PRATİK EĞİTİMDEN ONLİNE EĞİTİME BİYOLOJİ…
-Anne bana para
verir misin?
-Daha yeni
verdim ya oğlum…
-Ama bittii…
-Napcan parayı
oğlum ya?
-Jeton alcam
yeniden. Tırtılların kafasına tokmak vurmaca oynicam…
-Bissürü
oynadın ya oğlum. Hem bak pizza ve pasta da yedin. Yeter bu günlük…
“Anne para
verir misin ?” yalvarmaları bir süre
sonra ”anneeaağ para istiyooom…” feryatlarına dönüşür. Bir Avm gezmesi daha
öfkeli suratlar ve çekiştirilerek eve götürülen çocuk görüntüleri ile sonlanır.
Şimdi ne yapsın
çocuk? Tırtılı ancak Avm de oyuncak olarak görüyor. Hâlbuki tabiata bir
çıkabilse ne oyunlar ne oyuncaklar bulacak…
Şimdi tabiatta
ki en güzel oyunlar hayvanlarla oynanan oyunlar.
Hayvanlar ise
ikiye ayrılır. Elle tutulanlar, çubukla dürtülenler.
Elle tutulanlar
tüylü kürklü tüm hayvanlar diyebiliriz. Tavşan, kuzu, ördek, kedi, köpek,
civciv gibi hayvanlar.
Yani “dürtme”
,sosyal medya da hayatımıza girmeden çok önce, çocukların” alanda
biyoloji” eğitiminde yaygın kullandığı
bir eylemdi
Sokakta
oynayabilme özgürlüğü olan çocukların en kolay erişiminin olduğu hayvanlar kedi
köpekler. Sonra pazardan alınan civcivler, kafeste beslenen muhabbet kuşları.
Daha şanslı olanlar ise bir şekilde bir köyle bağlantısı olabilenler. Tatil
köyü yazlık gibi köyler değil ama basbayağı organik köy. Haa, şehirlerin kenar
köşe mahallelerinde oturup ta boş arsa şeklinde oyun alanlarına sahip olanlar
da bir nevi bu kategoriden sayılabilir.
Eğer bir köye
gidebiliyorsanız kedi köpeğin yanında kuzu, oğlak, tavşan, hindi, kaz, civciv
hatta sevimli bir sıpa ile bile arkadaşlık edebilme ihtimali var. Yalnız
civcivlerle oynayabilmek azıcık sıkıntılı olabilir. Zira biraz etrafında
dolanınca, annesi tavuk hanımefendi, kanatlarını kabartmış şekilde bir gözdağı
verir. Aldırış etmeyip bir civcive el sürmeye kalkınca da atmaca gibi saldıran
tavuk hanımefendinin, gaga darbelerinden kaçabilme çevikliğine ve hızına sahip
olmak gerekir tabi.
Ne demişler “analı
kuzu, kınalı kuzu” Şehir pazarlarında
satılan, çiftlik mahsulü, sapsarı yetim civcivcikler gibi değil tabi köy
civcivleri. Feleğin çemberinden geçmiş, kendi besinini kendi bulan, ayakları
üstünde sapasağlam durabilen köy tavuğu analara sahipler. Öyle elinize alıp
yumuşacık tüylerini okşarken sımsıcak titreyen vücudunu ellerinizin arasında
hissedemez kalp atışlarını avuçlarınızda duyamazsınız. Büyüyüp analarının
himayesinden çıkınca da artık bir cazibesi kalmaz.
Çocukluğumun
geçtiği şirin Ege kentinde daha kentsel dönüşümün olmadığı mahallelerde bol
miktarda oyun alanımız vardı. Sokaklar ve boş arsalar eski yıkık evlerin
bahçeleri. Saklambaç körebe çelik çomak yakan top gibi efor gerektiren
oyunlardan sonra kan ter içinde su içmek için bahçesine dalacağımız brik kaç ev
vardı mahallede. Bahçesinde tulumba olan evler.
