30 Temmuz 2017 Pazar

MUTLULUK MU ? HANİ NEREDE O ?

MUTLU ET KENDİNİ 

Geçirdi çaşnigir-i felek ol denlü  vakti kim

Neval-i arzu meydana geldi işteha gitti

                                                      Nabi

Yani, büyük divan şairi Nabi diyor ki ‘’ çeşnici başı olan felek benim arzu ettiğim, istediğim yemeği sofraya getirmeyi o kadar geciktirdi ki, sonunda istediğim yemek sofraya geldi ama bende yiyecek iştah kalmadı.’’

Peki, bunu ne zaman diyor? : çok kudretli, çok itibarlı, çok zengin ama çok yaşlı bir paşanın; çok genç ve güzel eşini görünce…

***

Hayat böyle bir şey galiba. Bir şeyi çok istiyoruz, çok arzuluyoruz, mutluluğumuzu (O) na bağlıyoruz ama istediğimizi elde edince, arzumuz sönüyor, iştahımız kalmıyor.

Hayatta mutlu olmak neredeyse dünyada en önemli hedef haline geldi. Artık mutluluk çeşitli bilimsel yöntemlerle ölçülüyor, binlerce kişilik denekler üzerinde araştırmalar yapılıyor, ülkelerin mutluluk endeksleri belirleniyor, mutluluk çeşitli şekillerde tanımlanıyor da! Ama acaba mutluluğun ne olduğunu tam olarak biliyor muyuz yoksa haz alma ile mi özdeşleştiriyoruz.

En basit tanımıyla mutluluk olumlu pozitif duygular hissetmektir.

Bizlerde mutlu olmayı hedefliyoruz ve sahip olmayı istediğimiz ve isteyeceğimiz birçok şey bize ödül olarak mutluluğu vaat ediyor. Bana sahip olursan mutlu olacaksın!

Reklamlar gün boyu televizyonda, internette, otobüs beklediğimiz durakta, çevirdiğimiz dergi yapraklarında, elimize aldığımız gazete sayfalarında hiç durmadan karşımıza çıkıyor avaz bağırıyor “ bana bak, beni al, bana sahip, ol sen buna layıksın, sen buna değersin, sen böyle olmalısın”

Arka fonda hazla gülen yüzler, kahkaha atan gençler, koşturan çocuklar, mutlu sofralarda mutlu! Mutlu!  Yemek yiyen mutlu aileler! Ve altta reklamı yapılan ürün, marka veya herhangi bir haz nesnesi.

O reklamı yapılan ürün bilinçaltımıza bir mesaj gönderiyor. ‘’beni alırsan, beni tüketirsen, beni kullanırsan sende arka fonda görülen kimseler gibi mutlu olacaksın”.

Ve bizler de mutluluğu, sahip olduğumuz değil de, sahip olmayı arzuladığımız ya da arzuladığımızı zannettiğimiz, zannettirildiğimiz! Şeylere bağlıyoruz.  

Ya da Kendimize hedefler belirliyoruz, rotalar çiziyoruz o hedefe ulaştığımız zaman mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Belirlediğimiz hedefler, nesneler renkli bir balon gibi tepede göz kırpıyor, tüm albenisiyle el ediyor “tepeleri aş da gel, bek ben buradayım” diye sesleniyor.

Var gücümüzle koşturuyoruz, çabalıyoruz, uğraşıyoruz ve elimizi değdiğimizden kısa bir süre sonra, uzaklardan bir başka balon el ediyor veee…

 Elimizde ki parlak nesne, patlak bir balona dönüşüyor, tüm hevesimiz kaçıyor. Oyuncak mağazasında, annesine zorla aldırdığı araba elindeyken, bir başka oyuncağı göstererek, var gücüyle feryat eden yaramaz bir çocuk gibi, yönümüzü yeni hedefimize dönüp, “neden benim de yok?”  diye hayıflanmaya başlıyoruz.

Zira araştırmalar gösteriyor ki insan, en çok arzu ettiği şeyi elde ettikten en fazla bir sene sonra, aynı mutluluk seviyesine geri dönüyor. Ve yine araştırmalar gösteriyor ki içinde bulunulan şartlar, mutluluk seviyesini, en fazla  % 10 seviyesinde etkiliyor.

