “o özendiğin başarılı kadınlar bizim şu ürünümüzü kullanıyor. Başarı mı istiyorsun? sen de  bizim ürünümüzü  dene”.

Reklamlar bize diyor ki “hayalini kurduğun üniversitedeki gençler, benim şu içeceğimi içiyor”.

Reklamlar bize diyor ki “saçını benim şampuanımla yıkarsan karşı cins seni sever”.

Vs. vs.

Reklamlarda sadece adı geçen ürün pazarlanmaz. Orada pazarlanan bir pakettir. Ve bu ürün bizim psikolojik ihtiyaçlarımızı da gidereceği alt mesajıyla beraber pazarlanır. Böylece reklamı yapılan ürüne çok daha fazla para ödemeye bizi ikna eder. Amerika’da alt gelir gurubunun beslenme tarzı olan fast-food hamburgerlerin bizde üst gelir gurubuna hitap edecek şekilde piyasaya girmesi ve onlarca çeşit lezzetli ve sağlıklı, sıcak ve soğuk içeceklerimiz olmasına rağmen ,(sağlıksız olduğu kanıtlanmış olan) Cola markalarının, geleneksel değerlerimizin ambalajına sarılarak en ücra köydeki teyzelerin –amcaların bile mutlaka sofraya koyduğu bir içeceğe dönüşmesi bu stratejinin başarısının en somut kanıtıdır. Cola reklamlarında ki, açık alanlara kurulan kocaman kalabalık neşeli sofraları gözünüzün önüne getirin. Aslında bizim özlediğimiz sofraların resmini çizer bize, sonra da bu olmazsa bunlar da olmaz diyerek, o Cola’yı sofraya koyar.

Yani reklamların arka fonunda gördüğümüz hiçbir nesne, hiçbir müzik öylesine seçilmez. Her biri ince ince düşünerek planlanarak konulur.

                Reklamlar her yerde karşımıza çıkarak gün boyu bizi adeta bombardımana maruz bırakır. Birinden kaçarsak birine maruz kalırız. Eğer bilinçli tüketici olmazsak, ihtiyacımız olmayan birçok ürünü ihtiyacımız zannettirir veya ihtiyacımız olanı, değerinin çok üzerinde bir ederle almaya bizi ikna eder.


4 Mayıs 2018 Cuma

DEEP CAN'A SEVGİLERLE.


DEEP TONE

Blog mahallesinden arkadaşlar Kraliçemiz Deeptone’a sürpriz yapmak için organize olmuşlar. Ne de güzel yapmışlar.

Kraliçe veya Prenses; artık o hangisini kabul ederse. Sıfatlar o kadar da mühim değil ama şu bir gerçek ki blog yazan çoğumuzun yüreğine bir şekilde dokunmuş, teşvik etmiş, yardıma koşmuş, gönlü güzel, kalemi güzel bir ansan.

Bu kadara şeyi hayatının neresine, nasıl sığdırdığına hayret ettiğim bir atom karınca. Bir çocuk naifliği ile yaptığı yorumlarla insana enerji veren sevgi kelebeği.

Bazı sabahlar onun yorumlarıyla başladığım günümde, yüzüme kocaman bir gülümseme oturttuğu çok oldu. Sen hep hih hi diye gül deepcan. Sevgiyle kal.

Onun bloğuna yaptığım bir yorumu burada paylaşarak bitirmek istiyorum. Bunu okuyacak bir arkadaşın Deep’i yeni tanıyacağını zannetmiyorum, zira o herkesten önce muhakkak bir uğramış, tanışmıştır.

DEEP TONE

Aha bak Deep bir adet komplo teorim var…

Ben seni çözdüm. Öncelikle sen “sen “değilsin. Siz siniz. Zira Deep tone 8 kişiden oluşan bir ekip. Yoksa bu kadar iş bir kişinin harcı değil. D= Derya E= Emel E=Eylem P=Pervin T=Tekin O=Oya N=Nazan E= Esra

Şimdi D= Derya ekibin başı ve aynı zamanda da beyni. …Sade ve Derin bloğundaki paylaşımları o kaleme alıyo…

                E= Emel; Deryanın yardımcısı sosyal medya işlerinden sorumlu. Sosyal medya takip ve paylaşımlarını o yapıyo…

E=Eylem; Adı üstünde gurubun eylem planlarını hazırlıyor. Yeni blogları o keşfediyor, Keşfedilen bloglar yorum yazıyor...

