2 Temmuz 2020 Perşembe

HAYALLER PERİLİ KÖŞK, HAYATLAR ???

Sokağımızın başında ki köşk(!) adres tarifi ve buluşma noktasıydı. Kurtuluş savaşında Yunanlıların çekilirken yaktığı şehirde, tarihi diyebileceğimiz pek bir bina kalmadığı için, eski yer evlerinin arasında hemen seçilirdi tabi bu iki katlı ev.

Gerçek anlamının yanında çok mütevazı kalsa da ben yine de perili köşk diyeyim. Yani peri falan gibi söylentileri de hiç duymadım, onu biz uydurduyduk aslında ama olsun. O benim için perili köşk.

Perili köşkün merdivenleri,  hemen karşısında ki lise öğrencilerinin sevgilileri ile de buluşma noktasıydı. Hafta içi her ikindi vakti okuldan çıkacak “görl frend”lerini bekleyen delikanlılar güneşten korunmak için bu köşkün merdivenlerine sıralanarak beklerdi. Tabi o saatlerde biz mahallenin çocukları buraya yanaşamaz başka oyun alanlarında oynardık.

Lise dağıldıktan sonra da bu sefer bir süre daha beraberce merdivenlerde oturan gençlerin dağılması ile köşk bizim hâkimiyetimize geçerdi.

Karşıda ki lisenin bahçesi de bizim oyun alanımızdı. O zamanlar çok moda olan hulahup çevirdiğimiz laklak şaklattığımız, araba geçmeyeceğinden emin olduğumuz koca bir oyun bahçesi. Ay bir oyuncak daha vardı ama adını hatırlamıyorum. Bir ucunda halka diğer ucunda ise plastik küçük bir top olan uzun bir ipti.  Halkasından ayağa takılır bir yandan koşarken halkanın ucunda ki ip yardımıyla ayağın ekseninde çevrilir diğer ayak ile de topun üstünden atlanırdı. Yani anlatması bile zorken, koşarken bir ayağınla çevirip diğer ayakla üzerinden atlamak daha da zordu. Yüksek kondisyon ve çeviklik isteyen ama o oranda da zevkli bir oyuncak.

Özellikle yazı serin saatlerinde oyunlar oynarken,  sıcak saatleri ise okuma zamanı yapardık.

Kemalettin Tuğcu ’nun kitaplarından Jules Verne’inin kitaplarına terfi ettiğim yaz, benim için dönüm noktası olan senelerdendi. Pek fazla uzak olmayan şehir kütüphanesine taşınarak tüm kitaplarını bitirdim. Denizler altında 20.000 fersah.  Aya seyahat,  Balonla Beş Hafta, 80 Günde Devriâlem, İki Yıl okul Tatili, Dünyanın Merkezine Seyahat ve daha birçok eserini kısa sürede yutarcasına okudum.

İşte bu kitaplar benim içimde ki keşif arzusunu, bilinmeyene merakı arttırdı. Yepyeni ülkeleri,  kıtaları keşfeden kâşifler seyyahlar,  benim hayali arkadaşlarım oldu.

Şimdi bu kitaplar benim içimde ki keşif ve macera arzusunu uyandırdı da nereyi keşfedeceksin?

Lisenin önünden tarihi bir camiye kadar uzanan bir sokağımız var. İki yanında ki çıkmaz sokakları ile karınca yuvasını andıran dönemeçli sokakları girintileri ve çıkıntıları ile aslında keşfe çıkılabilecek yerler de yok değil. Gerçi buralarda ne keşfedilebilir onu da bilmiyorum ya.

Bu sokaklar iyi hoş da zabıtası çok. Bir kere her sokağın başında, altlarında oturakları, ellerinde beş şişle çorap ören teyzeleri var. Onlara takılmadan geçebilmek imkânsız. Önce uzaktan dikkatlice süzmeye başlarlar, yakına gelince de gbt vermen gerekir.

-Kimin kızısın sen? Adın ne?

-Falancanın…

-Nerde oturuyonuz?

-Sokağın aşağısında ki apartmanın alt katında.

-Ha… Öğretmenin kızı mısın sen?

-Evet…

-Annen nasıl iyi mi?

-İyi iyi sağ olun.

-Selam söyle… Üst katınıza yeni gelin gelecekti taşındı mı o?

-Yok, daha taşınmadı. Düğünden sonra taşınacakmış.

Hah tamam, güvenlik soruşturmasından geçtik derken, yeni sorular.

-Kime geldin?

-Napcan orda? Vs. vs.

Eh bu kadar soruşturmadan sonra o sokaklarda ince ince keşif nasıl yapacaksın ki. Ordan geçsen köşeyi dönünce yeni bir sorgu ekibi ile karşılaşırsın.

Lisenin bahçesini avucumuzun içi gibi biliyoruz. Tırmanılacak ağaçlar çok ama orada keşfedilecek bir şey yok. Bir de bahçe kapısı aslında kapalı da bu bizim girişimize engel olamıyor. Duvarlar ile parmaklıkların birleştiği bazı yerler,  içeri girecek zayıf noktalar. Buralardan tırmanarak girerken İstanbul’u fetheden Ulubatlı Hasan ya da bir kaleyi fetheden komutan hazzını yaşıyoruz aslında da. Kalenin her yerini keşfettik.

