31 Aralık 2019 Salı

EVET HİÇ YAPMADIM...


POPÜLER DÜNYAYA NAİF BAŞKALDIRI...


-GOT Sonunu nasıl buldun? Çoğu için hayal kırıklığı oldu…

-Bilmem GOT seyretmedim

-Nasıl yani hiç mi?

-Evet hiç.

-Peki frends  yada  how ı met your mother ?

-Hayır

-Gerçekten mi?

-Evet gerçekten…

Evet gerçekten… Hiç Müge Anlı izlemedim… Hiç Recep İvedik (İlk bölüm hariç)  izlemedim… Hiç Kürk Mantolu Madonna okumadım (Sabahattin Ali’yi çok sevmeme rağmen) Elif Şafak’ın Aşk kitabını (önceki tüm kitaplarını okumama rağmen) okumadım… Hiç selfi çekmedim… Hiç TBT yapmadım… Sosyal medyada foto paylaşmadım… Tik tok videosu çekmedim… Face App indirmedim…

Aslında bu konu kafamı oldukça kurcaladı. Popüler olan veya moda olan şeylere karşı bu kadar soğukluk duymamın sebebi ne ola ki?

Öyle ki ihtiyacım olmasına rağmen Cin Ali’nin annesinin ayakkabıları benzeri kalın topuklu botlardan başkasını bulamadığım için üç sene kışlık ayakkabı almadım senelerde moda olan sivri burun ayakkabılardan başkasını bulamadığım için iki sene yazlık ayakkabı alamadım.

Sonra sosyal medyada “eğer linç edilmeyeceksem” diye başlayıp popüler olan konularda aksi görüş belirten kişilere rastlayınca da aslında yalnız olmadığımı fark ettim.

Neydi bu kendini, sevdiği ya da ihtiyaç duyduğu şeylerden mahrum etme pahasına popüler olandan kaçınma çabası…

Entelektüel kibir mi?

Farklı olma çabası mı?

Kendini beğenmişlik mi?

Özel olduğunu zannetme yanılgısı mı?

Hayır, aslında hiç biri…

Sadece kişisel alan oluşturma çabasıydı benimki… Tüm diğer canlılarda da var olan kendine ait bir alan oluşturma içgüdüsü.

İletişim bu kadar hızlanıp Dünya Global bir köy olalı beri kişisel alanlarımız kalmadı. Herkesin sevdiği şeyleri sevip, beğendiği şeyleri beğenir olduk. Kişisel beğenilerimiz toplumdan ayrışma hatta garipsenme sebebi oldu. Toplumla uyumlu olma adına kişisel değerlerimizden vaz geçmek zorunda kalıyoruz çoğu zaman.

İletişim açısından özel alanımız 0-25 cm kişisel alanımız 25-100 cm arasıdır. Bu sadece bizim seçtiğimiz kişileri aldığımız alanımızdır. Bu alan, eğer istemediğimiz kişiler tarafından ihlal edilirse kişide huzursuzluk hatta panik oluşur. Asansöre beraber binen yabancı kişilerin karşıya değil aşağı bakma davranışı, aslında bu özel alanının ihlal edilmesinden kaynaklı huzursuzluk halinin dışavurumudur.

Elbette psikolojik olarak da bizi biz yapan, seçimlerimiz beğenilerimiz, bize özel alanlarımızdır. İşte moda, trendler, sosyal medya bu alanlarımızı biz fark etmeden ihlal ettiği için nedenini bilmeden huzursuz ve tedirginiz çoğunluk olarak. Farklı olmaya cesaretimiz yok. Ev eşyamızdan, kıyafetlerimize, gittiğimiz tatil yerlerinden seçtiğimiz mesleklere, okuduğumuz kitaplardan izlediğimiz filmlere, hatta yediğimiz içtiğimize varana kadar beğenilerimizi biz değil çoğunluk belirliyor artık. Evet, evet yediğimiz içtiğimize kadar. Triliçe, makaron, suşi, çia tohumu, yulaf ezmesi, manş fasulyesi, kinoalı salata, şimdi de her yerde açılan lokmacılar yükselen lezzet trendlerinden değil miydi?

Bir reality Show da izlemiştim. Köpek sahiplerine danışmanlık yapan, ev hayvanlarına eğitimler falan veren bir uzman vardı. Büyük bir malikânede ki hırçın ve huzursuz bir köpeğin sahibi tarafından sorunun çözümü için çağrılıyordu. Uzman gelip hayvanı ve evi gördükten sonra sorunu belirledi. Köpeklerde koruma ve sahiplenme içgüdüsü baskın olduğu için onu aşan, bu kadar büyük bir mekân onda korkuya ve hırçınlığa sebep oluyordu. Sonra onun için salonun bir köşesinde sahipleneceği küçük bir yuva yapılınca köpekçik sükûnete kavuştu.

İşte bu kocaman sosyal hayatta o küçük köpekçik gibi minik bir alan oluşturma çabasıymış meğer benim popüler olandan kaçıp kıyıda köşede kalmış fazla bilinmeyen güzellikler arayışında olmam…

 





18 Aralık 2019 Çarşamba

KOMŞUDAKİ İNGİLİZLER


        THE DURRELLS İN CORFU

Bayan Durrell, ailesini geçindirmek için uzun yıllar yurt dışında çalışan eşini, kaybederek genç yaşta dul kalır. Kocasından geriye dört çocuk, çok küçük bir emekli maaşı ve bir ev dışında hiçbir şey kalmaz. Sekiz yıl, dört çocukla beraber, yaşam savaşı veren Bayan Durrell, sonunda alkole yenik düşer. Bu durumun devam edemeyeceğine karar veren Bayan Durrell , evini satarak, biriken borçlarını öder ve çocuklarını alarak, hayatın daha ucuz olduğu, bambaşka bir ülkede ki uzak bir adaya taşınır.

