22 Şubat 2019 Cuma

HAYALLER GERÇEK OLSA


HANGİSİNİ TERCİH EDERSİN ?


Hangisini tercih edersin? Uçabilme yeteneğin olmasını mı yoksa su altında nefes alabilmeyi mi? Neden?

Hımm… Deniz üstünde uçmak desem :) Denizi yüksek bir yerden seyretmeyi severim. Denizi olan şehirler ben de penceresi olan oda hissi veriyor. Hani pencereyi açarsın da mis gibi hava ciğerlerinize dolar ya aynen öyle. Deniz altının görüntüsü de  muhteşem. Yeryüzü kadar zengin bir âlem. Yalnız  bende kuşatılmış duygusu oluşturuyor. Tonlarca suyun basıncını hatırlamak nefesimi daraltıyor. Ama  kuşlar gibi uçmak öylemi ya.


Uçmak özgürlük demek…

Uçmak sınırları aşmak demek…

Uçmak bütüncül bakış açısı demek…

Uçmak büyük zannettiklerimizin aslında ne kadar küçük olduğunu görmek demek…


Hangisini tercih edersin? Sonsuza kadar etrafının kitaplarla çevrili olmasını mı yoksa evcil hayvanlarla mı? Neden

Çocukluk hayalim dört bir tarafı kitaplarla dolu bir odam olmasıydı. Şimdi üç tarafı kitaplarla çevrili bir odam var. Öyle olunca evcil hayvan konusuna geçebilirim galiba J ama bu konuda tereddütlüyüm. Küçükken babaannemin bir kedisi vardı. Bebekken yataktan düşmeyeyim diye beni avuturmuş. Çok severim kedileri. Ama evcil hayvan beslemek çocuk sahibi olmak gibi sorumluluk gerektiriyor. Sonuna kadar gidemem, şartlarım değişebilir diye cesaret edemiyorum.

 

Hangisini tercih edersin? Büyük ellere sahip olmayı mı yoksa büyük ayaklar mı? Neden?

Bu soruyu mecazi  anlamıyla kabul ediyorum. Büyük ayaklarım olsa da çok gezsem derim.

Hangisini tercih edersin? Geriye kalan hayatının tamamında çay içmeyi mi yoksa kahve içmeyi mi? Neden?

Kitaplarımın arasında koltukta sütlü kahve içmeyi tercih ederim. Neskafe veya filtre kahve. Türk kahvesini yapmak çetrefilli iş  hem de çabuk bitiyor. Kitap okurken olmuyor. Kahve zihnimi açıyor ve odaklanmamı kolaylaştırıyor hem de lezzetini ve kokusunu seviyorum.

Hangisini tercih edersin? Sınırsız döner mi yoksa sınırsız  kokoreç mi? Neden?

Kokoreç ısrar üzerine birkaç sefer denedim ama sevemedim.(ha ha… Hani titizlikten falan değil, tamamen damak tadıma uymamasından. Yoksa işkembe çorbasını çok severim mesela)

Döner… Ama yaprak döner olacak. Lavaş değil şu çıtır çıtır mini ekmek arasında, bol soğanlı, domatesli ve maruluma sos, ketçap vs. kesinlikle olmayacak. Ve soğutmadan yanında bol köpüklü ayranla beraber olacak… off gecenin bu saatinde dışarı çıkasım geldi ama bu saatte arasam da bulamam ki…

Hangisini tercih edersin? Ölüm saatini bilmeyi mi yoksa nasıl öleceğini bilmeyi mi?(Ölüm tarihini ve ölüm şeklini değiştiremiyorsun) Neden?

İkisini de bilmek istemem. Ne gerek var. Önemli olan ölümün ne zaman veya nasıl olacağı değil her an hazır olacağın bir hayat yaşayabilmek.

Hangisini tercih edersin? 500 yıl gelecekte yaşamayı mı yoksa 500 yıl geçmişte yaşamayı mı? Neden?