Yani mutluluğu sahip olduğunuz değil de olmayı hedeflediğiniz şeylere bağlarsanız, ömür boyu serap peşinde koşarsınız

Yani aslında mutluluk nesnelerde, hedeflerde değil kafanızda bitiyor.

Yani aslında mutluluk, elinizin hemen altında, avuçlarınızın içinde. Yeter ki görmeyi bilin, yeter ki farkına varın. Ve görün ki sizin şu anda sahip olduğunuz şeylere ulaşmak için, neleri feda etmeye hazır, nice insanlar var.

Bunun yolu da durup dinlenmekten, elindekileri gözden geçirmekten, sahip olduklarının değerini fark etmekten geçiyor

Farkına varmaktan! Farkında olmaktan! farkındalıktan! Geçiyor





26 Temmuz 2017 Çarşamba

NEDEN ETKİLİ İLETİŞİM,



NEDEN ETKİLİ İLETİŞİM,

Vakti zamanında hükümdarın biri korkunç bir rüya görmüş. Dehşet içinde uyanır uyanmaz müneccim başının huzuruna gelmesini emir buyurmuş. Biraz sonra müneccim başı huzurda hükümdarın rüyasını dinlemekteymiş. Hükümdar anlattıkça retken renge girmiş müneccim başı. Hükümdar rüyasını anlatmayı bitirince de titreyerek dizlerinin üzerine çökmüş ve “sultanım çok kötü, maalesef çok kötü” diye inlemiş. Hükümdar gürlemiş

-Tez bu rüyayı tabir edesin.

Çaresiz müneccim başı “Sultanım demiş, maalesef çok yakında ailenizden herkes ölecek bir tek siz sağ kalacaksınız”.

Hükümdarın gözlerinden ateş fışkırmış

-Tez bunun kellesini vurun.

Müneccim başının kanlı cesedi salondan çıkarılırken, hükümdar başka bir müneccim getirilmesini emir buyurmuş.

Biraz sonra hükümdarın karşısında müneccim başının yardımcısı rüyayı dinlemekteymiş

Dinledikçe yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmış.

Rüya bitince hükümdarın eteğini öpüp “sultanım müjde, müjde “diye neşeyle başlamış söze

-Sultanım müjdeler olsun, ailenizde en uzun yaşayacak olan sizsiniz demiş

Biraz sonra ellerinde keseler dolusu altınla salondan ayrılan müneccim yardımcısı, müneccim başı lığa terfi etmiş olmanın gururuyla gülümsüyormuş.

Evet, ne söylediğin kadar önemli olan değer bir husus da, neyi nasıl söylediğindir. 

****

Öncelikle iletişimi tanımlayacak olursak, en yalın ifadesiyle “İletişim”, insanlar arasındaki bilgi, duygu ve düşünce alışverişidir.

Peki, neden etkili iletişim?

Var olabilmemiz, ihtiyaçlarımızı karşılayarak hayatımızı devam ettirebilmemiz için insanlarla bir arada yaşamak zorundayız. Bir arada yaşamak zorunda olduğumuz insanlar birbirinden farklı özelliklere, iletişim biçimlerine, algılama kapasitelerine sahip olduğu için de etkili iletişim yöntemlerini bilmek hayati denebilecek fonksiyona sahiptir.

Doğru iletişim kurabilmek ve sürdürebilmek için de önce kendi duygularımızı, ihtiyaçlarımızı, güçlü ve zayıf yanlarımızı, ihtiyaç ve motivelerimizi, hedeflerimizi tanımak, tercihlerimizi yapabilmek ve sahip olduğumuz özelliklerimizi en verimli şekilde kullanabilmek, etkili bir iletişim kurabilmek için gereklidir

İşte bu noktada Duygularını anlamak, Anlatmak, Aktarmak yaşam kalitesini % 80 oranında arttırır. Bu anlaşamadığınız her 10 kişiden 8 i ile anlaşır hale gelmektir. Etkili iletişim salt, insanlarla çabucak diyaloğa geçebilmek değil, aynı zamanda iletişimi sürdürebilir kılmaktır. İnsanlarla kurduğumuz iletişimin kalitesi arttıkça stresimiz azalır, iletişim kazaları ve kopuklukları önlenir ve yaşam kalitemiz artar

İki insan birbirinin farkına vardığı andan itibaren

-Söylediği

-Söylemediği

-Yaptığı

-Yapmadığı

Her şeyin anlamı vardır

Bu iletişim sürecinde en önemli olduğunu zannettiğimiz sözler ancak % 7 oranında yer alırken, beden dili % 55, ses tonu-söyleyiş tarzı % 38 oranında etkiler

“Ben elimden geleni yaptım, gereken tüm yöntemleri denedim, artık bende hiçbir kabahat yok” ,diyoruz ama acaba, gerçekten kendimizi doğru bir şekilde ifade edebildik mi?