Bir çocuk emme
basma tulumbanın kolunu çekerken sıraya girer avuçlarımıza doldurduğumuz su
tozlu kirli kollarımızdan yol yol akarken kana kana içtikten sonra yüzümüzü yıkardık.
Ne zevkli şeydi
o tulumbadan su çekmek. Eğer tulumba kurumuşsa bir bardak can suyu dökmek
gerekirdi. Sonra kolun indirilip kaldırılırken gııaarç gııaarç ses çıkaran
tulumbadan kol kalınlığında buz gibi su akmaya başlardı. Yalnız burada en az
iki kişi olması lazım ki doğru düzgün su içebilesiniz. Zira tek başına iseniz
tulumba kolunu indirip de akan su bitmeden yetişebilmek çok zor. Arka arkaya
teşebbüsten sonra toplamda ancak yarım avuç su içmek mümkün olur.
Eh bu kadar
yorulduktan sonra ise daha dingin daha asude oyunlar bulmak gerekli değil
midir?
Kaldırılan her
kocaman taşın altında ışığı görünce telaşla kaçışan hayvanlar olurdu. İşte çubukla
hayvan dürtmece oyunu o zaman başlardı.
En mutlu
olduğumuz anlardan bir tespih böceği bulduğumuz an. İnce bir çubukla dürtünce
tortop olan hayvancağızı elimize alır dikkatle incelerdik. Toprağa bıraktıktan
sonra da bir müddet aynı şekilde kalır biraz vakit geçip kendini emniyette
hissedince de yeniden açılıp yürümeye başlardı. Tabi o zaman yeniden çubukla
dürtme zamanı gelmiş demekti.
İkinci sopa dürt
melik hayvan ise kıskaçlı böcek ya da kulağakaçan böceği. Arka tarafında ki
kıskacı ile tarihöncesi zamanlardan kalmış görüntüsü olan bu böceklere dair
korkunç hikâyeler anlatırdık.
-Var yaa… Bu
böcek bir çocuğun kulağından içeri girip beynine kadar gitmiş. Beynini yemiş
ondan sonra da çocuk ölmüş yaa…
Allah var, bu
böceğin zarar verdiği ya da ısırdığı hiçbir çocuğa rastlamadım ama yanaşmaya
korktuğumuz bu böcekleri az dürtmedik.
Sonra arılar ya
da arı yuvaları vardı.
Önce var gücü
ile bağırıp ağlayarak bir çocuk bahçeden içeri dalardı ardından da bir alay
çocuk.
-Teyzeee Aamedi
arı soktuuu…
-Teyzee
Aamet sopa ile arı yuvasını düşürdü. Arı
da onu soktuuu…
Napalım biz de
uzun sopalar bulduk. Bi komşumuzun bahçe duvarının kenarında istif edilmiş bağ
çubukları var. Onların arasından uzun birer sopa temin ettik. Gittik aşağıdan
arı yuvasına dürtüyoruz. Sonra düştü mü bu yuva. Üstümüze arılar hücum etti mi?
Biz cesur cengâverler
nasıl kaçıyoruz. Benim tam yanağımın üzerinden bir arı soktu. Nasıl bir acı
tarif edemem. Koştum eve geldim. Bağırmaktan ne olduğunu anlatamıyorum. Arkadaşlarım
durumu izah ettiler anneme. Sonra annem yoğurt sürdü. Yemek kaşığının sapını
bastırdı. Uzun süre içimi çeke çeke ağladım.
Sonra ne mi oldu?
Tekrar gittik düşen arı yuvasının içini inceledik. Altıgen bölümlerden oluşan
yuvanın içine hala arılar girip çıkıyordu. Sonra birkaç sefer daha arı soktu
beni. Halamın terasında ki arı kovanını merek edip incelerken bu sefer de bal
arısı soktu. İşte bu daha sıkıntılı. Zira içeride kalan arının iğnesini
çıkarmak gerekti.
Pişman mıyım? Valla o zamana dönsem, yine olsa
yine yaparım.