Eldeki kısıtlı imkânlarıyla, daha ilk geceden mutfak tavanı çöken, çok eski ve insanlardan uzak, eşyasız ve mobilyasız bir ev kiralar.  Bayan Durrell, dört çocuğuyla, dillerinin tek kelimesini bile anlamadığı bu yabancı adada, yaşam savaşına başlar. Dağ başında, elektriğin bile olmadığı bu harap binayı,  her biri birbirinden sorumsuz, dört çocuğuyla uğraşarak, bir yuva haline getirmeye çabalar.

Ne kadar dramatik, acıklı bir hikâye değil mi? Hani şu Küçük Emrah filmlerinde ki acılı ana ve gariban evlatlarının hikâyeleri gibi.

Yok yok… Hayır… Gayet eğlenceli, insana yaşam sevinci veren bir İngiliz dizisi aslında.

Dizi, ailenin en küçük oğlu, doğa bilimci, Gerald Durrell ’in anılarından yola çıkarak uyarlanmış. Yani gerçek bir yaşam hikâyesine dayanıyor. 

 Biz Ortadoğu insanları olarak, olayları fazla dramatize ettiğimizi düşünüyorum. Kendine acımak, acılarından beslenmek oldukça yaygın bir durum. Bilmiyorum, belki de herkesin acıyla başa çıkma şekli farklı olduğu için, biz de böylece hayata tutunuyoruz.

Dizi, Yunanistan’ın Corfu adasında ki muhteşem manzaralı, eski bir evde çekiliyor. Ev her ne kadar, harap vaziyette olsa da “yaşarım ki ben burada” hissi uyandıran bir yer. Etrafı zeytin ve kumkuat ağaçlarıyla çevrili, önünde kendine ait bir plajı bile bulunan, üç katlı kocaman bahçeli,  eskilikten her yanı dökülen bir bina.

Bayan Durrell, ne kadar becerikli ve mücadeleci bir kadın olsa da çocukları, (bende “bir temiz dövmek lazım bunları” duygusu uyandıran  ) kaygısız, sorumsuz ve sinir bozucu, koskoca adamlar. Kadıncağız bir işin ucundan tutmalarını isteyince, ortadan kaybolup, arazi oluyor hepsi de. Aralarında ”Bu kadına da yazık “diyen yok.

En büyük oğlanı, tüm gün don atlet, üstünde bir sabahlık, daktilo başında yazan Lery’ni gün gelip ünlü bir yazar olacağına kim inanır. Ama meğerse bu Lary “İskenderiye Dörtlüsü” , “Avignon Beşlisi” ve daha birçok romanın ve gezi kitabının, şiirlerin yazarı, 20 yy İngiliz edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan, Lawrance Durrell imiş. Bulduğu hayvanı eve getiren, üstü başı kir pas içinde, yanında dünyanın en çirkin köpeği ile tüm gün dağ bayır dolaşan, evin en küçük oğlu Geri  ise ünlü bir doğa bilimcisi.

16 yaşında ki ergen Margo, tam evlere şenlik bir tip. Saf desem hafif kalacak, aptal desem ağır kaçacak bir ergen kızcağız. Kendini gerçekleştirmeye çalışırken, her bölüm yeni bir maceraya atılan, yenilgilerinden hiç gocunmadan, müthiş bir özgüvenle, yeni deneyimlerin peşinden koşan,  sevimlilikle sinir bozuculuk arasında gidip gelen, eğlenceli bir karakter. Bir ara, bir Türk karaktere de aşık oluyor ama adama Türk demeye bin şahit ister. Yunanlı Spiros’nun tipi bile, daha çok benziyor Türke.

Türk Zoltan ile Yunan Spiro bir bölümde, bayağı yükselip, yumruk yumruğa kavgaya tutuşacakken, Margo birkaç argümanla aralarını buluveriyor. Artık, ” bizim en aptalımız bile, sizin yüzyıllarca çözemediğiniz sorunlarınız çözer” mesajı  mı veriyorlar bilemedim. Malum İngilizler diplomaside ki başarıları ile meşhur.

                Ailenin Rum yardımcısı Lugaretzia ‘nın deyimi ile “ailenin en iyi çocuğu”  olan Leslie ise silahlarla olan aşkının meyvesini, sonunda polis olarak alıyor. Amma velakin sınavları geçip, gönüllü itfaiyeci olamıyor.

Mutfak masasında oturan konukların yanından bir eşeğin geçtiği, koridorlarında pelikanların gezindiği, oturma odasında ki ağaçta, bir tembel hayvanın baş aşağı sarkarak uyuduğu, sabah Bayan Durrell ‘in başucunda bir keçi ile uyandığı, çay servisi sırasında bir peçeli baykuşun eşlik ettiği eğlenceli bir ev. Muhteşem ege manzarası, birbirinden ilginç ve eğlenceli karakterler ile pozitif bir bakış açısına sahip güzel bir dizi.

Dizi kadrosunda farklı milletlerden karakterler var. Kültürler, milletler bir çatışma yaşamadan dostluk ve kardeşlik içinde bir arada yaşıyorlar. ”Hepimiiz kardeşiiz ,bu kaavgaa ne diiyee “ şarkısında ki gibi bir dünya. Daha 1930 lu yıllarda, şimdi bile zor bulunan açık fikirli bir topluma sahip bir ada.