Ve belki de sorunun kaynağı, bizizdir de farkında değilizdir.

Sorunun kaynağını bilmeyen kişi, sorunu çözemediği gibi, çözümü başkalarının huzurunu kaçırmakta bulur. Ve burada, problem yaratan düşünce şeklimizi değiştirmedikçe, çözüm üretebilmemiz mümkün değildir.

Herkesin algılama kapasitesi farklıdır ve ancak algılayabildiği ölçüde bilgi toplayabilir. Biz istediğimiz kadar konuşalım, eğer karşımızdakinin frekansı farklı ise söyleyeceklerimizin karşıdaki etkisi, ancak onun algılayabildiği kadardır.

Yaptığımız en büyük hata, işte sadece kendi frekansımızdan yayın yapıp, karşımızdakinin anlamasını beklemektir.

Hiçbir yetişkin birey, diğer bir yetişkin üzerinde zorla davranış değişikliği yapamaz. O halde, karşıdakini değiştirebilmemiz mümkün değilse, mümkün olandan başlayıp, farklı frekanslarda yayın yapmayı öğrenmek, önemli bir adım atmamızı sağlayacaktır.

Usta bir aşçıyı düşünün. Salt kaliteli malzeme kullanmak, onu iyi bir aşçı yapmaya yetmeyecektir. Aşçının ustalığı, hangi malzemeyi, ne kadar ve nasıl kullanacağını bilmesi ile belli olur.

İşte kendi kişilik özelliklerimizi tanımaya çalışarak başladığımız iletişim yolculuğumuza, bundan böyle farklı konularla devam edeceğiz.

Buyurun hepinizi bekliyorum efendim…



16 Temmuz 2017 Pazar

DEDİKODU; TAMAM YAPTIM, AMA Bİ SOR, NİYE YAPTIM ?

     

DEDİKODU : TAMAM YAPTIM,  AMA Bİ SOR, NİYE  YAPTIM ?

Peki, acaba  neden dedikodu yapıyoruz?

Aslında daha çok kendi defolarımız örtmek, yetersizliklerimizi gizlemek, komplekslerimizi tatmin etmek için olmasın?

-Ayy görgüsüz  Kezban, o elbiseyle o ayakkabı giyilir mi ? diyen Yeşim, aslında kendisini moda otoritesi ilan ederek muhtemel  moda eleştirilerini  kendince bertaraf etmeye çalışıyor olabilir mi?

-Ay şekerim Allah çirkin şans ı versin. Bir Hande’ye bak birde kocasına. O adam o kadını nasıl almış ?’’ diyen Yasemin, acaba şunu mu demek istiyor satır arasında?  “aah ah şu Hande kadar olamadım. Aslında ben daha güzelim, o kocaya ben layıktım ama ne yaparsın olmadı işte” Yüksek sesle dile getiremediği içsesini böyle mi dillendiriyor?

 -Ayol o boy bende olsaydı, bende o topukluları giyseydim, tabi bende bölüm şefi olurdum, diyen Selda, ‘’ne yapayım mesleki olarak yetersizim de ondan yükselemiyorum’’ diyemeyeceği  için kendisini böyle mi  tatmin ediyor?

-Peh işte sonradan görme ne olacak, almış nohut kadar tektaşı, gözümüze, gözümüze sokuyor o el hep havada, diyen Mine, iç geçirip “ah bende de olsa! ‘’diyemediği için mi böyle söylüyor.

-İnek o zaten oğlum, hem Hoca’ya o kadar yalakalık yapsaydım, asistanlığı ben kapardım, diyen Sedat ‘’ ne yapayım bilardo salonlarında, kafelerde vakit öldürdüğüm için not ortalamam kötü, yeterince okuyup çalışmadığım içinde akademik başarım yetersiz’’  diyemediği için kendini böyle mi savunuyor?