Oğlanlar ve
erkek Fatma kızlar böcekleri dürterken daha naif ve nazlı kızlar yere çömelip
ellerini kucaklarına saklayarak seyrederdi olanları.
Solucanları ise
sopanın ucuna alıp düşürmeden komşumuz Tikiye Annenin bahçesinde ki tavukları
beslemeye koşardık. Tikiye anne, Fikrîye teyzeye çocukların taktığı isimdi.
Haa bir de
kurbağalar var tabi. Onları da eline alamazsın. Şimdi üzerinde ışıklı
havuzların çiçek tarhlarının olduğu kenarında kafelerin sıralandığı alan, üstü
açık dereydi bir zamanlar. Özellikle bahar gecelerinde kurbağa sesine cırcır
böceklerini sesi karışırdı. Geceleri bu kadar bağrına kurbağaları gündüz
koyduysan bul. İki adam boyu duvarın olduğu dereye inebilmek için birkaç nokta
vardı. Birisi dere kenarında küçük bir çıkmaz sokak oluşturan evlerin sonunda
ki taş ve kayaların arasından kaymadan düşmeden tutunarak ağır ağır inilebilen
bir yol(!)
Cesur birkaç
çocuk aşağı inerken diğerleri derenin duvarından bizi seyrederdi. Biz aşağı
inip taşları kaldırarak aramaya başlayınca ortada görünmeyen kurbağalar birer
ikişer cup cup suya atlar ortalık yeniden kurbağa vıraklamaları ile dolardı. Bir
de su birikintilerinden birinde kurbağa yavrusu bulduysak değmeyin keyfimize. Bu
durumda gurubumuz ikiye ayrılırdı. Derslere kulak vermeyen tembeller bunların
balık olduğunu iddia ederken çalışkan öğrencilerse bunlara kocabaş denildiğini
büyünce kurbağa olacağını anlatırdı.
Hani hani
ayakları nerde? Hem bak kuyruğu da var… Diye diretenlere daha küçükler de var
güçleri ile destek olur “Yaa akıllıım” nidaları arasında kesin karara varamadan
dereden çıkar başka bir oyun peşine düşerdik
Ha bu arada,”
akıllım” ağır ironi içeren, “senin aklın ermez” anlamına gelen bir hakaretti,
biz çocukçasında…
Daha bunun karıncası tırtılı uğur böceği gibi bir sürü detayı var da… Neyse burada bırakayım, belki bir gün onları da anlatırım.
hiç çocuğumu küçükken avm lere götürmedim zorunlu bir alışveriş sözkonusu değilse ama şimdi ergen oldular arkadaşlarıla soluğu avmlerde buluyorlar maalesef
YanıtlaSilNapsın çocuklar.Başka, fazla seçenekleri yok ki:))
SilAh o Avmler kesinlikle çocuğun doğayı tanıması gerekiyor bizlerin de teşvik etmemiz gerekiyor
YanıtlaSilEvet, çocuğun doğal hayatı tanıması için alternatifler geliştirmek gerekiyor kesinlikle :)
SilKöy de sürekli akan çeşmeler ve bahçe sulamak için hazırlanmış harıklardan akıp giden su olurdu.O harıkların icinde adım adım yürür ayaklarımız donunca içinden çıkar ,ısınınca yeniden baslardık yürümeye.Tulumba ile karşılaşmadığım için bana ilginç gelir :) keyiflidir mutlaka.
YanıtlaSilArı ısırması ise halay çektirir insana, çektirdi oradan biliyorum :)
Avm yi toplasam 10 sefer gitmemişimdir.Yarım saat içinde kendimi hemen dışarı atmısımdır ama seveni çok, onca saat ne yapılıyor orada sahiden bilmiyorum .
