30 Eylül 2018 Pazar

ARİSTO’DAN KARAKTER ANALİZİ


Daha çok kadim Doğu toplumlarında var olduğunu zannettiğim ilm-i sima ,ilm-i kıyafet de denilen fizyognomi (fizyonomi) konusunda antik Yunan’da ve Avrupa’ da çalışmalar yapıldığını öğrenmem beni şaşırtmıştı. Hipokrat, Aristo gibi bilim insanlarının yanında 18 ve 19 yy da Johann Caspar Lavater, Cesare Lombroso ve 20 yy Rosenthal gibi bilim insanları da bu konuyla ilgili çalışmalar yapmışlar.

Osmanlı döneminde devşirme sistemiyle seçilen çocukların zekâlarıyla beraber fiziksel özellikleri de belirleyici olmuş. Batılı elçiler görev dolayıyla geldikleri Osmanlı da Divanı Hümayundaki Ümeranın boyundan bosundan da övgüyle bahsetmişler, onlardan biri, adeta dünyadaki en yakışıklı insanların burada toplanmış olduklarını söylemiştir.

Kısaca söyleyecek olursa Fizyognomi insanın fiziksel ölçülerinden yola çıkarak karakter tahmini yapmaktır. Biz bu konulardaki tarihsel birikimimizden bi-haber olsak da Bu gün yurt dışında tıp ve biyoloji gibi bölümlerinde ders olarak okutulmasının yanı sıra iletişim, kriminoloji, istihbarat, insan kaynakları, gibi alanlarda bu tekniklerden yararlanılmaktadır. Hatta bazı hastalıkların teşhisinde ve eski resimlerdeki, önemli insanların karakter değerlendirmelerinde kullanılmaktadır.

Beden dili gibi bu konuda da yaygın bir yanlış olarak veriler tek başına değerlendirilmeye kalkışılmakta bu da eksik veya yanlış sonuca ulaştırabilmektedir.

Karakter tahlili yaparken organları sadece bir harf yâda rakam gibi okumaya çalışmak değil birbirini etkileyen harf ve rakamlardan oluşan bir denklem gibi düşünülmelidir. Yani bütüne bakarak değerlendirmelidir. Bu da ciddi bir bilgi ve birikim gerektirir. Bunun birkaç makale yada kitap okumakla başarılması pek mümkün değildir. Ama tabi genel bir bilgi ve izlenim edinilebilir.

İlk öğrendiğim zaman hevesle yapmaya çalıştığım beden dili okumasının kolay olmadığını aslında ciddi bir uzmanlık gerektirdiğini anlamamla birlikte bu hevesten vaz geçsem de beden dili hala gözüme takılıyor. Amatörce değerlendirmelerimin bir kısmının doğru çıkmasıyla mutlu oluyorum açıkçası.

Antik Yunanlıların ağır abisi Aristo’nun analizleri ilgimi çekti ve doğrusu epey eğlendirdi. Günümüz bilimsel kriterleri açısından ne kadar doğru bilmesem de bana oldukça ilginç geldi.

Aristo fizyonominin insanın ruh dünyasını tanımak için araç olduğunu söyler ve bazı insan davranışlarını ve fiziksel özelliklerini hayvanlarla kıyaslayarak tespitlerde bulunur. Oldukça uzun olan değerlendirmelerin bir kısmı aşağıya alıyorum. Keyifli okumalar.

• Ses tonu tiz olan küstah kişiliklidir. Bu eşeği anımsatır.

 

• Ses tonu alçak başlayıp yüksek biten muhalefet kişiliklidir. Bu öküzü hatırlatır.

 

• Ses tonu zayıf ve gevşek olan, sakin kişiliklidir. Bu koyunu hatırlatır.

 

• Dudakları kalın ve üst dudak baskın olan aptaldır. Bu eşek ve maymunu hatırlatır.

 

• Üst dudağı ve üst damağı öne doğru çıkan kavgacıdır. Bu, köpeği hatırlatır.

 

• Burnunun ucu enli olan aptaldır. Bu domuzu hatırlatır.