Fazla bilinmese de yaşam enerjisi veren olumlu pozitif bir dizi…


                                         Bunlar da gerçek Durrell ailesi 

4 Aralık 2019 Çarşamba

SORUMLULUKSUZ HAYAT ; OH NE RAHAT…


Sosyal sorumluluklarımızın bilincinde olmak, farkındalık kazanmak, çevreyi korumak, hayvanlara sahip çıkmak, nezaketli, saygılı olmak, empati yapmak…

Tüm bunlar olunca hayatımız güzelleşecek, kendimizi değiştirince etrafımızda değişecekti değil mi? Son senelerde anlatılan teşvik edilen, öne çıkarılan konular bunlar, çevre sorunları, insan hakları, kişisel gelişim psikoloji, iletişim falan filan…

Bunlarla ilgili benim de kafa patlatmışlığım, makale yazmışlığım, inisiyatif almışlığım, gönüllü falan olmuşluğum da çoktur.

Tüm bunlar yalan arkadaşlar… Bir iletişimci olarak söylüyorum ki külliyen yalan… senelerdir emek verir uğraşırım, hayatımın güzelleştiğini falan görmedim.

Hayat gailesinin ve yüklerinin üzerine ekstra yükler yükledi hayatımı çekilmez hale getirdi resmen.

Farkındalık bir bataklıktır sayın okuyucu. Bir kere görmeye başladın mı geri dönüşün yok artık. Hep görürsün. Kalıcı deformasyon…

Şu su kaynaklarının azalması, küresel ısınma, plastik atıkları azaltma, karbon ayak izi, tabiatı çocuklarımızdan ödünç alma muhabbetlerini ele alalım önce mesela

Hayattaki az sayıda ki takıntılarım dan biri olan elimi yıkama lüksümü aldı elimden mesela. Islak mendil, anti bakteriyel losyonlar falan sevmiyorum işte,  illa ellerimi yıkayacağım. Ama su kaynaklarının azalması muhabbetleri başlayalı el yıkarken israf olan suyu hesaplamaktan hayatım kabusa döndü. Bunun birde bulaşık yıkama meselesi var. Tamam, hadi elde değil de bulaşık makinesinde yıkayalım. İyi de az kişi isen, bulaşıklar makinede günlerce beklemek zorunda kalıyor. Makineye koymadan önce, bir sudan geçireyim desem, bulaşık deterjanı reklamlarına çıkan teyzeler, parmağını sallayarak, kamu spotu gibi ayar vermeye başlıyor.” İşte şu kadar su israf oluyor, su kaynakları şu kadar kaldı…”

İyi de bacım bulaşıklar makinada koksun mu? Hadi iki tane tabak,  elde yıkayıvereyim desen kesin reklamlarda ki teyzeler gece kabuslarıma girecek, “hiç utanman yok mu? nasıl elde bulaşık yıkarsın”  diyerekten.

Ya o kağıt peçeteler, kağıt havlular. Tek seferde kullanıp atmaya kıyamıyorum. Sofradan topladıklarımla tabak sıyırırım mesela. Tamam onların yerine pamuklu bezler kullanayım o zaman da yıkaması suyu deterjanı  meselesi var. Hangisi daha az çevre kirliliği yapıyor, hangisi ile daha fazla israf oluyor acaba? Bir hesaplıyayım bakalım.

Meyve sebze yıkarken israf olan suya hiç girmesem mi acaba? Meyveleri leğende yıkayıp, kalan suları dibine dökmek için çiçek almayı planlıyorum mesela.

Ya şu plastik ve kağıt atıklar? Mutfak balkonu içi, geri dönüşüm atıkları ile dolu çöp poşetleri ile kaplanıyor kısa sürede.                Bir not kağıdını, bir tel atacı bile çöpe atamıyorum. Biriktirip kağıt toplayıcıları alsın diye çöp kutularının yanına bırakıyorum. Bizim belediye zaten geri dönüşüm toplamıyor da, toplasa da onlara vermem zaten. Boş ver, insanlar onuruyla ekmek parası kazanıyor onlardan. Hele birde kullanılmış kızartma yağı dolu beş litrelik şişe var ki onunla ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok. Korkuyorum, balkonu gören komşular çöp ev diye belediyeye haber verecekler.

Yolculuğa çıkarken çöp bidonuna atmak için çöp poşetini yanıma alıp, konteyner dolu diye yere bırakamayıp, boş bir çöp konteyneri bulana kadar arabada çöpü başka bir şehre taşımış lığım var. Şöyle bir parkta çiğdem çitlemeye kalksam o da ayrı bir dert. Bir elimde çiğdem poşetini diğer elimde çiğdem kabuklarını atmak için başka bir poşeti tutarken, çiğdemleri hangi elimle çitleyeyim Allah aşkına… Ben de bir parkta ya da deniz kıyısında ayaklarımı sallaya sallaya Cennet mahalleli Pembe gibi çiğdem kabuklarını tüft...  tüft... diye tükürerek çiğdem yemek istiyorum ama olmuyor… olamıyor…

Hani insanlara çocuklara, tüm canlılara değer verme saygı gösterme durumları var ya o konularda hepten kendimi aştım galiba. Apartmanımızın kedisi Karakız var senede iki defa bodrumumuz da yavruluyor. Apartmandan çıkarken, karnını sallaya sallaya gelen Karakıza eğilip selam vermeden geçemiyorum. Saygısızlık yapmışım hamfendiye gibi geliyor. Ciddi ciddi çömelip, göz göze gelerek merhaba falan diyorum. Yani o derece. Mahallenin kedi köpekleri ile arkadaşlığımız level atlayacak, yakında onlarla gün yapacağız gibime geliyor.