500 sene sonrasını görmeyi isterim. İnsanlık tarihi ve medeniyetinin dikey değil inişli çıkışlı bir süreç izlediğini düşünüyorum. Yani binlerce sene önce belki de şimdiki medeniyetten daha ileri seviyede medeniyetler vardı. Onlardan iz kalmadı. Hala insanlık tarihini yeniden yazacak bulgulara ulaşılıyor.(Mesela Göbekli Tepe ) Yine de onlardan bir şekilde haberdar oluyoruz. Ama gelecek tamamen sürprizlere gebe. Öyle bol keseden atan  Fütüristlerin çizdiği gelecek tahminlerinin tutma olasılığının da düşük olduğunu düşünüyorum tahminleri ne kadar ve ne şekilde gerçekleştiğini görmek eğlenceli olurdu.1900 lük yılların başında ki 2000 li yıllar tahminleri efsane(!)  O yüzden yaşayıp görmek isterdim.

Hangisini tercih edersin? Her yıl yenilenen tek seferlik uluslararası bir uçuş bileti mi yoksa yurt içinde geçerli sınırsız uçak bileti mi? Neden?

Tek seferlik uluslararası uçak bileti tercih ederdim. Muhakkak herkesin yurtdışı tecrübesi olması gerekir diyorum. İnsanın ufkunu müthiş açıyor. Her sene yeni bir ülkeye uçakla gider orda araç kiralayıp birçok şehri keşfederdim. Zaten yurt içinde birçok bölgeyi gezdim. Bir Doğu Anadolu kaldı. Onu da kendi imkânlarımla gezebilirim. Hem ben geze geze, mola vererek gitmeyi seviyorum. Böylece birçok sürprizle karşılaşıyorsunuz.

Hangisini tercih edersin? Daha çok dinlemeyi mi daha çok konuşmayı mı? Neden?

(Rehitu beyin sorusundansa değiştirilmiş bu soruyu tercih ettim) Dinlemeyi tercih ederim. Konuşurken kendi bildiğinizi tekrar ediyorsunuz ama dinleyince yeni şeyler öğreniyorsunuz. Dinlemekte konuşmak kadar efor gerektiriyor aslında J

İlk önce Deep tone beni mimlemişti, rehitu  Bey’inde mimlediğini sonradan gördüm. Biraz geç kaldım ama sonundan yetiştim yine de. Rehitu Bey’in mimi, bu mimi yapanların yeni soru hazırlayarak paslanması şeklinde. Ama bu soruları sevdim. Bu mimi çok yapan oldu. Mimlemek istediğim birçok arkadaşın mimi yaptığını gördüm yüzden 10 kişiyi  değil ama 5 kişiyi mimliyorum.

  Uzun zamandır fazla ortalıkta olmayan iki öğrenci arkadaşımız;  

-yalnizamaozgur  ile    

-Enginering Vibes (yoğunluklarının arasında yapabilirlerse )

-Dönüşü olmayan orman(mim cevaplamayı sevmediğini belirtmiş bir yorumda ama şansımı deneyeyim) 

-Dövüşürken hanımefendi değilim

-Madame Savon       



Hayaller Gerçek Olsa diye aklımda kalmış şarkı ama Rüyalar Gerçek Olsa imiş.Olsun yine de ekliyeyim dedim .Güzel şarkı..  :)

16 Şubat 2019 Cumartesi

KURU DALLARIN UCUNDAKİ UMUT


SÜRPRİZ YAPAN MİNİK ERİK AĞACINA J J J

Fotoğrafları karanlıkta çektim.Sabahı bekleyemedim 

Yüreğimin sarkacı umut ile korku arasında salınıp durdu bu akşam. Umut mu ağır bastı, korku mu bilemedim. Hala tıp tıp atıyor yüreğim, kollarını uzatıp avucundaki umut çiçeklerini uzatan müjdecinin sürpriziyle.