İşte bu duygularla boğuşurken Kemalettin Tuğcu ‘nun Arsadaki Demir Kapı kitabını okudum. Diğer Kemalettin Tuğcu kitaplarından oldukça farklı bir kitap. Bir gurup çocuk oynadıkları arsada ki demir bir kapıyı açıyor, içerisini temizleyerek kendilerine oyun alanı yapmak için giriyorlar. İçeride ki çöpü toprağı atınca zeminde merdivenler keşfediyorlar. Merdivenlerde zümrüt küpe bulunca da araştırmalarını derinleştiriyorlar ve Cinci Hoca denilen tarihi bir şahsiyetin hazinesine ulaşıyorlar oradan Bizans dönemi n de inşa edilen ayazmayı buluyorlar filan. Off ne heyecan, ne heyecan. Bir solukta okudum kitabı.

İşte o zaman kafamda bir ışık yandı. Kıtalar arası dolaşan hayallerim bir yerde karar kıldı. Hedefim belirlendi. Ya o köşede ki köşkte de böyle şeyler gizli ise?

Peşime komşu çocuklarını taktım köşke keşfe çıktık. İyi de hiçbir gedik yok. Evin girişinde ki merdivenlerin sonunda, demir tokmaklı kale kapısı gibi bir kapı var. Açabilmek imkânsız. Bahçe duvarları aşılamayacak kadar yüksek. Alt katın pencerelerine içeriden duvar örmüşler. Dallarının ucu dışarıya sarkan bir ağaç var ama o dallardan içeri girebilmek mümkün değil. Küçük de olsak bizi taşımaz.

Giremediğimiz bu köşk hayalimizde büyüdü de büyüdü. Bir önceki yazımda anlattığım gibi hikâyelerimize,  hayallerimize konu olmaya başladı. Kendi kendimize kurduğumuz hayallere inanıp merakımızı daha da büyüttük.

Uzun zaman bu köşkü keşfetme hayali ile yaşadık. Evde yaşayan perileri cinleri merak ettik. Besmelesiz yanında geçmedik filan.

Aman Allah’ım bir gün ne göreyim? Perili köşkün bahçe kapısı açık. Hemen koştum baktım,  ev sahibimizin hanımı Emine Teyzeyi gördüm bahçede. Elinde bir kova.

İzin falan istemek aklıma gelmeden daldım içeri.

Emine Teyzeler yakın köylerden birindenler. Zamanında Almanya ya çalışmaya gitmiş kesin dönüş yapınca da oturduğumuz, o zaman daha üç katını çıktıkları evi yaptırmışlar. Biraz da bağ bahçe almışlar. Hala çiftçilik hayvancılık falan yapmaya devam ediyorlar.

İşte o köşkün(!)  bahçesine süt üretmek için bir inek getirmişler. Emine teyze de elinde kova süt sağmaya gidiyor.

Evin sadece bahçesinin anahtarı var evin anahtarı yokmuş. Olsun,  kırık camlardan birinden elimizi uzatıp bir pencereyi açtık. Ev sahibimizin kızı Derya ve daha birkaç çocuk, o penceren içeri girdik.

Kapalı pencerelerin arasından süzülen ışık,  içeriye hülyalı bir hava veriyor. Işık huzmesini yakalamaya çalışmak beyhude tabi,  eline sadece biraz toz zerreleri geçiyor ama biz lazer yakalamaya çalışan kediler gibi o ışık huzmeleri ile de bayağı oynadık.

Sonra iç merdivenlerden yukarı çıktık. O kadar hayal kurduğumuz evin içi bomboştu.

Sadece duvarın birinde,  üzerinde yaşmaklı Osmanlı Kadını resmi olan eski bir takvim vardı o kadar…

 

                                                                               Bahsettiğim buna benzer bir oyuncaktı




15 yorum:

  1. Ayazma'yı biraz düşününce hatırladım da yaşmak nedir bilmiyordum, çok hoşuma gitti bu eski kelimeyi öğrenmek ve diğerini de bu vesileyle hatırlamak! Bir kelime sevdalısı olarak, bir çırpıda okudum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de yeni kelime öğrenmeyi çok severim.Yaşmak, eskiden kadınların yüzlerinin bir kısmını kapattıkları tüle deniliyor.Ayazma ise, içinde kutsal su çıkan manastırlara deniliyor diye biliyorum :))

      Sil
  2. İşte küçükken kurulan hayaller bir başka oluyor :) Asla hulahup çeviremezdim. Bahsettiğim oyuncağı biliyorum ama adı bende de yok.
    Ahh Kemalettin Tuğcu bi çoçuk kitabı bu kadar acıklı karamsar olur mu? Adlarını hatırlamıyorum ama 3 kitabını okumuştum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya hayallerin en güzeli çocukken kuruluyor. Hulahup çok zor bir şeydi gerçekten.
      Ah ah Kemalettin Tuğcu romanları...Neredeyse hepsini okumuşumdur kitaplarının :))

      Sil
  3. Bu tür yazılar alıp çocukluğuma götürüyor beni. O bahsettiğiniz oyuncaklar neredeyse silinmiş zihnimden. Oysa laklak şaklatacağım diye az acıtmamıştık küçük ellerimizi. İyi oluyor böyle unutmaya yüz tutmuş anıların canlanması.

