9 Haziran 2020 Salı

PRATİK EĞİTİMDEN ONLİNE EĞİTİME BİYOLOJİ…


PRATİK EĞİTİMDEN ONLİNE EĞİTİME BİYOLOJİ…

-Anne bana para verir misin?

-Daha yeni verdim ya oğlum…

-Ama bittii…

-Napcan parayı oğlum ya?

-Jeton alcam yeniden. Tırtılların kafasına tokmak vurmaca oynicam…

-Bissürü oynadın ya oğlum. Hem bak pizza ve pasta da yedin. Yeter bu günlük…

“Anne para verir misin  ?” yalvarmaları bir süre sonra ”anneeaağ para istiyooom…” feryatlarına dönüşür. Bir Avm gezmesi daha öfkeli suratlar ve çekiştirilerek eve götürülen çocuk görüntüleri ile sonlanır.

Şimdi ne yapsın çocuk? Tırtılı ancak Avm de oyuncak olarak görüyor. Hâlbuki tabiata bir çıkabilse ne oyunlar ne oyuncaklar bulacak…

Şimdi tabiatta ki en güzel oyunlar hayvanlarla oynanan oyunlar.

Hayvanlar ise ikiye ayrılır. Elle tutulanlar, çubukla dürtülenler.

Elle tutulanlar tüylü kürklü tüm hayvanlar diyebiliriz. Tavşan, kuzu, ördek, kedi, köpek, civciv gibi hayvanlar.

Çubukla dürtülenler ise, korkulduğu ya da tiksinildiği için ele alınamayan,  solucan, tırtıl, arı, kurbağa gibi hayvanlar.

Yani “dürtme” ,sosyal medya da hayatımıza girmeden çok önce, çocukların” alanda biyoloji”  eğitiminde yaygın kullandığı bir eylemdi

Sokakta oynayabilme özgürlüğü olan çocukların en kolay erişiminin olduğu hayvanlar kedi köpekler. Sonra pazardan alınan civcivler, kafeste beslenen muhabbet kuşları. Daha şanslı olanlar ise bir şekilde bir köyle bağlantısı olabilenler. Tatil köyü yazlık gibi köyler değil ama basbayağı organik köy. Haa, şehirlerin kenar köşe mahallelerinde oturup ta boş arsa şeklinde oyun alanlarına sahip olanlar da bir nevi bu kategoriden sayılabilir.

Eğer bir köye gidebiliyorsanız kedi köpeğin yanında kuzu, oğlak, tavşan, hindi, kaz, civciv hatta sevimli bir sıpa ile bile arkadaşlık edebilme ihtimali var. Yalnız civcivlerle oynayabilmek azıcık sıkıntılı olabilir. Zira biraz etrafında dolanınca, annesi tavuk hanımefendi, kanatlarını kabartmış şekilde bir gözdağı verir. Aldırış etmeyip bir civcive el sürmeye kalkınca da atmaca gibi saldıran tavuk hanımefendinin, gaga darbelerinden kaçabilme çevikliğine ve hızına sahip olmak gerekir tabi.

Ne demişler “analı kuzu, kınalı kuzu”  Şehir pazarlarında satılan, çiftlik mahsulü, sapsarı yetim civcivcikler gibi değil tabi köy civcivleri. Feleğin çemberinden geçmiş, kendi besinini kendi bulan, ayakları üstünde sapasağlam durabilen köy tavuğu analara sahipler. Öyle elinize alıp yumuşacık tüylerini okşarken sımsıcak titreyen vücudunu ellerinizin arasında hissedemez kalp atışlarını avuçlarınızda duyamazsınız. Büyüyüp analarının himayesinden çıkınca da artık bir cazibesi kalmaz.

Çocukluğumun geçtiği şirin Ege kentinde daha kentsel dönüşümün olmadığı mahallelerde bol miktarda oyun alanımız vardı. Sokaklar ve boş arsalar eski yıkık evlerin bahçeleri. Saklambaç körebe çelik çomak yakan top gibi efor gerektiren oyunlardan sonra kan ter içinde su içmek için bahçesine dalacağımız brik kaç ev vardı mahallede. Bahçesinde tulumba olan evler.