P=Pervin; Filmleri takip sorumlusu. Filmleri seçiyor ve izliyor, özet çıkarıyo…

T=Tekin; gurubun tek erkek elemanı(idare edin artık, T ile kız ismi bulamadım) Teknik sorumlu. Header, görseller, temalar falan o hazırlıyo…

 O= Oya; Müzik sorumlusu. Müzik öneri listelerini hazırlıyo…

N=Nazan; Kitap sorumlusu. Kitapları okuyup özet çıkarmakla vazifeli…

E= Esra; Ayy aman ona da bişey bulamadım. Herhâlde o da çay kahve, getir götür işleri falan yapıyordur. Ne bileyim işte…

Şimdi eylem planınız şu. Adım adım bloglar âlemini ele geçirmek. Diğer bloggerlerde yetersizlik algısı oluşturmak. Bayaa bir mesafe kat ettiniz. 2207 kişiyi ele geçirdiniz…

De tıkandığım nokta neden bunları yapıyorsunuz?

Para desen blog reklamlarından zengin olmuş blogger yok…

Şöhret desen blog âlemi olarak anca bi Pucca’yı çıkarabildik, başka da biri olmadı. Zaten o da hemen kitap, köşe falan derken bizi bıraktı…

Güç desen Milyon takipçilere ulaşan sosyal medya fenomeni olma şansınız blog da yok.

Şimdi kara kara amacınızı düşünüyorum İyimi…

Hamiş: (Bu yazıyı bir espri olarak yazdım ama yine de ciddi ciddi düşünüyorum. Bu kadar üretim ve enerji, bir kişinin harcı nasıl olabilir?  J J J )

Yüzünde hep kocaman bir gülümseme olsun güzel insan, sevgi kelebeği Deep can


     

3 Mayıs 2018 Perşembe

STRES SARMIŞ DÖRT BİR YANIMI



Geçmiş zamanların birinde, iki genç birbirine sevdalanır. Durumu öğrenen aileler araya girer gençleri baş göz etmeye karar verirler. Oğlan evi dünürcü gitmek için gün belirler, kız tarafına haber verilir.

Kız tarafında hazırlıklar tam gaz başlar. Anne gelin adayı kızı su getirmesi için, köy çeşmesine gönderir. Çeşmeye gelen genç kız testisini doldururken hayallere dalar. Sevdiği genci düşünürken gözü çeşme başındaki ağaca takılır ve birden hayalleri yön değiştirir

“Akşam Ali’nin ailesi beni istemeye gelse. Babam beni Ali’ye verse. Güzel bir düğün yapsak. Sonra bir çocuğumuz olsa. Adını Veli koysak. Sonra Veli çeşmeye su içmeye gelince bu ağacı görse. Sonra ağaca tırmansa. Ağaçtan inerken ayağı kayıp düşse ve ölse. Ben anne olarak nasıl dayanırım.”Yufka kalbi dayanamaz ve hıçkırarak ağlamaya başlar.

Kızın gelmediğini gören annesi küçük kardeşini ablasını aramaya gönderir. Ablasını çeşme başında ağlarken gören kardeş merakla koşar ve ablasına neden ağladığını sorar. Zavallı kızcağız kafasındaki senaryoyu hıçkırıklar arasında anlatır ve en sonunda “söyle kardeşim ben anne olarak bu acıya nasıl dayanayım? “ der.

Hikâyeyi ablasından dinleyen küçük kardeş “sen annesi dayanamazsında, ben dayısı olarak nasıl dayanayım”  diye oda başlar ağlamaya.

Çocuklarının gelmediğin gören anne söylenerek çeşme başına varır ve birbirlerine sarılarak ağlayan kardeşleri görerek telaşla yanlarına koşar.

İki kardeş bu sefer bir ağızdan hikâyeyi anneye anlatırlar. Hikâye boyunca gözleri yaşaran anne de feryat figan ağlayan koroya katılır.”Sen annesi, sen dayısı olarak dayanamazsınız da ben ananesi olarak Veli’me nasıl dayanırım”

Ev halkının ortadan kaybolmasını merak eden baba da en sonunda çeşmenin yolunu tutar. Koro hıçkırıklar arasında evin babasına acıklı hadiseyi anlatır. Hayretle dinleyen baba “siz dayanamazsınız da ben Velime nasıl dayanayım “ diyerek duruma son noktayı koyar.