Ama bak herkese selam verip gülümseme kısmında çekiniyorum biraz. Öğretmen arkadaşım anlatmıştı. Bu, kişisel gelişim seminerlerinden birinden çıktıktan sonra,  aldığı gazla okulda ki öğretmelere, öğrencilere velilere gülümseyerek “ merhaba “demeye başlamış. Öğretmen arkadaşları, öğretmenler odasında “hocanımın psikolojik sorunları var galiba “diye dedikodusunu yaparken  yakalayınca,  vaz geçmiş garibim.

Tabi şimdi çevre de önemli. Sizin nezaketinizi anlayacak insan da lazım yani.

Hani İstanbullu bir memur taşra kasabalarından birine gidiyor iş için. Bir kahvede oturup çaycıya sesleniyor

-Bir çay rica edebilir miyim?

Kahveci ters ters bakıp işine devam ediyor. Bir kaç sefer ricasını tekrarlayan memur kahvecinin umursamaz tavırlarına en sonunda öfkelenerek bağırıyor.

Kahveci adamın yanına gelip baştan aşağı bir süzüyor ve” paran yok mu senin ?” diyor. Şaşıran adamcağız “vaar”  diye cevap verince kahveci gürlüyor. “İyi de be adam, o zaman ne yalvarıyorsun. Adam gibi istesene”

Gittiğim lokantalarda garsondan önce masayı toplama alışkanlığımı zorla yeni yeni bırakabildim. Bu işsizlikte üniversite mezunu garsonlar çok. Size hizmet veren genç garsonun bir öğretmen veya mühendis olma ihtimalini göz ardı etmeyin lütfen. Gerçi bu takıntımın sebebi garsonların üniversiteli olma ihtimali değil. Tamamen insani bir refleks.

Mağazalar da açtığım ürünleri muhakkak katlama ya da asma hassasiyetim başıma iş açıyordu. Arkadaşla alışverişe gittik. O kıyafetleri denerken, baktıklarımızı toplayıp asıyorum ben de. Birkaç gömlek ve montu astım en son kalan montu almak için uzanmıştım ki beyefendinin biri kaplan gibi atılıp elimde ki montu resmen kaptı. Ben şaşkın şaşkın bakarken mesele anlaşıldı. Meğer kendi montunu, ürün denerken üzerinden çıkarıp askıların üzerine atmış adamcağız. Tabi ben işgüzarlık yapıp ortalığı toplamaya kalkınca da… Neyse mesele çıkmadı ama yaşadığım mahcubiyeti ben bilirim.

Ay bir de işin yaşlılık kısmı var… Sevimli, şişman, torunlarına kurabiye pişirip kazak ören, terliklerini şıkırdatarak mahalle gezmesine giden,  kaygısız, tonton bir teyze olmakta var, sitenin emekli albayı modunda, kendince koyduğu kurallara etrafını uydurmaya çalışan, huysuz, yaşlı, giriş katı teyzesi olmakta… Bu işin sonu, işte o çocukların, girip çıkarken korkuyla kapısına baktığı, huysuz yaşlı teyze olmaya gidiyor.

Vaz geçtim Dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapmaya çalışmaktan, etrafımı falan güzelleştirmeye iyileştirmeye uğraşmaktan, farkındalık kazanmaya ve kazandırmaya çabalamaktan.

Boş ver dünyayı ben mi kurtaracağım… Sorumluluksuz hayat, oh ne rahat…

 



27 Kasım 2019 Çarşamba

RENKLER VE KİŞİLİKLER


            RENKLERE GÖRE İLETİŞİM 

İnsanlar farklı fiziksel özelliklere sahip oldukları gibi kişilik özellikleri ile de birbirlerinden farklıdırlar. Bu farklılıkların bilincinde olarak, kişilikleri hakkında bilgi sahibi olmak, iletişimde başarılı olmayı sağlar. Bu yaklaşımda kişilik özellikleri, farklı renklerle anlatılır. Bu renklerin seçilme sebebi evrensel olarak ifade ettikleri duygulardır.

KIRMIZI RENKLİ KİŞİLİKLER

KIRMIZILARIN  KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
Kırmızı renkli kişilikler kendilerini ifade etmekte güçlük
çekmeyen, dinamik bir yapıya sahiptirler. Lider vasıflarıyla dikkat çekerler. Bulundukları
ortamlarda ön planda olmayı arzu ederler. İkinci kişi olmak onlara ağır gelir. Mantığa önem
verirler.Verime önem verirler. Hareketlidirler. Bağımsızdırlar. Lider vasıflıdırlar.
Yeteneklidirler. Krizleri yönetebilirler. Duyarlıdırlar. Dürüsttürler. İfade yetenekleri vardır.
Hedeflere önem verirler. Bakış açıları vardır. Disiplinlidirler. Karar alma yetenekleri vardır.
Organizatördürler. Kendilerini motive edebilirler. Düşündüğünü ifade ederler.
Konuşkandırlar. Risk alırlar.
Söz konusu özelliklerin en az % 70'i sizi yansıtıyorsa kırmızı bir kişiliğe sahipsiniz
diyebiliriz.

KIRMIZILARIN BAŞARILI OLDUKLARI MESLEKLER

Kırmızılar; yönlendirme, karar verme, etkileme,
koordine etme, kendini ifade etme, rekabet etme, tavsiye etme gibi konumlara sahip
mesleklerde başarılı olurlar. Tabii ki kendilerini başka mesleklere de adapte edebilirler. Ancak
kendi yapılarına en uygun meslekler, bu hususları tabiatlarında bulunduranlardır: Yönetici,
Polis, Asker, Politikacı, Girişimci, Doktor, Müteahhit, Din Görevlisi
Tercih ettiğiniz mesleğin maddi getirişi mi manevi hazzı mı daha önemli? Bu soruya cevap
verin. Sonra meslek seçin. Yoksa yılları sırtınızda taşırsınız. O da çok ağır olur.