-Ayol beceriksiz o kadın bi kısır yapmış çamur gibi, börek te yanmıştı zaten, diyen Eminanım “en  becerikli benim! ’’ , ‘’Pasaklı kadın nolcak’’ diyen Şerife, ’’ en temiz benim’’  mi  diyor acaba?

-Ekranda gördüğü oyuncuya ‘’ o boyaları ben sürsem o estetikleri ben yapsam ondan daha güzel olurdum’’ diyen Ayşa’nım  elbette biliyor öyle olamayacağını ama işte ‘’aslında ben de güzelim ‘’ demenin farklı bir yöntemini deniyor.

En güzel, en zeki, en çalışkan, en yetenekli, en başarılı benim diyemeyen insanlar  iş arkadaşının, apartman komşusunun, okul arkadaşının, akrabasının ya da hiç tanımadığı diğer insanların omuzları üstüne çıkarak, sırtına basarak, ayaklarını çiğneyerek, arkaya iteleyerek kalabalıklara el sallıyor, sağa sola haykırıyor.

-Bana bakın! Ben buradayım, ben zekiyim, ben güzelim, ben başarılıyım, ben yetenekliyim, ben buradayım! Bana bakın! Bana bakın!  Diyerek.

            ***

Yok, öyle değil ben mağdur oldum zarar gördüm diyorsan, insanı insan yapan söz ve beden diliyle iletişim kurabilmesi, meramını anlatabilmesi, hakkını arayabilmesi değil mi?

Gizli, gizli arkadan  iş göreceğin, pusuya yatacağın, sinsi sinsi  elini ağzına yarım kapayıp  “aman kimse duymasın’’ diyeceğin yerde mertçe çık hakkını savun, başarı için mücadele et, çalış kazan ya da ona buna çamur atma, elindeki ile yetinmeyi öğren, defolarını tamir et.

            ***

Ama o kusurlar, ayıplar, yetersizlikler gerçekten o kişide var.

Ee zaten bunları dile getirmek dedikodu. Olmasa birde iftira olacak.

Kadim bilgi  dedikodu etmeyi ,”Ölü eti çiğnemek”  olarak, tanımlarmış.

Iyy ne iğrenç!  Değil mi?

Neden  acaba, böyle tanımlanmış? Neden bu kadar irkiltici bir metafor kullanılmış?

Çünkü ölü savunmasızdır, kendisine yapılanlara karşılık veremez. Çünkü ölü muhteremdir, her türlü saldırıdan korunmuştur. Çünkü ölüye yapılan her türlü fiziksel saldırı bir çeşit sapkınlıktır.

Peki, o anda, orada bulunmadığı için korunmasız kalan, kendini koruma şansı olmayan  kişinin ölüden ne farkı var? Orada hazır olsaydı kendisini  savunacak,  koruyacaktı. Ama  biz orada olamadığı anı bekledik dedikodu için Demek ki o anda savunmasız durumdaki, manevi anlamda ölü olan ” o” kişinin, şahsı manevisine yapılan saldırılarda bir çeşit nevrotik  bir vaka.

            ***

Birde dedikodudan “kaçınanlar”  var, asla dedikodu yapmam diyenler.

-Ay ben onun nelerini  biliyorum da, dedikodu olmasın diye söylemiyorum’’ diyenler.

Kardeş keşke dedikodu yapsaydın da bu lafı demeseydin! Deseydin ne diyecektin Zevksiz mi, ? Görgüsüz mü? Yoksa beceriksiz mi?

Ya şimdi; o kinayenin arkasına kaç soru işareti taktın farkında mısın? Acaba hırsız mı? Namussuzluk mu yapıyor? Yalan mı söylüyor? Eşini mi aldatıyor?

***

Programlar yapılıyor TV lerde, anlı şanlı sanatçılarımız, gazetecilerimiz, bir masanın etrafında dünyanın en önemli (!) ve ciddi (!) işini yapıyorlar. Magazin.

Her gün birkaç  ünlü yatırılıyor teşrih masasına, enine boyuna inceleniyor. Görüşler alınıyor, uzun, uzun analizler yapılıyor, davranış bilimcilere taç çıkartırcasına

E de bizim neyimiz eksik onlardan, bizimde kendimizce” ünlülerimiz (!), en (!) lerimiz yok mu? İşyerimizde mahallemizde. Haydi, bakalım; bizde toplanalım fiskos sehpalarımızın, kafeterya masalarımızın başına; Artık Allah ne verdiyse, aklımıza kim geldiyse

Bilelim ki hayatta kınadığımız, asla yapmam dediklerimizin çoğunu  hayat, ensemizden tutup, burnumuzu sürte sürte yaptırıyor. Yani eskilerin “kınadığını yaşamadan ölmezsin “ dediği gibi.