Bir çocuk emme basma tulumbanın kolunu çekerken sıraya girer avuçlarımıza doldurduğumuz su tozlu kirli kollarımızdan yol yol akarken kana kana içtikten sonra yüzümüzü yıkardık.

Ne zevkli şeydi o tulumbadan su çekmek. Eğer tulumba kurumuşsa bir bardak can suyu dökmek gerekirdi. Sonra kolun indirilip kaldırılırken gııaarç gııaarç ses çıkaran tulumbadan kol kalınlığında buz gibi su akmaya başlardı. Yalnız burada en az iki kişi olması lazım ki doğru düzgün su içebilesiniz. Zira tek başına iseniz tulumba kolunu indirip de akan su bitmeden yetişebilmek çok zor. Arka arkaya teşebbüsten sonra toplamda ancak yarım avuç su içmek mümkün olur.

Eh bu kadar yorulduktan sonra ise daha dingin daha asude oyunlar bulmak gerekli değil midir?

Biz de bir yandan dinlenirken bir yandan da arsanın kuytu köşelerinde ki doğal hayatı keşfetmeye çıkardık o zaman.

Kaldırılan her kocaman taşın altında ışığı görünce telaşla kaçışan hayvanlar olurdu. İşte çubukla hayvan dürtmece oyunu o zaman başlardı.

En mutlu olduğumuz anlardan bir tespih böceği bulduğumuz an. İnce bir çubukla dürtünce tortop olan hayvancağızı elimize alır dikkatle incelerdik. Toprağa bıraktıktan sonra da bir müddet aynı şekilde kalır biraz vakit geçip kendini emniyette hissedince de yeniden açılıp yürümeye başlardı. Tabi o zaman yeniden çubukla dürtme zamanı gelmiş demekti.

İkinci sopa dürt melik hayvan ise kıskaçlı böcek ya da kulağakaçan böceği. Arka tarafında ki kıskacı ile tarihöncesi zamanlardan kalmış görüntüsü olan bu böceklere dair korkunç hikâyeler anlatırdık.

-Var yaa… Bu böcek bir çocuğun kulağından içeri girip beynine kadar gitmiş. Beynini yemiş ondan sonra da çocuk ölmüş yaa…

Allah var, bu böceğin zarar verdiği ya da ısırdığı hiçbir çocuğa rastlamadım ama yanaşmaya korktuğumuz bu böcekleri az dürtmedik.

Sonra arılar ya da arı yuvaları vardı.

Önce var gücü ile bağırıp ağlayarak bir çocuk bahçeden içeri dalardı ardından da bir alay çocuk.

-Teyzeee Aamedi arı soktuuu…

-Teyzee Aamet  sopa ile arı yuvasını düşürdü. Arı da onu soktuuu…

Tabi arı sadece Aaamedi sokmaz ya, beni de soktu üç beş sefer. Sokağımızın hemen karşısında yaşlı bir teyzenin evinin saçağına arılar yuva yapmış. Dışarıdan böyle bir çamur kütlesi görünüyor. Karnı, parlak sarı siyah eşek arıları vızıldayarak girip çıkıyor. Şimdi bizi, yuvanın içinin nasıl olduğu merakı aldı. Yuva yüksekte ulaşıp bakabilmek mümkün değil.

Napalım biz de uzun sopalar bulduk. Bi komşumuzun bahçe duvarının kenarında istif edilmiş bağ çubukları var. Onların arasından uzun birer sopa temin ettik. Gittik aşağıdan arı yuvasına dürtüyoruz. Sonra düştü mü bu yuva. Üstümüze arılar hücum etti mi?

Biz cesur cengâverler nasıl kaçıyoruz. Benim tam yanağımın üzerinden bir arı soktu. Nasıl bir acı tarif edemem. Koştum eve geldim. Bağırmaktan ne olduğunu anlatamıyorum. Arkadaşlarım durumu izah ettiler anneme. Sonra annem yoğurt sürdü. Yemek kaşığının sapını bastırdı. Uzun süre içimi çeke çeke ağladım.

Sonra ne mi oldu? Tekrar gittik düşen arı yuvasının içini inceledik. Altıgen bölümlerden oluşan yuvanın içine hala arılar girip çıkıyordu. Sonra birkaç sefer daha arı soktu beni. Halamın terasında ki arı kovanını merek edip incelerken bu sefer de bal arısı soktu. İşte bu daha sıkıntılı. Zira içeride kalan arının iğnesini çıkarmak gerekti.