Ellerimde alışveriş torbaları hızla yürürken daha önce hiç geçmediğim, nereye çıkacağını bilmediğim bir sokak çağırdı beni.

Kim bilir belki de sokak değil de, sunduğu sürprizi göstermek için akşam ayazında heyecanla  titreyen erik ağacıydı çağıran.

Sürpriiz…

Apartmanların arasına sıkışmış ufacık bir bahçede ki minik erik ağacı, kara kışa inat “korkma” diye fısıldıyor. Kara kışın sonu geldi.”

-Bitti artık kar fırtına. Artık bahar yağmurları var önünde. Biraz daha dişini sık sabret, bak bahar habercilerini yolladı, bencileyin küçük bir ağaçla.
Umutla doldu yüreğim,sonra korkuyla ürperdi.

-Ah sevgili erik ağacı!...

-Sen umut vermek için geldin ama ben gitmeyeceğim diye ayak direyen kara kış, pusuda bekliyor nicedir.

-Seni avlamak için olmasın geri çekilmesi, gitmiş gibi yapması. Ne olur kanma her gülen yüze, her tatlı söze.

-Yok diye fısıldadı erik dallarında ki çiçekler “umut ki gösterdi yüzünü arkası gelir elbet. Korkma kışın bundan sonra yapacağı kof bir kabadayı gibi gürlemek. Habercilerin ardından sökün edecek elbet bahar. Gelin gibi donatacak yeryüzünü. Sen ki sadece bahçende ufakta olsa bir yer ayır ve  yüreğini açmayı bil… 
Hamiş: Aslında bu akşam ki niyetim Sevgili Deep Tone ve Fatih Pınar Beyin bekleyen mimlerini yapmaktı. Onlardan özür dileyerek, sevgili erik ağacıma hitap etmek istedim...

 


14 Şubat 2019 Perşembe

TEKTİPLEŞTİREMEDİKLERİMİZDENMİSİNİZ ?

TEKTİPLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

Hiç çocukluğunuzda yediğiniz kurabiye karpuzları özlediniz mi?

Ya da içinde çekirdeklerini de gördüğünüz mis kokulu salatalıkları soyup dikine dörde bölerek tuzlayıp yemeyi?

Ben çok özlüyorum ama artık hiçbir para bu güzelliklere sahip olmaya yetmiyor. Neden mi?

Çünkü artık onlar yoklar, üretilmiyorlar. Farkında mısınız bilmem ama meyve ve sebzeler bile tek tipleşti. Her yerde, pazarda, markette, Trabzon’da, Mardin’de İzmir’de Yozgat’ta aynı domates aynı elma aynı portakal çeşitleri var. Evet, hala kıyıda köşede sadece belli yerlerde yetişen güzellikler var ama kaideleri bozmaya yetmeyen istisna nev-inden.

Çocukluğumda yaz mevsiminde gittiğimiz köyümde yaz ve kış elmaları vardı, en az 5-6 çeşit. Kayısı vardı 4-5 çeşit. Maalesef artık neredeyse kalmamış. Ağaçlar bakımsızlıktan kurumuş. Ve o güzelim elmalar artık yok. Artık hazır alınan fidanlar ve fidelerle yurdun her tarafında belli çeşitlerde sebze ve meyve üretiliyor.

Sadece meyve ve sebze mi. Her şey tek tipleşti. Trabzon Uzun Gölde gördüğünüz hediyelik eşyaların aynılarını Mostar’da görmek, Kapalıçarşı’dan aldığınız mumların aynılarını Market’sen alabilmek mümkün artık. Çin malı hediyelik eşyaların istilasına uğramış durumdalar. Yöreye özel üretilen ürünler o kadar az ki. Kültürler de öyle aynılaştı.
             Ama... ama... En fenası duygularımızı ifade şekillerimiz de tek tipleşti.