 

• Burnu gaga olan alçak gönüllüdür. Bu kartalı hatırlatır.

 

• Burnu düz ve kalkık olan ihtiraslıdır. Bu geyiği hatırlatır.

 

• Burun delikleri geniş olan sinirlidir. Bu boğayı hatırlatır.

 

• Yüzü enli ve etli olan iyi kalplidir. Bu öküzü hatırlatır.

 

• Yüzü kemikli olan tedbirlidir. Bu eşeği hatırlatır.

 

• Yüzü küçük olan cesaretsiz ve iradesizdir. Bu kediyi ve maymunu hatırlatır.

 

• Yüzü büyük olan tembeldir. Bu eşeği hatırlatır.

 

• Yüzü kırmızı olan utangaçtır.

 

• Gözlerinin altı torbalaşmış olan alkoliktir.

 

• Gözlerinin altı torbalaşmış olan uykuya düşkündür.

 

• Gözü küçük olan cesaretsiz ve iradesizdir. Bu maymunu hatırlatır.

 

• Gözü büyük olan tembeldir. Bu öküzü hatırlatır.

 

• Gözü çukur olan gaddardır. Bu maymunu hatırlatır.

 

• Gözü patlak olanın zekâ seviyesi geridir. Bu eşeği hatırlatır.

 

• Başı büyük olan hassas tabiatlıdır. Bu köpeği hatırlatır.

 

• Başı küçük olan duygusuzdur. Bu domuzu hatırlatır.

 

• Saçı sarı olan cesurdur. Bu aslanı hatırlatır.

 

• Saçı aşırı kızıl olan kurnazdır. Bu tilkiyi hatırlatır.

 

• Gözleri kızaran çabuk sinirlenir.

 

• Göz rengi siyah olan korkaktır.

 

• Göz rengi parlak mavi olan korkaktır.

 

• Göz rengi kestane olan cesurdur. Bu aslan veya kartalı hatırlatır.

 

• Göz rengi alev olan yüzsüzdür. Bu köpeği hatırlatır.

 

• Kaşları kalın olan somurtkandır.

 

• Saçları düz olan korkaktır.

 

• Saçları kıvırcık olan korkaktır.

 

• Saçları az dalgalı olan maneviyata düşkündür.

23 Eylül 2018 Pazar

MİLLİ ÇÖP MESELESİ




Birkaç arkadaşla bir hafta sonu beraber geçirmeye karar verdik. Temiz havada tüm şehir parklara bahçelere dökülmüş. Piknik alanında ki amfi tiyatroya gittik baktık oyun var. Sevindik. Oyunun başlamasına daha vakit vardı. Ama biz içeri girdik uygun bir yere oturduk. Amfi tiyatro yavaş yavaş doluyor. Bir yandan muhabbet ederken bir yandan da yanımızda getirdiğimiz çiğdemleri çitlemeye başladık. Tabi kabuklarını elimizdeki poşete atıyorduk. Arkamızda da neşeli bir genç gurubu bir yandan yüksek sesle gülerek bir yandan konuşuyorlar. Tabi yazın tüm Ege şehirlerinde olduğu gibi ellerinde çiğdem var ama çekirdeklerini yere atıyorlar.

Böyle sevimli ve neşeli gençlerin kabukları yerlere atmasından rahatsız olduk. Ama ikaz etsek nasıl karşılanır onu da bilmiyoruz. Bir kaç kere ,(bir durak için bindiği otobüste, yorgun argın oturan gençlerin başında gözlerini dikip bakan emekliler gibi ) şöyle dönüp baktık ama gençler hiç oralı olmadı bile.

Kibarca ikaz edelim diyoruz ama napalım bilemedi k.En sonunda arkadaşın birinin önerisiyle yanımızda ki gazete sayfalarından birinden kocaman bir külah yaptık. Arkadaki gençlere uzatırken de “isterseniz çöpünüzü içine atabilirsiniz” dedik. Galiba müzik sesinden gençler tam olarak ne dediğimizi duyamadılar.