 Pişman mıyım? Valla o zamana dönsem, yine olsa yine yaparım.

Sonra sopa dürt melik solucan salyangoz ve sümüklü böcek vardı. Yağmur ertesi bunlardan arsada bol miktarda bulunurdu. Sırtında yuvası ağır ağır yürüyen salyangoza dürtünce hemen kabuğu içine saklanırdı. Sümüklü böceğin ise kabuğu yok ama o da yaldızlı izler bırakarak ağır ağır yürürdü.

Oğlanlar ve erkek Fatma kızlar böcekleri dürterken daha naif ve nazlı kızlar yere çömelip ellerini kucaklarına saklayarak seyrederdi olanları.

Solucanları ise sopanın ucuna alıp düşürmeden komşumuz Tikiye Annenin bahçesinde ki tavukları beslemeye koşardık. Tikiye anne, Fikrîye teyzeye çocukların taktığı isimdi.

Haa bir de kurbağalar var tabi. Onları da eline alamazsın. Şimdi üzerinde ışıklı havuzların çiçek tarhlarının olduğu kenarında kafelerin sıralandığı alan, üstü açık dereydi bir zamanlar. Özellikle bahar gecelerinde kurbağa sesine cırcır böceklerini sesi karışırdı. Geceleri bu kadar bağrına kurbağaları gündüz koyduysan bul. İki adam boyu duvarın olduğu dereye inebilmek için birkaç nokta vardı. Birisi dere kenarında küçük bir çıkmaz sokak oluşturan evlerin sonunda ki taş ve kayaların arasından kaymadan düşmeden tutunarak ağır ağır inilebilen bir yol(!)

Cesur birkaç çocuk aşağı inerken diğerleri derenin duvarından bizi seyrederdi. Biz aşağı inip taşları kaldırarak aramaya başlayınca ortada görünmeyen kurbağalar birer ikişer cup cup suya atlar ortalık yeniden kurbağa vıraklamaları ile dolardı. Bir de su birikintilerinden birinde kurbağa yavrusu bulduysak değmeyin keyfimize. Bu durumda gurubumuz ikiye ayrılırdı. Derslere kulak vermeyen tembeller bunların balık olduğunu iddia ederken çalışkan öğrencilerse bunlara kocabaş denildiğini büyünce kurbağa olacağını anlatırdı.

Hani hani ayakları nerde? Hem bak kuyruğu da var… Diye diretenlere daha küçükler de var güçleri ile destek olur “Yaa akıllıım” nidaları arasında kesin karara varamadan dereden çıkar başka bir oyun peşine düşerdik

Ha bu arada,” akıllım” ağır ironi içeren, “senin aklın ermez” anlamına gelen bir hakaretti, biz çocukçasında…

Daha bunun karıncası tırtılı uğur böceği gibi bir sürü detayı var da… Neyse burada bırakayım, belki bir gün onları da anlatırım.



22 yorum:

  1. hiç çocuğumu küçükken avm lere götürmedim zorunlu bir alışveriş sözkonusu değilse ama şimdi ergen oldular arkadaşlarıla soluğu avmlerde buluyorlar maalesef

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Napsın çocuklar.Başka, fazla seçenekleri yok ki:))

      Sil
  2. Ah o Avmler kesinlikle çocuğun doğayı tanıması gerekiyor bizlerin de teşvik etmemiz gerekiyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, çocuğun doğal hayatı tanıması için alternatifler geliştirmek gerekiyor kesinlikle :)

      Sil
  3. Köy de sürekli akan çeşmeler ve bahçe sulamak için hazırlanmış harıklardan akıp giden su olurdu.O harıkların icinde adım adım yürür ayaklarımız donunca içinden çıkar ,ısınınca yeniden baslardık yürümeye.Tulumba ile karşılaşmadığım için bana ilginç gelir :) keyiflidir mutlaka.

