Allah cezanızı
vermesiiin?… Ne bu mutfağın hali böylee?…
Eyvah annem
mutfağa girmiş. Hâlbuki suç delillerini itina ile kapatmıştık. Yerlere dökülen
unları el süpürgesi ile kapının arkasına süpürmüş, masanın üzerindeki hamur
bulaşığını, bulaşık süngeri ile iyice silip temizlemiştim.
Tüh…Un
kavanozunun üstünde kalan, hamurlu el izlerini silmeyi unuttum galiba ya da
kapının arkasına süpürdüğüm unları annem gördü. Ne yapayım, ne kadar uğraşsam da bir elimle süpürge tutarken, diğer elimle küreğe süprüntü doldurmayı beceremedim. Ben de kapının arkasına
süpürüp, üstünü süpürge ile örterek gizlemiştim.
Elimizdeki suç
aletlerimizle beraber, balkondan merdivenlere kaçarken, annemin yeni bir
feryadı ile sıçradık.
Kııız… bu
makasımı hanginiz aldı yerinden?
Hay Allah! makası yerine koymayı unutmuşum. Bizim de kâğıt
makasımız var ama Annemin Alman Markı vererek satın aldığı, Solingen makas gibi
değil ki. Küçücük makasla,” kırt kırt kırt “en az üç hareketle keseceğin
mesafeyi, Solingen makas kıtııırrrtttt diye bir hamlede kesiyor.
Suçumuz da suç
değil ki Allasen. Uçurtma yapıyoruz, komşunun kızıyla. Galiba eylemden çok,
eylem süreç ve araçlarıydı, annemin gazabını çeken.
Eskiden, çook
eskiden, Develerin tellallık, pirelerin
berberlik yaptığı zamanlarda, biz çocuklar da kendi oyuncaklarımızı kendimiz
yapardık.
Evde kıyameti
kopartan hadise de söyle gelişti efendim. Gazete kâğıtlarını aldık, kargı
çıtaları bulduk, ince sicimi harçlıklarımızla satın aldık, uçurtma yapacağız.
Tüm bunları birleştirmek için yapışkan lazım. Tüpte satılan UHU lardan almak
pahalıya geleceği için, yapışkanımızı kendimiz yapıyoruz. Un ve su ile kardığımız
hamur yapışkan.
Annemin komşu ile
balkonda lafladığı zamanda mutfağa girdik, un kavanozundan aldığımız una biraz
su katarak macun yaptık ama koyu oldu. Biraz daha su ilave edince ise iyice
cıvıklaştı. Hamurlu ellerle un almaya çalışırken ise birazcık(!) un döküldü
birazcık(!) ta kavanozda hamurlu el izlerimiz kaldı.
Hâlbuki
sırtımızdan ter akarak izlerimizi kapatmıştık, amma anne feraseti, gözlerinden
hiçbir şey kaçar mı? Suç izlerinden yakalandık.
Oturduğumuz mahalle
dağın hemen yamacında. Dağın eteklerinde geniş düzlükler ve mahalle aralarında ki
büyük ve boş arsalar uçurtma için oldukça uygun alanlardı. Rengârenk uçurtma
yapmak için, defterlerimizi kapladığımız, parlak jelatin kâğıtlar vardı elbette,
ama bu masrafı yapabilmek için
ustalaşmak, bunun için de birkaç ön çalışma yapmak gerekirdi. Böyle olunca da
önce gazete kâğıtları ve hamur yapıştırıcı ile denemeler yaparak, kuyruk
uzunluğunu, uçurtma ipinin ölçeklendirmesini, kargı çubuklarının genişliğini ve
uzunluğunu, bağlantı yerlerinin sağlamlığını ayarlamak için ipin kaç kere
sarılması gerektiği gibi ayrıntıları, bu denemeler yoluyla öğrenirdik. Tabi
usta bir çocuktan uçurtma satın almak ya da büyüklere yaptırmak gibi
alternatifler olsa da, büyükler uğraşmaya yanaşmaz, satan çocuk ise kaç
haftalık harçlığımıza mal olacak bir fiyat isterdi. Bir de “ben yaptım” demenin
havası başka tabi.
