21 Temmuz 2018 Cumartesi

“YAR1M”



  İKİ YARIM BİR TAM ETMEZ 


YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE EV KURMASINLAR

Bu türkü ile kına gecelerinde oynamayan veya duygulanmayan azdır herhalde. Özellikle sözleri oldum olası içimde bir yerleri inceden sızlatır. Bu sözlerde ailesinden çok uzaklarda yaşamak zorunda kalmış bir kızın çaresizliği, özlemi, sitemi inceden bir duman gibi tüter. Aile bireylerini tek tek anarak yardım dilemesinde ki çaresizlik… Nasılda iç yakıcı.

Küçükken tatillerde gittiğimiz köyümüzde bu türkünün eşlik ettiği çok kına gecesine katıldım. O kına gecelerinde garipliği çok belli bazı gelinler için dağ köylerinde geldiği söylenirdi kulaklara fısıltıyla. Normal bir evlilik yapma şansı olmayan fakir veya engelli kimselere dağ köylerinden, fakirin de fakiri olarak gelen bu gelinler için, bir daha ailesinin yanına gidebilmek, onları görebilmek hayaldi. Zaten kadının değerinin belli olduğu köylerde bu gelinlerin çaresizliklerini ve garipliklerini bir düşünün. Koruyanı ve arkası olmayan yalnız, çaresiz, bir başına, garip bu kadıncıklar her hareketlerinde belli ederlerdi kendilerini.

Sonra bu evliliklerin benzerlerine başka yerlerde de şahit oldum. Buradaki evliliklerde tercih edilen çaresizler! , Doğu’daki fakir köylerden başlık parası ile alınan küçücük kızlardı.

Yarım böyle bir evliliği anlatan etkileyici bir film. Ege’de bir köyde üzüm bağları olan hali vakti yerinde bir aile zekâ engelli oğulları için, fakir bir köyden küçük yaşta bir gelin getirirler. Doğunun fakir ve uzak köylerinden birinde hayvancılık yapan babasına yardım eden Fidan aynı zamanda yetim iki kardeşini de büyütmektedir.15 yaşında ki Fidan kendisinden 20 yaş büyük ama zekâ yaşı ancak 7 -8 yaşında olan Salih ile evlendirilir. İki yarımın evlilikleri iki oyun arkadaşı çocuk kıvamında ilerler.

Nikâhları kıyılırken Salih’in telaşı kendisine söz verilen akıllı telefona bir an önce kavuşmak iken, Fidanın haleti ruhiyesi korku ve tedirginlik. Bu korku ve tedirginliği yüz ifadesiyle 13 yaşındaki oyuncu Ece Tatay etkileyici bir performansla veriyor. Özellikle Salih’in annesi rolünde ki Hülya Böcekli’nin oyunculuğu çok iyi. Yaz dizilerinde gördüğümüz, takma kirpikli, rujlu, badana yapar gibi fondöten sürmüş, mini etekli köy kızlarının (!) yanında Ece Tatay,  güneşten yanmış doğal ve makyajsız yüzü, incecik silueti ve sahici şivesi ile o kadar duru, güzel ve gerçek ki. Diğer yan oyuncular da aynı oranda doğal ve sahici.

Film birçok festivalde ödül almış olmasına rağmen bazı eleştirmenlerden olumsuz geri dönüşümler de almış. Teknik eleştirilerin yanında aldığı en büyük eleştiri, çocuk evliliklerine dikkat çekmesi gerekirken tam tersine, bir çocuk evliliği güzellemesi olduğu yönünde. Hem fikir olunan konu oyunculukların iyi olması. Sinematografi, senaryo, film müziği vb. teknik eleştiriler uzmanların anlayacağı bir konu ama ben müziklerini de sevdim

Ben çocuk evliliği güzellemesi olduğu eleştirisine katılmıyorum. Çocuk evliliği konusunu kanırtmadan satır arasında naif bir dille veriyor. Meseleyi anlatmak için ille kışkırtma yapmak, iç karartmak gerekmiyor bence. Evet, çocuk gelinler bu filmdeki gibi rahat şartlarda yaşamıyor çoğunlukla. Maalesef çok daha ağır ve insanlık dışı durumlara maruz kalıyorlar. Ama bu filmde çocuk gelinden daha farklı bir hikâye söz konusu. Toplum tarafından eksik görülen iki insanın bilinçsiz olsa da, birbirini tamamlama çabası.

Çocuk evlilikleri konusunda söyleyecek sözlerim var elbet ama o başka bir yazı konusu.