Farklı kültürlerden korkmamak gerektiğini, bir arada yaşama ve ortak değer üretme becerisinin insanlığa en büyük kazanımları sağlayacağını sonuna kadar savunuyorum. Kültürel anlamda en zengin coğrafyalara baktığımızda farklı dinlerin, etnik kimliklerin, dillerin yaşadığı veya geçiş yeri olduğu coğrafyalar olduğunu görüyoruz.

Farklı kültürler zenginliktir ve insanları zenginleştirir.
***

Küreselleşmenin en büyük artılarından biri farklı coğrafyalar ve kültürler arasında iletişim sağlaması  oldu. Artık tanımak ve tanışmak daha kolay. Ama  bu hızlı süreçte her kültür içselleştirerek zenginleşme yerine eskici dükkânı gibi önüne ne gelirse toplayıp bir araya getirerek bir ucubeye dönüştürdü. Kültürler ve değerler tüketim malzemesine dönüştü.

Amerika’nı en başarılı olduğu alanlardan biri de, dünyadaki kültürel öğeleri toplayıp sinema endüstrisinin de yardımıyla aynılaştırıp pazara sunması.

Örnek mi istersiniz? Suşi, pizza, tako, falafel ve daha onlarca farklı milletlerin yemekleri. Âmâ hep Amerikan tarzı hazır tüketim olarak sunulanından. Cadılar bayramı, Noel, Sevgililer Günü, Anneler Günü, Baby shower partileri hatta düğünler aynı şekilde kutlanıyor, sevgiler aynı şekilde ifade ediliyor, üzüntüler aynı şekilde yaşanıyor. Bolivya dağlarında ölümüne savaşan Che, bugün milyar dolarlık tüketim endüstrisinin en çok kullanılan malzemelerinden biri olduğunu görse neler hissederdi acaba?


                Sevginin, sevgilinin, evlilik tekliflerinin, düğünlerin, bebek sahibi olmanın  kişiye özel olması ısrarla vurgulanıyor. Lakin o özel denilen şeyler tüm dünyada tüketilen benzer malzemelerle benzer ritüellerle icra ediliyor. Ama biz en özel şekilde kutladığımız yanılsamasıyla mutluyuz. Sıradan ritüellerle özel hissediyoruz kendimizi.

Sevgililer günü kutlamaları tüm yurtta ve dünyada olanca hızıyla devam ediyor. Bu furyaya kaç yıldır evli olduğunu hatırlamayacak  kadar çok senedir evli olanlarla, bu günü yalnız geçirmemek için alelacele sevgili(!) bulan gençlerin katkıları da  yadsınamaz. Sonuçta tüketim mabetleri kurban istiyor.

İnsanlar bu özel(!) günleri kutlamaya mecbur hissediyorlar kendilerini. Her taraf kalpli ürünlerden geçilmiyor. Adeta kalp bombardımanına maruz kalmış gibiyiz. Etraf kırmızı rengin istilasına uğradı.

Diz çökerek tek taşla yapılan yapılandan başka evlilik teklifi yapılamaz mı? Herkesle beraber aşkımızı kutlamanın neresi özel? Aşk ilanı neden kırmızı gülle yapılmak zorunda ki? Kalpli pasta olmazsa sevdiğiniz anlaşılamaz mı? Kalpli ayıcık dışında sevimli başka hayvan yok mu? Ve neden insanlar bu mutlu anlarını sosyal medya da paylaşarak onaylatma ihtiyacı hissederler ki? …

Klişeler duygularımızı ifade etmede ne kadar işlevsel olabilir ki?

Yo, hayır… Özel gün kutlamalarını yargılamıyorum… Ay!  Ne banal!  Diyen seçkinci tayfadan değilim… Bunlar hep Ameriga’nı oyunu demiyorum… Küresel güçler Emperyal planlar olduğunu zannetmiyorum…

Merak ediyorum sadece...