Sonunda Ayşe’yi Ali’ye vermekten vazgeçilir ve Veli kurtulmuş olur.

***

Küçükken annemden dinleyerek, güldüğüm hikâye belki de hayatta çoğumuzun yaşadığı bir gerçeklik.

Olaylar tepki verirken sadece o anki değil geçmiş tecrübelerimizi ve yaşanmışlıklarımızı devreye sokarak yorumlar ve karar veririz. Geçmişteki olumsuz tecrübeler, hayata bakış açımızı ve olayları yorumlayışımızı olumsuz noktada etkiler bir stresli kaynağına dönüşebilir.

Stres günümüzde hepimizi olumsuz etkileyen bir durum. Bunda teknoloji ile modern iş ve yaşam tarzının getirileri büyük olmasına rağmen bizim bakış açımızda oldukça etkili.

Günlük hayatımızda stresten kaçış mümkün olmadığı gibi, aslında stres zannettiğimiz gibi kurtulunması gereken bir illet değil, bedenimizi ve zihnimizi harekete geçiren, yönetilmesi gereken bir enerjidir. Stres hayatımızın doğal bir parçasıdır

Stres vücudumuzun kendini savunmak için devreye soktuğu doğal bir mekanizmadır. Sıkıntılı bir durum karşısında bedenin verdiği psikolojik ve fizyolojik tepkiler zinciridir.

Kalp atışının hızlanması, el terlemesi, kan şekerinin yükselmesi gerginlik ve stres belirtileridir.

Stres bedensel olarak baş ağrısı, uykusuzluk, iştah artması veya azalması, sinirlilik yaparken zihinsel olarak da iç sıkıntısı, gerginlik, düşük özsaygı gibi? meydana getirir.

Öncelikle hayata ve olaylara karşı bakış açımızı değiştirerek başlayabiliriz. Beyin kandırılmaya müsait aptal bir organdır. Olayları olduğundan çok daha büyük algılama potansiyeli vardır. Olumlu düşünmeyi öğretmek mümkündür.

Olacağından kaygılandığımız şeylerin % 40 ı hiç gerçekleşmez. Tüm kaygıların % 30 u geçmişten kaynaklanır.% 12 si kişiler arası iletişim bozukluğu kaynaklı iken %10 da sağlıkla ilgilidir.

Aslında kaygıya değer kısım ancak % 8 lik kısımdır. Bu % 8lik kısım tüm hayatımızı etkileyecek bir cendereye dönüşebilir.

Hayır diyebilmek ve olumlu düşünmek önemlidir. İletişim kalitemizin artması stres düzeyimizi kayda değer oranda azaltacaktır.

Stres kontrolü için neler yapabiliriz?

- Günde mutlaka bol su için. Susuzluk baş ağrısı yapacağı gibi gerginlik ve sinirlilik de yapar.

-Haftada 3-5 kez yarım saatlik fiziksel egzersiz yapın

-Gevşeme tekniklerini öğrenin

-Sigara ve alkolün depresyonu tetiklediğini unutmayın

-Hoş görülü olun

-Zamanı yönetmeyi öğrenin

-Eğlenmeyi ihmal etmeyin

-Gülümseyin, gülün, konuşmalarınızda esprilere yer verin

-Kendi kendinize konuşurken güzel şeyler söyleyin

-Her şeyi basitçe ortaya koymaya ve anlamaya çalışın

-Kişisel amaçlar belirleyin

-Yeterli miktarda uyuyun. Ne fazla ne az.

-Affedici olun. Merhametsizlik ve haset tükenmenize yol açar

-Ümitli olun. Ümit bir kas gibidir, geliştirin

-Kişisel gelişime vakit ayırın

-Egzersiz, spor yapın

-Düzenli dengeli ( protein, vitamin, karbonhidrat vb tüm öğeleri alarak)beslenin

-Doğal vitaminler alın, özellikle E,D,B,C Vitaminlerini

-Kafein, alkol, sigara, aşırı yemeden uzak durun

-Bir kenara para saklayın.

                ** èUNUTMAYALIM! Durumun kendisi değil, bakış açımız stres kaynağıdır. Amacımız Stresten Uzak Bir Yaşam Değil, Stresle Etkin Bir Şekilde Başa Çıkabilmektir. ç