KIRMIZLARA İLETİŞİM ÖNERİLERİ

Kırmızılara Samimi Öneriler; Kırmızıların toplum içinde dışlanmaması için bazı ölçütlere  dikkat etmelidir .
Eğer kırmızı kişilikliyseniz ve amacınız toplumla uyumlu
olmaksa; Uzlaşma yolunu arayın. Duygusal yönünüz olsun ancak duygularınızın sizi
yönetmesine izin vermeyin. Kendinizi eleştirmekten çekinmeyin. Eleştirilere açık olun. Aciz
olduğunuz zamanlan hatırlayın, gücünüz sınırlıdır. Başkalarını da düşünün, bencillik insanı
yüceltmez. Nezaketli olun. Başkasını yargılamaktan çok kendinizi yargılamayı deneyin. İyi
bir dinleyici olun. Sabırlı olun. İnsana değer verin. Sinirlerinize hâkim olun. Acele karar
vermeyin. Yardımsever olun. Çevrenize karşı ilgili ve duyarlı olun. Katı kuralcı olmayın.
Kontrol edilmeniz gücünüze gitmesin. Yıkıcı değil, yapıcı eleştiriye odaklanın. Takım hâlinde
çalışmayı önemseyin. Anlamsız inadı terk edin.
Evet, bu önerilerin her biri kırmızının bir yönünü diğer renklerle uyumlu hâle getirmek için
tespit edilmişölçütlerdir. İhmal etmemek gerek...

MAVİ RENKLİ KİŞİLİKLER

MAVİLERİN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ

Maviler başkaları için iyilik yapmaktan hoşlanırlar. Kendine düşkünlüğü insani bir zaaf olarak
görürler. Başkalarına yardımın insani bir görev olduğunu düşünürler. Bencilliğe düşmandırlar.
Maviler çoğunlukla tüm renkler tarafından saygı görürler. Maviler insanı severler. Mavi
kişilik rengi bayanlarda daha çok görülür. Şefkatli oluşları bunun üzerinde etkili olmalı.
Maviler işten çok insani ilişkiye değer verirler. Maviler, bir kalp kırmamak için menfaatlerini
terk edebilirler. Maviler hatırlamak ve hatırlanmak isterler. Gölgesinde dinlendikleri ağacı
bile hatırlarlar. Eskiyen ayakkabılarını atmak istemezler. Çevrelerine ilgili olan maviler
çevrelerinin ilgisine de ihtiyaç duyarlar. Vefasızlık onları üzer.

MAVİLERİN BAŞARILI OLDUKLARI MESLEKLER

 Mavi renkli kişiliği olanlar, detayın çok önemli
olduğu mesleklerde başarılı olurlar: Mimar, Marangoz, Psikolog, Din görevlisi, Öğretmen
Mühendis, Politikacı.

MAVİLERE İLETİŞİM ÖNERİLERİ

Mavi renkli kişiliği olanların başarılı iletişim kurmak için yapması
gerekenler vardır. Eğer mavi renkli kişiliğiniz varsa; Tepkilerinizi kontrol edin. Aşırı
duygusallığı terk edin veya duygularınızı kontrol edin. Prensipleriniz olsun ancak katı
olmayın. Kanaatkâr olun. Mükemmeliyetçi olmayın, gücünüzün sınırı var.

BEYAZ RENKLİ KİŞİLİKLER


BEYAZLARIN  KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
Beyazlar tartışmaktan hoşlanmazlar. Tartışma ihtimali olan ortamlarda bulunmazlar. Onlar için insanın kendini iyi hissetmesi çok önemlidir. Yalnız olmak eğer huzur veriyorsa bir dağ başında yalnız olmayı tercih ederler.
 Beyazlar yönetilmekten ve kontrol edilmekten
hoşlanmazlar. Beyazlar saygı görmedikleri ortamdan kaçarlar. Sabırlıdırlar ancak sabırlarının
son bulması tehlikelidir.
Beyazlar sessizliğin huzuruna düşkündürler. Beyazlar önerilere
açıktırlar. Başkalarının isteklerine ve motive olmalarına önem verirler. Beyazlan iten
kendilerine emir verilmeleridir.
Beyazların en belirgin özellikleri; Huzurludurlar. Sessizdirler. Mütefekkirdirler. Samimidirler.
Gerçekçidirler. Sabırlıdırlar. Uyumludurlar. Kibardırlar. Katkıya açıktırlar. Arabulucudurlar.
Uzlaşmacıdırlar. Dinleyicidirler. Empati yetenekleri vardır. Önerilere açıktırlar. Sakindirler.
Boyun eğmezler. Yuvada kolay geçimlidirler. Hoşgörülüdürler. Beğenilirler.

BEYAZLARIN BAŞARILI OLDUKLARI MESLEKLER

Beyaz renkli kişiliği olanlar; sabır ve azim
isteyen mesleklerde başarılı olurlar: Dişçi, Bürokrat, Asker, Araştırmacı, Polis, Veteriner
Mühendis.

BEYAZLARA İLETİŞİM ÖNERİLERİ

Beyaz renkli kişiliğiniz varsa başarılı iletişim ve iç huzuru için;
Hislerinizi ifade edin. Yüzleşmekten kaçınmayın. Fikirlerinizi dile getirin. Zamanın değerini
bilin. Risk almaktan çekinmeyin. Hayal deryasında kaybolmayın.