Kargı, yakında
ki, yazları suları iyice kuruyan dere
yatağının kenarlarında, bolca bulunan sazlardan yapılırdı. Kopartıldıktan sonra
iyice kuruyan sazlar, dikkatle ikiye bölünür, aynı boyda kesilir üç veya dört
kargı, ortalarından iple sıkıca sararak birleştirilip, altıgen veya sekizgen
bir çerçeve oluşturulurdu. Bu çerçevenin aralarına ip gerilir, yere yayılan
gazete üzerine yatırılıp, aynı ölçüde kesilen gazetenin kenarları, çerçeve
iplerinin üzerinden katlanarak, yapıştırılırdı. Sazlar ne kadar çok kurursa o
kadar hafif olur, gazete ne kadar gergin ve düzgün kaplanırsa hava akımına
karşı o kadar sağlam durur ve yükseğe çıkardı.
Maalesef, onca
uğraşıma rağmen, iyi bir uçurtma yapmayı beceremedim. Galiba erkek çocuklar, bu
konuda bizden daha yetenekli oluyordu. Havalanan uçurtmalarının ipini, kız
kardeşine, bazen kısa bir süre veren abisi olan, şanslı kızlardan olamayınca,
biz de şeytan uçurtması dediğimiz, defter sayfalarından yapılan uçurtma ile
idare etmek zorunda kalırdık.
O zamanlar, gazeteler,
oyuncak yapımı için, çok fonksiyonel malzemelerden biriydi. Alt sokağın başında
ki yayla çeşmesinin yalağında yüzdürmek için, gemi filosu bile yapabilirdin
mesela. Sonra güneşten korunmak için şapka, komşunun ağacından topladığın
erikleri koymak için kesekâğıdı ,ve hayal gücünün genişliğine göre daha bir
sürü şey.
Erkek çocuklar,
dağın yamacından başlayıp, aşağı caddeye kadar inen yokuşta sürmek için, tahta
arabalar yapardı. Bilyeli rulman tekerlek takılan araba, yokuş aşağı inerken, gök
gürültüsü gibi ses çıkarır, rüzgâr gibi, aşağı caddeye bir solukta inerdi. Çocukların
becerilerine göre, direksiyon veya fren gibi mekanizmaları olan arabalar da
vardı. Bir abimin olmamasına en hayıflandığım anlardan biri de, ağabeylerinin
arkasında oturup, neşeli çığlıklar atarak kayan kız arkadaşlarımı, iç çekerek
seyrettiğim o zamanlardı.
Soba telleri de,
gazete kadar, fonksiyonel malzemelerden biriydi. Bükülerek, iki tekerlek şekli
verilen tellere, başka bir tel parçası ile direksiyon yapılır, koşarak çember döndürür
gibi tel araba sürülürdü. Daha maharetli olanlar, dört başı mamur araba,
bisiklet bile yapardı. Hele de babanın malzeme çantasından, pense veya
gagaburunu göstermeden alabilirsen, daha küçük ama daha kompleks oyuncaklarda
yapabilmek mümkündü.
Tabi bu
arabaları, kız ve erkek çocukları da yapabilirken, birbirimizin alanlarına
girmediğimiz oyuncaklar da vardı.
Mesela, şimdi
Barby evi dediğimiz evlerin benzerini, biz karton kutulardan yapardık. Dikkatle
çizilip kesilen kutuya, açılır kapanır kapı pencere yapar, pencereye kumaştan perde geçirir, içine
karton ve kumaşlardan, renkli kâğıtlardan mobilya bile uydururduk. Hatta
yaptığım bir evin içine, babamın da yardımı ile minik kırmızı bir gece lambası
bile koymuştum. Odanın lambasını kapatınca evceğizimin pencerelerinden dışarı
süzülen kırmız ışık, sevinçten el çırparak
havalar zıplamama sebep olmuştu.
Sonra, yine
kızların yaptığı, şimdi hazırları olan, bebek giydirmece oyunumuz vardı.