Filmde alt metinde anlatılan bir başka konu daha var. Zekâ özürlü bir evlada sahip anne babanın çözüm arayışı. Engelli annelerinin en çok üzerinde düşündüğü konu kendilerinin ölümünden sonra çocuklarına ne olacağı. Böyle bir evlat olan Salih’in anne babası da kendilerince insani bir çözüm bulmuşlar. Salih ile Fidan’ın evlilikleri gerçek bir evlilikten çok iki çocuğun oyun arkadaşlığı. Bunu en güzel anlatan ise, kış için kurutulup hazırlanan erzakları ziyan edeceklerini akıllarına bile getirmeden, birbirlerine su sıkarak oynadıkları sahne. Aile Fidan’a da kendi evlatları gibi davranıyorlar. Memleketinde kalsa daha iyi bir hayatı olması mümkün görünmeyen yetim Fidan’ı bir nevi evlatlık alıyorlar. Ve aslında annenin bir sahnede dile getirdiği gibi “dert birken iki oluyor”.

Tabi engelli bir bireyin sorumluluğunu kendi isteği dışında zavallı bir kızcağıza bırakmak ne kadar etik? Buda diğer bir soru ama zaten kadına soran kim?

Yani mesele o kadar basit değil.

Filmi sevdim. Naif, zaman zaman tebessüm ettiren bazen da inceden bir yerleri sızlatan sahici bir film.

Fidan’ın da racona uyup kayınvalidesini çekiştirdiği sahne favorim oldu. Ne kadar küçük ve cahil de olsa kadın kişisinin, erkek üzerindeki etkisi hemcinslerimle gurur duymama sebep olsa da, bir yandan da tırsmadım değil.

Bence iki yar1mdan, bir Film!  olmuş…












14 Temmuz 2018 Cumartesi

BURASI SOSYAL MEDYA


BURADA GÖRGÜ KURALLARINA LÜZUM YOK ... mu ?



SOSYAL MEDYA

“Mirim bizim zamanımızda Beyoğlu’na en güzel elbiseler giyilmeden çıkılmazdı. Hanımefendiler şık şıkıdım tayyörlerini giyer dantel eldivenler, tüllü şapkalar takarlardı. Biz de Grand tuvalet onlara eşlik ederdik. Taş plaklarda Müzeyyen Senar, Münir Nurettin dinlerdik”  diye anlatan amcalar yerini yeni nesle bıraktı.

“Biz sokaklarda oynayan son nesildik. Çember çevirir ip atlardık. Kilimleri kaldırıma serer evcilik oynardık. İlk cep telefonunu amcam almıştı. Sahra telefonu gibi antenli falan, kocaman bir şeydi. Dünyanın parasını verdiydi “ diyen nesil daha 20 sene öncesini anlatırken tarih öncesinden kalma muamelesi görür oldu.

Daha yeni yeni oturmaya başlarken ekran kaydırarak akıllı telefon öğrenen nesil, sanal dünyalarında yaşar, mutlu mesut sosyal medyada boy gösterirken beklenmedik bir şey oldu.

“Aha ekranı kaydırıp telefonu açtım”  diye sevinç çığlığı anlatan amcalar teyzeler birden feysbuk(!) u işgal ettiler.”Aslan yeğenim”, “teyzesinin kuzusu” ,“hanimiş benim oğluşum” diye yorum yazarak, gençleri yerin dibine batırıp renkten renge soktular bu teknolojik işgalciler!

Haliyle yaşam alanlara daralan “Homo Zappiens’ler”   yeni sosyal medya mecralarına göç ettiler. Buralarda Dijital göçmenler den kurtulduklarını düşünürken Dijital melezler ” naber? Bak biz de geldik “  diye cee!  Yaptılar “cyber kids’lere”.

Bu çekişmenin en renkli atışmalarını daha yakın zamanlarda Twitter de gördük. Özgüvenlerini küstahlık boyutuna taşıyan  cyber kids’ler  #30YaşÜstüTwitterdanDefolsun diye heştek!  Açtı. Onların ataklarına 30 yaş üstü teknoloji melezleri  #ErgenlerTivitirdenGitsin  diye karşılık verdiler. ”Siz doğmadan biz buralarda tivitleşiyorduk, siz gidin instagramda dudak büzüp tepeden resim çekin, bak harçlığınızı keseriz görürsünüz “ yollu azarladılar. Aralarında ki farkı Twitter yazışlarındaki fark en güzel şekilde anlatıyordu.

Hâsılı kelam artık sosyal medya hayatımızın bir gerçeği, olmazsa olmazı oldu. İyi de oldu.

Popüler kullanımından bağımsız olarak sosyal medya oldukça etkili bir mecra. Artık geleneksel medya oldukça biçim değiştirdi. Eşik bekçileri denetiminde kâğıda basılan geleneksel medyanın yakın gelecekte tamamen dijitalleşmesi öngörülüyor.     Ekran başında oturup haberler beklenen günler çok geride kaldı. Artık her an her yerde habere ulaşmak mümkün. İki saat içinde haberler eskiyor ki; nerde kaldı yarın sabah çıkacak gazeteleri beklesin insanlar.