    Arı ısırması ise halay çektirir insana, çektirdi oradan biliyorum :)

    Avm yi toplasam 10 sefer gitmemişimdir.Yarım saat içinde kendimi hemen dışarı atmısımdır ama seveni çok, onca saat ne yapılıyor orada sahiden bilmiyorum .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dedemlerin köyünde de karık derlerdi.Biz de çok oynadık o sularda.Bahsettiğiniz harık (karık) daha çok yeryüzü su kaynaklarının ekili alana ulaşması için kullanılıyor.Tulumba ise yeraltı sularını yüzeye çekmek için.İkisi de zevkli uğraşlar ama:))
      Ha ha...Halay çekmedim ama horon tepdiydim arı sokunca :))

      Sil
  4. ha haaa yaaa çok tatlııı tikiye hanım :) kulağakaçan senden duydum, dürtmece, kurbağalar, kibar kızlar, hepsi çok tatlı. bak işte bütün bu yazıların kitap olmalı yaa. bu blogda yazdığın çok çok yazı kitaplaşmalı. bu anılar, senin dantel kırlentler ha haaa hepsi çok komik bi de gerçekten de sende bir mizahçı dili var, hem de organik, otantik, doğal ve anadolu işi yanii :) egedeki o yer tire mi ki yoksa ay :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok Tire değil.Sonraları fonda kentin geleneklerini ve kültürünü de yazmayı planlıyorum.Oradan çıkarabilirsin belki, sürpriz olsun ;) Bakalım çok heyecanlıyım ya.Bilmiyorum kotarabilir miyim.Senin yorumların cesaretlendiriyor beni.
      Ben yola çıkayım da bakalım yol nereye götürür demi Deepcan ?

      Sil
  5. yarın bloglardan seçmeler yazıma son iki yazını koycaaam :)

    YanıtlaSil
  6. Kaleminize sağlık 😊 tulumbadan su cekmek çocukluğumda ne kadar eğlenirdim gücüm yetmediği için yaylada kuzenler olarak kola basmaya çalışır gelen yayla suyuna hayranlıkla bakardık berrak ve soğuktu çünkü ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah evet...Bir de kolu çekmeye gücü yetmeyen ufaklıklar olurdu.O zaman iki kolunla tüm gücünle abanıp, barfiks ile tahterevalli arasında bir atraksiyonla tulumba koluna asılmak gerekirdi :))
      Evet, aslında o yayla suları ayrı bir yazı konusu olur :))

      Sil
  7. Doğadaki oyunlar avm oyunlarından bin kat daha eğlencelidir ama çocuklar o kadar yabancı kaldılar ki doğaya, iki dk bakıp sıkılıp telefona tablete dönüyorlar maalesef

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet maalesef çocuklar oyun kurmayı bilmiyor.Telefonlar, tabletler çocuklara hazır kurgulanmış oyunlar veriyor.Doğal ortamda ne yapacaklarını şaşırıyorlar :)

      Sil
  8. Ya çok hoş bir yazı olmuş. Çocukluk anılarım canlandı gözümde. Benim de sokaklarda koşturarak, yazları köye giderek geçen bir çocukluğum oldu.
    Benim de arılarla seninkine benzer bir hikayem var. Mahalledeki çocuklar arıları rahatsız etmişlerdi. Arılarda geldi beni kolumda sokmuştu. Sonra bizde aynı sizin gibi yoğurt sürmüştük. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ha anladıım... sen o kenardan seyreden kibar kızlardan biriymişsin :)
      Yaa maalesef sadece yaramazlık yapanlar değil etrafta ki çocuklar da nasibini alıyordu kızgın arıların iğnelerinden :))

      Sil
  9. Ayyyy harikaa :))) Şu kafa kafaya oldukları fotoğrafa bayıldım. Sevgiler :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. E yani...Yaramazlık dediğin kafa kafaya vererek yapılır :))

      Sil
  10. Bu harika derleme, okulum kapalıyken büyük büyükannemin köydeki evinde yaşayan çocukluğumu anımsatıyor. Doğaya, evcil hayvanlara yakın olmak eğlencelidir ... maalesef çocuklar artık sadece alet biliyorlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hoş geldiniz...Taa Endonezya'dan birisinin kalbine dokunabilmek ne kadar güzel.Demek farklı ülkelerde benzer çocukluk anıları biriktirmişiz.Çok sevindim :))

      Sil
  11. Emme basma Tulumbaları okuyunca ben de çocukluğuma gittim Çok teşekkür ederim bu güzel yazı için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. katkınız için ben de teşekkür ederim :)

      Sil