SARI RENKLİ KİŞİLİKLER

SARILARIN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ

Sarılar, yaşamayı eğlence gibi görürler. Rahat insanlardır. Nerede eğlence varsa orada sarılar
boy gösterir. Sarılar iletişim kurdukları kişiye yakın olmak isterler. Bu yakınlığı da dokunma
suretiyle hissettirirler. Sarılar hızlı yaşamayı severler. Takıntısız insanlardır. Rahat tavırlarıyla
dikkat çekerler.
Sarılar, iletişim ortamlarında konuşkanlıklarıyla dikkat çekerler. Bu
konuşkanlık çoğunlukla derin değil, sığ konulardır. Onlar için önemli olan dinlenilmek ve
ilginin odağı olmaktır. Sarılara göre ölüm gibi derin konular çekilmezdir. Sarılar, devamlı
hareket halindedirler.
Onlar çoğunlukla aynı yerde uzun süre kalmaktan hoşlanmazlar. Bu
hareketleri bazıları tarafından anlaşılmayabilir. Hatta bu davranışın psikolojik bir sorun
olduğu kanaatine varılması muhtemeldir. Çünkü sarılar odaklanma konusunda yetersizdirler.
Uzun konuşmalara odaklanmaları neredeyse imkânsızdır. Sarıların dikkatini çekmenin yolu
onlara somut örnekler sunmaktır.

SARILARIN  BAŞARILI OLDUĞU MESLEKLER

Sarı renkli kişiliğe sahip olanların en başarılı
olduğu meslekler; sabır isteyen, hayal gücü engin, güler yüzlü, bakımlı, esneyebilen ve
olumlu düşünüp olumlu görebilen kişilik unsurlarına ihtiyaç duyar: Danışman, Güvenlik
görevlisi, Estetisyen, Sekreter, Resepsiyon görevlisi, Din görevlisi Yönetici

SARILARA İLETİŞİM ÖNERİLERİ

Hedeflerinizi sıraya
koyun, daldan dala atlamayın. Eğlenceden çok gereken üzerine odaklanın. Uzun vadeli
planlarınız olsun.
           
MOR RENKLİ KİŞİLİKLER

MORLARIN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ

Morlar mükemmel davranışlar beklerler. Olumsuzlukları anında görür ve söylerler.
Titizlikleriyle bazen kendilerine hayran bırakırlar. Bazen de sıkıcıdırlar. Morlar çoğunlukla
içe dönüktürler. Onları sessiz bir şekilde bir köşede otururken görebilmeniz mümkün. Morlar
yalnızlığı severler.
Morların en belirgin özelliği devamlı düşünme ve yeni fikirler ortaya
koyma özellikleridir. Morlar ayrıntıya çok önem verirler. Yaşamları planlıdır, üstelidir. Bu
planların içine dışarıdan girmek oldukça zordur. Morların mutfakları, odaları oldukça
düzenlidir. Giysileri ciddi renklerdir. Morlar rakamlara ve verilere değer verirler.
Morların En Belirgin Özellikleri; Mükemmele ulaşmak isterler. Disiplinlidirler. Düzen ve
tertibe önem verirler. Plan ve programları vardır. Dakiktirler. Detayları önemserler.
Ketumdurlar. Karar alırken yavaş davranırlar.

MORLARIN BAŞARILI OLDUĞU MESLEKLER

Morların en başarılı olduğu ve icra etmekte
zorlanmayacakları meslekler çoğunlukla düzen ve disiplin isteyen mesleklerdir. Bu
mesleklerde detaylar önemlidir : Polis, Asker, Yönetici, Şef, Diplomat

MORLARA İLETİŞİM ÖNERİLERİ
Morlar mükemmeliyetçidir. Bu durum birçok rengi iter. Yaşamı
zorlaştırır. İnsanları kaçırır. Evet, mükemmelliğin de bir ölçüsü olmalı. Eğer mor renkli
kişiliğiniz varsa ve itici değil, çekici olmak istiyorsanız; Detaylarda kaybolmayın. Olumlu
düşünmeyi terk etmeyin. Gücünüz sınırlıdır, sakin olun. Affedici olun. Açık olun.
Eleştirilmeye açık olun.


14 Kasım 2019 Perşembe

BLOGUMUN DOĞUM GÜNÜ


                   YENİDEN MERHABA...

BLOGUMUN DOĞUM GÜNÜ…

Vakti zamanında bir yeniçerinin eline biraz para geçer. Adamcağız biraz keyiflenmek niyetiyle, bir sazende ile bir hanende tutar. Çilingir sofrasını hazırlar keyifle sofraya kurulur, “bir şeyler söyleyin de keyfimiz yerine gelsin” diye de buyur. Hanende, başlar söylemeye: Şarkının sözleri uzuuun mu uzun

  - Ey sevgili!

  - Gül müsün süsen mi?

 -  Servi misin ay mı bilmem?

  - Bilmem ki bu perişan aşığa kastın nedir?

  - Sana nasıl hizmet edeceğimi bilmem?

   -Bilmem ki sussam mı yoksa şarkı mı söylesem?

  - Sen neredesin ben nerde bilmem?

   -Bilmem ki niçin, beni bazen öldürür, bazen de mutlu kılarsın?

            Hanende bilmem, bilmem dedikçe adamcağızın sabrı taşar, öfkesi başına sıçrar. Yatağanını sıyırdığı gibi şarkıcının boğazına dayar ve gürler;

                        -Be adam yetti gayri bilmediklerin! Bunları bırak ta bildiğini söyle!