Geleneksel medyadaki tek taraflı bilgi akışı yerine sosyal medya çift taraflı bilgi akışını sağladı. Artık okuyucu veya izleyiciler sadece haber tüketen değil aynı zamanda üreten konumunda. Tek kaynaktan akan bilgilerin yüzlerce bazen binlerce kaynaktan iletilmesi bilginin kontrolünü zorlaştırdı. Hakikatin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır “ önermesi artık çok daha kısa sürelerde gerçekleşir oldu.

Kişiler ve ülkeler kıtalar arasındaki mesafeler kalktı. Artık dünyanın her yanına saniyeler içinde ulaşarak bilgi alışverişi yapabiliyoruz. Eskiden ulaşılması yıldızlar kadar uzak görünen yıldızlar (!)  artık bir tık kadar yakın.

Sanal bile olsa sosyal bir alan olduğu için de, insanların bir arada yaşamasını kolaylaştıran, düzen getiren sosyal kurallar ve normlar oluşması gerekti haliyle. Ama birbirinden tamamen farklı değer yargılarına kültürel birikimlere sahip, farklı kuşaktan hatta farklı coğrafyalardan, farklı dil ve dinlerden olan insanların ortak değerler, kurallar, normlar belirlemesinin zorluğu da ortada.

Ortak birçok noktaya sahip toplumlarda bile geleneklerin, kuralların oluşması, toplumsal mutabakatla kabul edilip içselleştirilmesi, kuşaklar arasında devredilmesi nesiller ve yıllar alırken bunun sanal ortamlarda gerçekleştirilmesini kısa sürelerde beklemek çok gerçekçi görünmüyor.

Ama bu kuralsızlığın açmazlarını zararlarının da hepimiz farkındayız.

Aslında oldukça yararlı olan sosyal medya mecraları bilinçsiz kullanımla bir çöplüğe dönüşüyor.

Hele de gerçek hayatında toplum baskısı yüzünden kendine çeki düzen vermek zorunda kalan insanlar, gerçek kimliklerinden sıyrılıp sanal isim ve resimlerin arkasında, her türlü baskıdan azade, tabiri caizse tam bir mahalle kabadayısı gibi terör estirir oldular.

Sosyal kompleksler, kişisel açmazlar, vıcık vıcık görgüsüzlüklerle küstahça sergilenir oldu. Trollerden bahsetmiyorum burada. Normal hayatta hemen etrafımızda yakınımızda olan, aynı ortamlarda alışveriş ettiğimiz, aynı merdivenlerden çıktığımız, aynı parklarda oturduğumuz normal sıradan insanlar. Paylaşımların altındaki yorumlara biraz göz atmak bile ne dediğimin anlaşılmasına yeterlidir diye düşünüyorum.

İşin suç boyutunu oluşturan taciz, sanal zorbalık, kişisel hayatın gizliliğini ihlal, virüsler, korsan yazılımlar aracılığıyla yayılan kötü niyetli içerikler elbette ki güvenlik güçlerinin görev alanı.

Ama günlük hayatımızdaki sosyal medyada görgü kurallarına normlara şiddetle ihtiyaç duyulduğu da bir gerçek. Bunlar otokontrol mekanizmalarının devreye sokulmasıyla, sosyal ödül ve ceza uygulamalarıyla mümkün olacaktır.

Normal hayattaki değişimlere ayak uydurmakta zorlanan insanların hızla değişen, yenilenen, hatta anında eskiyen dijital alanda bunları kısa sürede gerçekleştirmesi de o oranda zor ama yine de mümkün.

Herhalde burada en büyük görev dijital yerlilerle dijital göçmenler arasında bir geçiş nesli olan dijital melezlere düşüyor. Her iki kuşağın davranış kalıpları hakkında bilgi sahibi olan, her iki kuşağa ait davranış özellikleri gösteren melezler bu konuda daha yetkin ve zannedersem de bu konularda daha gönüllü. ”De ayrı yazılı” hatırlatmaları bir espriye dönüşse de, aslında etkili oldu ve yazım kurallarına daha dikkat eder olduk.

Ne dersiniz bu görgü kurallarını tespit ederek mi başlasak işe.

Mesela büyük harf kullanmanın normal hayatta karşıdaki kişiye bağırmak anlamına gelmesi gibi… J J J

Hamiş  ( Dijital yerli, dijital göçmen kavramlarını ilk defa Marc Prensky ortaya atmıştır.)