Sonra içlerinden biri, bir avuç çiğdem alıp bizim gazete külahına doldurdu. Biz bir yandan gülüyoruz ama bir yandan da mahcup olduk. Tabi çiğdem alışverişinden dolayı da biraz samimiyet oluştu. En sonunda elimizdeki gazozların olduğu poşeti boşaltıp gençlere yeniden uzattık, meramımızı anlattık. Bu sefer gençler de gülerek poşeti aldılar. Kabukları içine atmaya başladılar.

Tiyatro bitince çıkarken arkaya dönüp bir baktık ki ne görelim. Evet, gençler kabukların bir kısmını poşetin içine atmışlar ama poşet de yerde… Tüm tiyatroda yerlerde, oturaklarda gazoz şişeleri, bisküvi, çerez, cips ambalajları ve çiğdem kabukları…

Birkaç gün sonraki bir seminerin çay arasında arkadaşlara olayı anlattım. Gençlerden biri gülerek “ama ben de çiğdem istediğinizi zannederdim” deyince hep beraber yeniden güldük.

Ya maalesef ortak kullanım alanlarına atılan çöpler meselesi ciddi bir sorun.

Yakın bir zamanda Japon turistler Önce Kapadokya da sonra İzmir’ de çöp toplayarak bizi utandırdı.

Sonrasında sosyal medyada #milliçöpmeselesi etiketiyle güzel bir kampanya başlatıldı.15 Eylül Dünya Çöp Toplama Günü’nde insanlar çoluk çocuk sokaklarda çöp topladı. Evet, bu çöp sorununu tam olarak çözmez belki, ama farkındalık adına güzel bir kampanya oldu. Umarım bu duyarlılığı tüm seneye yaygınlaştırmayı başarabiliriz…



HAMİŞ: Çiğdem, çekirdek kabuğu üzerinde ayrıca durmak istiyorum. Organik çöp oldukları için tabiata metal ve plastik atık kadar zararının olmadığını düşünürdüm eskiden. Öğrendim ki kabuklardaki tuz toprağı tahrip ediyor, bitki dokusuna zarar veriyormuş. Özellikle yazın parklarda ciddi miktarlarda kabuk oluyor ve temizlenmesi de diğer çöplere nazaran daha zormuş.

10 Eylül 2018 Pazartesi

MEVZU VAR DEDİLER GELDİK !!!


SOSYAL MEDYA LİNÇLERİ

MEVZU VAR DEDİLER GELDİK

SOSYAL MEDYA LİNÇLERİ

Daha önce paylaştığım Rythm 0 deneyi, insanın içindeki ürkütücü karanlıkları göstermesi açısından modern insan için sarsıcı bir deneyim oldu. Bu deneyin onlarca benzerini günümüz sosyal medyasında yaşadığımızın pek de farkında değiliz gibi.

Ellerimizdeki akıllı telefonlar bize yepyeni bir yaşam alanı sundu. Bu sanal bir alan olsa da yavaş yavaş yaşamımızı dönüştürüyor. Artık sanal gerçeklikler normal hayatımızı kurgular oldu. Önce çok masumane başlayan akımlar bir müddet sonra hesaplanamaz boyutlara ulaşıp şirazeden çıkabiliyor…

Sosyal medya linçleri de bu meselelerden biri.

Sosyal medya, sosyal sorumluluklar için insanları örgütlemede oldukça kullanışlı bir işleve sahip. Kan arayan hastalar, kaybolan çocuklar, yardım gereken engelliler, sahiplendirilen hayvanlarla başladı süreç. Oldukça güzel çalışmalar yapıldı ve hala da yapılmaya devam ediyor.

Sosyal medyanın gücünü fark eden insanlar, bir süre sonra ağır çekim ilerleyen adalet sistemini etkileyerek daha çabuk sonuç alınabileceğini de gördü. Mesela şiddet ve tacize uğrayan mağdurlar için kendiliğinden gelişen destek mesajları sonucu zanlılar çabucak yakalandı, adli süreçler başlatıldı.