İnsanız hepimiz! Eksiklerimiz kusurlarımız defolarımız var. Benim, senin, hepimizin. Mutsuz olduğumuz anlar da oluyor, başarısız olduğumuz zamanlar da. İhanete uğradığımız da oluyor, elimizden sevgiyle tutanımız  da.

İnsanız biz. Eksiksiz, noksansız, kusursuz olduğumuz için değerli değiliz, kusurlarımızı fark edip düzeltebildiğimiz için, değişebildiğimiz, evrilebildiğimiz, gelişebildiğimiz için değerliyiz. Bizi değerli yapan bu potansiyelimiz.

Lütfen kendi değerimizin farkında olalım, başkalarının üstünden kendimizi değerli kılma çabalarına da boş verelim!


13 Temmuz 2017 Perşembe

ŞAHİN ? KANARYA ? LEYLEK ?GÜVERCİN ? Hangisi Sensin ?

       İLETİŞİM  PROFİLLERİ


Etrafımızda beraber yaşadığımız, bir şekilde iletişime geçtiğimiz onlarca insanla, günün değişik evrelerinde beraber oluruz.Bu insanların yaşam tarzları, ekonomik durumları ,eğitim profilleri ,siyasi görüşleri farklı farklı olduğu gibi ,doğuştan gelen karakter özellikleri de farklıdır.Bu özellikler, kişilerin beğenilerine ,becerilerine ,duygularını iletme şekillerine, iletişim biçimlerine yansır.
Kişiler arası kırgınlıklara,üzüntülere ,sürtüşmelere yol açan  iletişim kopukluğunun ,çoğunlukla yanlış anlaşılmaktan  ve kişilerin olaylara farklı bakış tarzından,verdikleri farklı tepkilerden kaynaklandığını görürüz.
            Yaşamlarının tüm dönemlerinde kişiler kendilerini hayatın merkezine yerleştirerek egosantrik bir bakış açısıyla herkesin aynı tepkileri vermesini ,olaylara aynı yönden bakmasını ,hoşlanıp hoşlanmamasını aynı tarz ve tempoda çalışmasını bekler.
İnsanlar , diğerlerinin farklı olduğu alanları bilmediği gibi aslında tam olarak kendisinin de eksilerinin artılarının farkında değildir. İşte ortak alanlarda  beraber yaşamak, beraber çalışmak durumunda kalan ,birbirinde bu denli farklı özelliklere sahip insanlar arasındaki iletişim çatışmalarının kopukluklarının yaşanması zaman ,zaman kaçınılmaz hale gelir.
Bunu aşmanın yolu, önce kendimiz tanımak ,sonra çevremizdeki insanları tanımak için çaba göstermek ve empati yapmayı öğrenmekten geçer.
Geçen hafta, kişilik guruplarının   belirgin özelliklerini tanıyarak başladığımız konuya, bu hafta bu guruplardakilerin, iletişim profilinin  nasıl olması gerektiği ile devam ediyoruz

***
ŞAHİNLER
Şahin gurubu duygularını açmakta zorlanan kimselerdir.Çocuklarını uyurken seven, eşlerine sevdiklerini söyleyemeyen kimseler genellikle şahin gurubudur.Her şeyin en kalitelisini alan marka ürünleri yeğleyen şahinler beden dillerini etkin bir şekilde kullanarak öfke kızgınlık hoşlanmama gibi duygularını kolayca dışa yansıtırlar.Normal sınırlar içinde kaldıkça sorun oluşturmayacak davranışlar ,kontrolden çıktığında soruna dönüşür

8 Temmuz 2017 Cumartesi

DİKKAT GÜVENSİZ BÖLGE DEDİKODULU ALAN !!