            Şimdilik bende ne söyleyeyim bilmiyorum. Kafamda onlarca şey cirit atıyor, onları sıraya sokmaya çalışıyorum ama… Hele bir başlayalım bakalım mevtam görelim neyler…

 

***

“           Bu hikâyeyle blog dünyasına merhaba diyeli tam beş sene olmuş… Bu gün benim doğum günüm; pardon… Yani bloğumun doğum günü…

            Blog hakkında hiçbir bilgim olmadan girdiğim bu yol benim için heyecanlı keşifler kadar zorluklarla da dolu bir macera oldu. Teknik uygulamalar hakkında bilgim olmadığı için; kıra sara, orasını burasını kurcalaya kurcalaya yol aldım uzun süre. Hala da bu konuda ilerleme kaydettiğim söylenemez ama eh işte,  işimi görecek kadar da olsa bir dekorasyon yapabildim bloğumda.

İlk günler hiç tanımadığı bir mahalleye yalnız başına yeni gelen bir çocuk ürkekliği vardı üzerimde. Sadece yazılarımı paylaşıp çıkıyordum. İki yıl kadar böyle sürdü. Sonra yavaş yavaş etrafı keşfe çıktım. Deep’e yazdığım bir yorum ile farklı bir yöne evrildi yolum.

Blog ziyaretçilerinin, yaz döneminde azaldığına dair bir yazıda ziyaret trafiği ortalamalarını paylaşmıştı Deep. Azaldığını söylediği ziyaretçi trafiği bile oldukça yüksekti. ”Bu ortalamayı gördükten sonra ben deprasyon picamalarımı giymeye gidiyorum” demiştim Deep e.

Sonra o “melabaa” dediği yorumlarından biriyle ziyarete geldi. Kapıyı çalıp “melabaa” dedikten sonra dil çıkartan bir çocukla karşılaşma şaşkınlığı yaşadım önce. Tabi sonra yaramaz ve muzip üslubunun onun alametifarikası olduğunu öğrendim.

Deep’ in elimden tutup, blog apartmanına takdimi ile yaşadığım yabancılık, yerini sıcak bir ortama girmenin rahatlığına bıraktı.

İşte üç yıldır daha aktif olduğum blog maceram hayatımda ki “”iyi ki”  lerimden biri oldu.

Yaşanmışlıklarıma “keşke” demeden bakmaya çalıştım hep. Yaşadığım her zorluğun, her sıkıntının bana bir şeyler söylemeye, bir şeyler öğretmeye çalıştığını fark ettim. Olayların bana ne demek istemeye çalıştığına odaklandım. “Keşke” değil “iyi ki “ demeyi öğrenmeye çabalıyorum. Ama blog benim için doğrudan” iyi ki” dediklerimden oldu.

Çok güzel insanlar tanıdım burada. Kendini geliştirmeye çabalayan, emeğe, çabaya değer veren, saygılı sevgi dolu arkadaşlar. Hayatın içindeki hoyratlık, kabalık yok burada. Diğer sosyal medya mecralarında ki linç kültürü, saygısızlık, nobranlık yok. Çok farklı dünya görüşüne sahip, farklı yaşanmışlıkları olan, üstelik çok farklı yaş aralığında ki insanların birbirleriyle sıcak dostluklarına şahit olmak içimi ısıttı.

Okumaya, yazmaya, kitaba, filmlere, dizilere dair paylaşımlar yapan, değer üretmeye, değer katmaya çabalayan; hayattaki farkındalıkları, sosyal sorumlulukları önceleyen, insana ve var olan her şeye değer veren;  değerli insanlar var.

İyi ki başladım blog yazmaya, iyi ki tanıdım sizi güzel insanlar…

HAMİŞ: Eski yazılarımı dolaşırken kendimi “Çöpçüler Kralı” filmindeki yaşlı emekli amca gibi hissettim. Hani her olumsuz durum için apartman camından beline kadar sarkıp sesleniyordu mahalleliye. ”Ben bunu gazeteye yazdım.”  Ben de, birçok şey için “ben bunu yazdım bloğuma “ der gibi yazılar yazmışım ilk başlarda. Zaten bloğa başlama amacım da kalemime işlerlik kazandırmak ve alanımla ilgili makale tarzı yazılar yazmaktı. Tabi mahalleye alıştıktan sonra gelen rahatlıkla, epeyce bir “saldım gitti “tarzı yazılar yazmışım. “Amaan boş ver, olsun o kadar “ diyorum…J J J



7 Kasım 2019 Perşembe

BÜYÜYÜNCE ÖĞRENİRSİN...

                                ŞİMDİ MİM ZAMANI 

Merhaba küçük kız sana haberlerim var

Beden eğitimi dersinde sıranın en arka sıralarında olmaktan kurtulacaksın. Ama daha vakit var. Yine de çok şey bekleme bence. Boyum uzasın diye basket oynamaya çalışıyorsun ya. Çalışma işte. Daha top sürmesini beceremiyorsun. Voleybol ve hentbol takımlarına falan da giremeyeceksin zaten. Senin gibi kıpır kıpır, ağaç tepelerinde dolaşan, keçi gibi dağ tepe tırmanan bir kızın, beden eğitimi dersi, nasıl orta olur ki? 

Oluyor işte... 

Sonraları da hiçbir zaman, beden eğitiminden tam not alamayacaksın, üzgünüm

O haşhaş tohumlarına benzeyen ipek böceği yumurtaların var ya, onları bahara kadar iyi sakla. Yoksa bahar gelince, o kımıl kımıl küçük tırtıllardan almak için, biriktirdiğin pullardan bazılarını arkadaşlarına satmak zorunda kalacaksın. Sen ipek böceklerini beslemek için komşuların bahçesinde ki dut ağaçlarının tepelerinde, yaprak toplamaya devam et ama ben yine de söylemiş olayım. Ne kadar çok ipek böceğin olursa olsun onlardan ipek elde edemeyeceksin. En fazla içinden kelebek çıkınca delinen beyaz ve sarı kozaların olacak. Ha bak belki onlardan pano yapabilirsin.