    Bir de aklıma komik bir şey geldi. Eskiden umuma açık tuvaletlerin kapısındaki levhalar. Küçük 10, Büyük 25. Şimdi ne kadar komik geliyor, denetlemesini nasıl yaptıklarını düşününce:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her şey o kadar çabuk değişiyor ki,kendi geçmişimize yabancılaşıyoruz.Gelecek nesiller için bir kayıt düşme çabası olduğu kadar, kendim için de yazıyorum bu yazıları.Sıradan insanların, sıradan hikayelerini oldum olası severim.Ben yazayım hele de, nasibi olan bir şekilde rastlar okur.
      Ah ah...Önünden geçmeye korkar,mecbur kalırsam, karşı kaldırımından dolaşırdım o tuvaletlerin.

      Sil
  4. ne güzeel yaaa, de mi yaa bazen böyle terk edilmiş evler oluyo de mi, keşke perili ev olsaymış da daha çok macera olsaymış, altta tüneller filan kuyuda hazineler :) heey o kütüphane milli kütüphane mi yanii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya...Düşünsene ne büyük hayal kırıklığı.Sen aylarca hayal kur,çıka çıka duvarda bir takvim çıksın.
      İnsan bunları düşünür de kıyıya köşeye bir kaç parça altın mücevher neyim saklar.Çok kınadıydım o ev sahiplerini çok...
      Yok,Milli Kütüphane değil, İl Halk Kütüphanesiydi ;) :))

      Sil
  5. Bu oyuncakları hatırlıyorum. Benim de vardı. Ne keyifli zamanlardı. Malesef perili ev gibi bir maceram hiç olmadı. Yoktu bizim oralarda boş ev hiç.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet zevkli oyuncaklardı :)) Şimdi hiç bir yerde boş ve perili ev kalmadı artık :))

      Sil
  6. Benim yaylamda da bir ev vardı o zamanlar küçücük olduğum için tek katlı o ürkütücü ev koca şato gibi gelirdi bana ve hep korka korka içine girerdik. karanlık odaların kapılarını açardık. Pencereden kararmış eskimiş tahtalara gün ışığı düşerdi. Tüm çocuklar oraya korkmaya girerdi, heyecan yaşamaya ben ise o odaların loşluğunu, güneşin eski tahtalara vuruşunu seyretmeye girerdim korksamda girerdim. Şimdi küçüklüğümü anımsadım. :) ha ev mi biz büyüyüp yetişkin olduktan sonra hiçbir çocuk sanırım o evve girmeye cesaret edemedi. Bizim nesil bizim kadar cesaretli değil galiba :D :D :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim nesil de ebeveynlerimiz de cesaretliydi bence.Şimdi kaç ana baba çocuğunun öyle yerlere girmesine izin verir ki ?
      Evet ya kirli ve kırık pencerelerden o eskimiş tahtalara vuran güneş ışığı hülyalı gölgeler oluştururdu. Hele de vitraylı bir cama denk gelirsen seyrine doyum olmazdı :))

      Sil
  7. Güzel bir yazıydı eline sağlık :) Evvelden her semtte bir perili köşk vardı sanki.. çocukluğumdan hatırlıyorum. O ipli laklak var ya, ustası olana kadar ellerim morarık içindeydi. Sonradan ipsiz olanını çıkardılar (fotoğrafını koymuşsun) Çocukluk, ergenlik dönemlerini hatırlayınca insanın içinde cam parçaları oluşuyor...
    (bu arada önerdiğin tahassür kelimesini işledim. Ancak servisimin tdk sözlükte tek kelime olarak yok. o yüzden onu pas geçiyorum. :) çok teşekkürler)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İpli laklakları da hayal meyal hatırladım ama biz fotoğraftakilerle oynamıştık.Bir de yoyo vardı onu yazmayı unutmuşum :)) Hayatın her aşamasının farklı güzellikleri olduğunu düşünüyorum.O yüzden eskiye özlem değil de daha çok yaşanmışlıkları anma olarak görüyorum bu anlattıklarımı :))
      Evet güzel bir paylaşım olmuş.Tahassür kelimesini ilk duyunca anlamının genişliğine hayran kalmıştım.
      "Servisimin" ay ışığının suya vurduğunda oluşturduğu gümüş rengi ışıklı yol demekmiş.Hen tınısına hem manasına vurulduğum bir kelime :))

      Sil
    2. Evet evet.. ben de çok beğendim servisimin' i, hatta arkadaşlarımla bile paylaştım, beğendiler.. ama tdk da tek kelime olarak bulamadım.. simin olarak da yok sadece sim var. Neyse en azından biz tanımış olduk bu kelimeyi :) <3

      Sil