Dedemlerin köyünde de karık derlerdi.Biz de çok oynadık o sularda.Bahsettiğiniz harık (karık) daha çok yeryüzü su kaynaklarının ekili alana ulaşması için kullanılıyor.Tulumba ise yeraltı sularını yüzeye çekmek için.İkisi de zevkli uğraşlar ama:))
SilHa ha...Halay çekmedim ama horon tepdiydim arı sokunca :))
ha haaa yaaa çok tatlııı tikiye hanım :) kulağakaçan senden duydum, dürtmece, kurbağalar, kibar kızlar, hepsi çok tatlı. bak işte bütün bu yazıların kitap olmalı yaa. bu blogda yazdığın çok çok yazı kitaplaşmalı. bu anılar, senin dantel kırlentler ha haaa hepsi çok komik bi de gerçekten de sende bir mizahçı dili var, hem de organik, otantik, doğal ve anadolu işi yanii :) egedeki o yer tire mi ki yoksa ay :)
YanıtlaSilYok Tire değil.Sonraları fonda kentin geleneklerini ve kültürünü de yazmayı planlıyorum.Oradan çıkarabilirsin belki, sürpriz olsun ;) Bakalım çok heyecanlıyım ya.Bilmiyorum kotarabilir miyim.Senin yorumların cesaretlendiriyor beni.
SilBen yola çıkayım da bakalım yol nereye götürür demi Deepcan ?
yarın bloglardan seçmeler yazıma son iki yazını koycaaam :)
YanıtlaSilSabırsızlıkla bekliyorum :))
SilKaleminize sağlık 😊 tulumbadan su cekmek çocukluğumda ne kadar eğlenirdim gücüm yetmediği için yaylada kuzenler olarak kola basmaya çalışır gelen yayla suyuna hayranlıkla bakardık berrak ve soğuktu çünkü ...
YanıtlaSilAh evet...Bir de kolu çekmeye gücü yetmeyen ufaklıklar olurdu.O zaman iki kolunla tüm gücünle abanıp, barfiks ile tahterevalli arasında bir atraksiyonla tulumba koluna asılmak gerekirdi :))
SilEvet, aslında o yayla suları ayrı bir yazı konusu olur :))
Doğadaki oyunlar avm oyunlarından bin kat daha eğlencelidir ama çocuklar o kadar yabancı kaldılar ki doğaya, iki dk bakıp sıkılıp telefona tablete dönüyorlar maalesef
YanıtlaSilEvet maalesef çocuklar oyun kurmayı bilmiyor.Telefonlar, tabletler çocuklara hazır kurgulanmış oyunlar veriyor.Doğal ortamda ne yapacaklarını şaşırıyorlar :)
SilYa çok hoş bir yazı olmuş. Çocukluk anılarım canlandı gözümde. Benim de sokaklarda koşturarak, yazları köye giderek geçen bir çocukluğum oldu.
YanıtlaSilBenim de arılarla seninkine benzer bir hikayem var. Mahalledeki çocuklar arıları rahatsız etmişlerdi. Arılarda geldi beni kolumda sokmuştu. Sonra bizde aynı sizin gibi yoğurt sürmüştük. :)
Ha anladıım... sen o kenardan seyreden kibar kızlardan biriymişsin :)
SilYaa maalesef sadece yaramazlık yapanlar değil etrafta ki çocuklar da nasibini alıyordu kızgın arıların iğnelerinden :))
Ayyyy harikaa :))) Şu kafa kafaya oldukları fotoğrafa bayıldım. Sevgiler :))
YanıtlaSilE yani...Yaramazlık dediğin kafa kafaya vererek yapılır :))
SilBu harika derleme, okulum kapalıyken büyük büyükannemin köydeki evinde yaşayan çocukluğumu anımsatıyor. Doğaya, evcil hayvanlara yakın olmak eğlencelidir ... maalesef çocuklar artık sadece alet biliyorlar.
YanıtlaSilHoş geldiniz...Taa Endonezya'dan birisinin kalbine dokunabilmek ne kadar güzel.Demek farklı ülkelerde benzer çocukluk anıları biriktirmişiz.Çok sevindim :))
SilEmme basma Tulumbaları okuyunca ben de çocukluğuma gittim Çok teşekkür ederim bu güzel yazı için.
YanıtlaSilkatkınız için ben de teşekkür ederim :)
Sil