Kartondan yaptığımız bebeğe, yine kâğıtlara çizip boyadığımız, farklı kıyafet
kombinasyonlarını dikkatle keser ,bir modacı ciddiyeti ile bebeklerimize
giydirirdik. Oyuncak bebeklerimize, artık kumaşlardan giysi dikerek, terziliğe
ilk adımlarını atan arkadaşlarımız bile olurdu. Yine, bebeklerimize tığ ve
şişlerle kazaklar, elbiseler örmek, bizim hayal gücümüze ve el becerimize
kalmış uğraşlardı.
Ayrıntısına
girmeyeceğim, yağlı çamur dediğimiz killi çamurlardan yaptığımız, fincanından
televizyonuna, tüm evin mobilyalarını yapabildiğimiz dekoratörlük denemelerimiz
de mevcuttu tabi.
Tüm bunlardan, daha fazla zevkli moda uğraşı
ise, evcilik oynarken yaptığımız gelinliklerdi. Bu gelinlikleri yapmak el
maharetinden ziyade, annelere görünmeden, malzeme temin edebilme mahareti
gerektirirdi. Öncelikle dikdörtgen bir namaz örtüsü gerekirdi, bu iş için. Normal, pamuklu tülbent, namaz
örtüsünden olmaz ama. İpekli veya şifon,
iğne oyalı mevlit örtüsü olması lazım.
Allah aşkına,
pamuklu kumaştan gelinlik gördünüz mü hiç? Elbette ipek olmalı da, işte o mevlit
örtülerini ele geçirmek, her yiğidin harcı değil. Gelin ve bebek mevlitleri
için iğne oyasından yapılan o örtüler, anne çeyizlerinin en mutena ve pahalı
parçalarıydı. Beyaz, pudra pembesi, bebek mavisi gibi renklerde olan bu mevlit
örtülerini ele geçirebilirsek, beyazdan gelinlik, diğerlerinden nişan elbisesi
yapardık. Yalnız” bir evcilik oyununda, aynı anda, hem nişanlık, hem gelinlik
giyen kızlar olur mu?” sorusuna
cevabımız yoktu tabi de, böyle bir soru da aklımıza gelmezdi.
Fare gibi
sessizce, çeyiz sandığından yürüttüğümüz, bu mevlit örtülerini, kol atından
geçirerek pareo gibi boyun etrafından dolaştırır, ensemizde kocaman bir
fiyonkla birleştirirdik.
Gelinlik
tamaaam. Sıra da duvak var. Duvak için ise, o zamanlar, bahçeli evlerin
kapısına gerilen tüller, en uygun malzeme. Bu da, en az, çeyiz sandığından mevlit
örtüsü kaçırmak kadar zor bir eylem. Zaten bu tülü getiren, oyunda gelin olma
hakkını, bileğinin hakkı ile kazanmış sayılırdı. Duvağa eklemek için, çiçek
bulmak, işin en kolayı. Bir de gelin teli, genellikle düğünlerde, konuklara da
verildiği için hepimizde olan bir aksesuar. Hele de yapma inci bir kolye
bulursan tamamdır. En seçkin(!) en elit(!) gelin olmak mümkün artık.
Evet, son kalan tehlikeli bir malzeme teminini daha başarırsan,
dört dörtlük bir gelin olmak mümkün artık. Topuklu bir ayakkabı ile beyaz bir
çanta. Bunları alması biraz daha kolayda, dışarı çıkarken anneye yakalanırsan, tüm bu hazırlıkların, güme gitmesi ihtimali söz konusu. Zira,
bunları arkana saklayarak çıkarmak, diğerlerine nispeten daha zor.
İşte, bunca elit(!)
ve kibar(!) gelinlik giyen, gelin
kızlarımızın yanına yakışacak elitlikte damatlık uydurabilmek mümkün olmadığı
için, bu düğünlerimiz hep damatsız olurdu. Kayınvalide görümce filan da olmaz,
herkes nedime takılırdı.
Şimdi bakıyorum
da o oyuncak üretme, el maharetini, hayal gücünü, yaşam becerisini geliştiren,
detaylarla mutlu olmayı öğreten, ne kıymetli oyunlarmış.