Ben kim miyim?              

Ben senin yaşlı halinim… Yok, yok yaşlı değilim aslında. Ama sana göre milenyuma daha çok var ya. O zamana kadar yaşlanırım diye tahmin ediyorsun ya. İşte ben milenyum sonrası senim. Merak etme ama zannettiğin gibi yaşlı falan değilim. Büyüyünce algıların değişecek. Hani bak mesela dedenin evi var ya, hani sana odaları bahçesi falan kocaman gelen. O ev ve bahçe aslında kocaman değil. Sana öyle geliyor. Dayın da çok uzun değil aslında. Seni omuzuna aldığında dünyayı tepeden gördüğünü zannediyorsun şimdilik. Bir de Havva teyzelere giderken tırmandığın o uzun dik yokuşta aslında yokuş falan değil, kısacık süren, birazcık yükselen bir yol. Asıl yokuşları sonra göreceksin.

Jetgillerde ki uçan arabaları hasretle beklediğini biliyorum. Maalesef hala uçan araba yapılmadı. Yalnız bazı yerlerde uçan taksi çalışmaları başlamış duyduğuma göre. Belki bir gün uçan araban da olur kim bilir… Ama bak cep telefonun var. İnternet diye bir şey icat edildi birde. Telefonun sabun kadar bir şey ama ekranı var. Onunla internete de bağlanıyorsun.

İnternet nasıl bir şey mi?  Nasıl anlatsan bilmem ki?  Kocaman sanal bir dünya. Sen sanal dünya ne onu da sorarsın şimdi. Neyse annenin hep dediği gibi büyüyünce anlarsın… Ne yapsın kadıncağız, o kadar çok soru soruyorsun ki mecburen büyüyünce diye seni başından savıyor.

Telefonundan internetle sanal dünyaya bağlanıyorsun oradan filmleri dizileri falan izliyorsun. Sanal mektup gönderiyorsun. E mail diyorlar. Daha sosyal medya, anlık iletişim falan var ama çok da kafanı karıştırmayayım. Merak ettiğin her şeyi de internetten öğrenebiliyorsun. O kocaman ansiklopedileri okumak için kütüphaneye gitmene gerek kalmıyor. O zamana kadar sen merakla ansiklopedi okumaya devam et şimdilik. Senin için ulaşılmaz büyülü bir dünya olan ansiklopedileri sonraları gazeteler kuponla bedava verecekler.

Bir de yenmeyip içmeyip harçlığını yatırdığın dergileri biriktirmekle uğraşma. Kalabalık yapıyor,  toz tutuyor diye annen hapsini komşu çocuklarına dağıtacak. Flütünü de arkadaşının kızına verecek.

Sana iyi ve kötü haberlerim var. Şimdi aklına bile gelmeyen hayal bile edemediğin şeylere sahip olacaksın. Ama kötü haber bunlara ulaşman hiç de kolay olmayacak. Çok büyük gayret ve mücadele gerekecek. Olsun…  Ama inan ki değer.

Resim yapmayı sakın bırakma, O akrabaların Hollanda’dan getirdiği, kullanmaya kıyamadığın sulu boyaların ve pastel boyaların bitecek diye de korkma sakın, bösüver. Burada da çok güzel resim malzemeleri var artık. Yazmaya devam et derim ama çokta gerekli mi bilmiyorum. Bir iki kompozisyon yarışması kazanacaksın ama edebiyat fakültesi hayalin gerçekleşmeyecek. Tarih fakültesi de. Hayat sana sürprizler hazırlıyor. Şu anda aklından geçirmediğin bir bölümü okuyacaksın. Ama inan bana çok daha fazla seveceksin bölümünü. Hayalini kurduğun kocaman kütüphanen de gerçekleşecek.

İnsanları sevmeye ve güvenmeye devam et. Medeni cesaretini kaybetme diyeceğim ama maalesef içine kapandığın, sosyalleşmeden çekindiğin dönemlerin var ileride. Olsun ama aşacaksın. İçgüdülerine de güven derim. Akrep sezgilerin var senin. İçine sinmeyen hoşlanmadığın insanların yamuğu çıkıyor eninde sonunda. Onlardan uzak dur derim. Bir de her olumsuz şey için kendini suçlamaktan vaz geç, yıpranırsın.

Daha çok şey söyleyeceğim ama seni n kafanı da fazla karıştırmak istemem. Yaşayınca göreceksin derim. Hata yapmaktan, denemekten korkma. Deneyimlerin, yaşadıkların seni sen yapacak.

Ha bak şu yabancı dil meselesini şimdiden halletmeye bak. Çok sevdiğin klasikleri orijinal dilinden okuyabilsen ne güzel olur ama değil mi? Hem tek yabancı dil de yetmiyor artık. Dünya globalleşti,  kocaman küresel bir köy oldu.

Global, küresel falan ne mi?

Büyüyünce öğrenirsin!


Sevgili Deepcan beni mimlemiş. Mimin konusu, 10 yaşınıza mektup yazma imkanınız olsa ne yazardınız? Bayağı heyecan yaptım önce. Ne yazayım bilemedim. Ama o afacan kıza söyleyeceğim ne çok şey varmış meğer …

Mimi ilk yapan  sessiz umman  , Deepcan deeptone   ve Kaystros Tyrha nın yazılarını   buradan ziyaret edebilirsinz  J J J