Son kertede ise adaleti kendi sağlamaya çalışan insanlar, çekip sosyal medyada yayınladıkları görüntülerle çok büyük kitlelerden destek buldular. İşte o noktadan sonra ip koptu.

 Bu konuyla ilgili onlarca örnek yaşadık. Erkek arkadaşlarını ayarttığı suçlamasıyla arkadaşlarını dövüp görüntüleri ibret olsun diye yayınladıklarını iddia eden kızlar. Kızını taciz ettiği iddiasıyla bir genci döven baba. Dilenciyi linç ettiren zabıta. Spor antrenörünü döven kebapçı. Kartopu oynarken cama geldiği için esnaf tarafından bıçaklanan gazeteci ve daha onlarca olay. İşte bu tarz olaylar sosyal medyada çokça konuşuldu, adaleti sağladığını söyleyen failler oldukça fazla destek buldu. Hatta kahraman ilan edildi.

Ama bunların ne gibi vahim sonuçlar oluşturabileceği yeterince konuşulmadı. En basitinden Taciz ile suçlandığı için bunalıma girip intihar eden gencin sonradan suçsuz olduğu anlaşıldı.

Teşhir edilen insanın suçlu olduğuna kim nasıl karar veriyor?  Olay bütünlüğünden kopuk birkaç görüntü ile insanları yargılamak, suçlu ilan etmek doğru mu? Adaleti tesis etme hakkını kim kime nasıl veriyor? Devletin yasal şiddet uygulama hakkı verdiği kolluk kuvvetleri bile hesap verirken bu insanlar nasıl hesap vermekten korkmadan hareket eder? Ne olursa olsun, nasıl şiddet meşru görülebilir ve de destek bulabilir?

Şiddet sadece fiziksel de değil. Bir de psikolojik linçler var sosyal medyada. Gün geçmiyor ki birileri topun ağzına konulup linç edilmesin. Bu bir gün ne söylediğini bilmeyen cahil bir ergen oluyor, Bir gün kahvede esnaf amcaların her gün konuştuklarını kameralar önünde tekrarlayan yaşlı bir amca. Bir gün yandaş (!) bir sanatçı oluyor bir gün muhalif (!) bir gazeteci. Normal şartlarda en fazla birkaç yüz takipçisi olan hesaplar bir anda milyonlarca görüntülenme rakamlarına ulaşıyor. En fazla 20 30 kişinin haberinin olacağı kişiler bir anda yüz binlerin meselesi oluyor.

Masumca, hatta safça diyebileceğimiz, okumak için yurtdışına gitmek isteyen kızcağıza ya da burs bulup okumaya çalışan öğrencilerin yardım taleplerine üşüşen yüzlerce insan, zavallı gençlere akıl verip ayar çekti, hatta aşağıladı hakaret etti. ”Tembele iş buyur sana akıl öğretsin” hesabı, akıl vermek bedava ama sorumluluk almak yürek ister tabi.

İnsanlar iştahla klavye başında birilerini linç ediyor. Kavga küfür kıyamet eksik olmuyor. İnsanlar şahsi meselelerini taraflar üzerinden görüyor. Normalde yanına bile yaklaşamayacağı popüler kültür figürlerini sosyal medyadan takip eden insanlar, bir gün öncesi göklere çıkardığını bir gün sonra kitlelerle beraber linç ediyor. Konunun uzmanı bilim insanlarına, düzgün yazabilme becerisinden bile mahrum insanlar ayar çekiyor. Onlarca yılını uzmanlaşmak için araştırma yapmaya hasretmiş uzmanlara, tek kitap okumamış insanlar, sosyal medyada rastladığı bilimsel makalelerle (!) akıl veriyor. Türkçe konuşamayan insanlar dünya siyasetinden analiz kasıyor, Bir tiwit öncesi ana bacı yapan insanlar ahlak dersi veriyor.

Her sabah uyanan bizler, ilk iş akıllı telefonlarımıza bakıyoruz” bu günün mevzusu nedir abi? Klavyelerimizi, akıllı telefonlarımızı alıp er meydanına koşalım “ diyerek

Noluyor? Nereye gidiyoruz Allah aşkına…