Vakti zamanın birinde bedevinin birinin bir atı varmış çöl renginde, başka da bir şeyi yokmuş. Bedevi atına atladı mıydı uçarmış, çöllerde rüzgâr gibi, hayretle açılan gözlerin önünde gururla. Yok, yok teşbih değil uçması, gerçekten uçtuğunu görürlermiş o atıyla giderken bakanlar. Çöl rengindeymiş ya at o yüzden, onu göremez üstünde giden bedevinin uçarak gittiğini zannedermiş ilk defa görenler. Atın namı dilden dile, ilden ile söylenir olmuş. Taliplileri çok olmuş çöl rengi atın. Niye beyler, Paşalar, zengin tüccarlar, beyzadeler, mirasyediler çil, kese kese altın gümüş teklif etmişte razı edememiş bedeviyi atını satmaya.

Ama bir bey fena takmış kafayı ata, neye bedel olursa olsun sahip olmayı kafasına koymuş. Atı getiren benden ne dilerse dilesin diye fısıldamış etrafındakilere. Yanında çalışan üçkâğıtçı kâhya, varmış beyin huzuruna ,”ben getiririm beyim” demiş, siz altın keselerini hazırlayın.

Çöle açılmış bedevi her zamanki güzergâhında uçarken, pardon! Giderken uzakta yerde hareketsiz yatan bir karaltı görmüş, altın renkli kumlar arasında. Yaklaşmış atını durdurup inmiş, yardım etmek için, çölde kalmış yolcuya. Meğer yerde hareketsiz yatan üçkâğıtçı kâhya değil miymiş? Atladığı gibi atın üzerine, yel olup esmiş, kuş olup uçmuş. Arkasından bağırıyormuş zavallı bedevi

-Ey hilekâr! Al atım senin olsun. Ama ne olur nasıl aldığını kimseye söyleme. Eğer anlatırsan dilden dile yayılır da, bir daha kimse çölde kalmış bir yolcuya yardım etmek için atından inmez. Güven bir kez kayboldu muydu bir daha da gelmez!

***

Güvensiz bölgelerde yaşıyoruz artık, önünde güvenlikçilerin dikildiği plazalarda, havuzlu sitelerde, retina okuyucudan geçerek girilen holdinglerde işyerlerinde, x-ray cihazlı avm lirde, okullarda, yeraltı treni istasyonlarında, havaalanlarında yâda mütevazı evlerimizde, apartman dairelerimizde, küçük esnaf dükkânlarımızda… Ne sağlayacak artık güvenliğimizi, kim koruyacak bizleri.

Yok, Yok kapkaççılardan, eli bıçaklı manyaklardan, kendini patlatmaya kalkacak gözü kara, eli kanlı terörist katillerden değil.

Komşumuzdan, iş arkadaşımızdan, öğrencimizden gelinimizden, kayınvalidemizden, sabah selamlaşarak içeri girdiğimiz bitişik esnaftan, ya da tüm bu kişileri bizden.

Biz mi inşa ediyoruz acaba? Bu güvensiz alanları kendi dilimizle, elimizle. Büyük kocaman, görünür, eylemlerimizle değil de; ufak, ufak davranışlarımızla; işaretlerimizle, imalarımızla, kinayelerimizle, şakalarımızla.

Hayır, beden güvenliği değil bahsettiğim. Psikolojik güvenliğimiz. İtibarımızın,  izzetimizin, onurumuzun, kişiliğimizin güvenliği. Sonucunda ceza-i yaptırım olan eylemlerimiz konusunda gösterdiğimiz özeni, olmayanlar konusunda da gösteriyor muyuz acaba?

Nasıl mı?

Evet, hiç birimiz hikâyedeki gibi birinin aracını izinsiz almaz, yolda giderken birisine çelme takmaz, komşumuzun kapısını kırmaz, ana sınıfı çocukları gibi arkadaşımızın saçını çekmeyiz. Sabah iş yerine girerken güvenlikçinin yüzüne yumruğu yapıştırmaz ya da bunun gibi anlamsız ve saçma davranışlarda bulunmayız.

Evet, tamam bunların hiçbirini elimizle ayağımızla yapmaz zarar vermeyiz ama ya dilimizle!

Acaba dilimizle verdiğimiz zararlar bunlardan çok mu daha az?

Dedikodu deyip geçiyoruz, ne kadar basit! Güya kendi aramızda eğleniyoruz! ,iyi vakit geçiriyoruz. Ama o işte o andaki eğlence malzememiz herhangi bir şey değil bir insan!  Saçını çekmediğimiz, çelme takmadığımız, yüzüne yumruk atmadığımız bir insan. Hem de tanıdığımız, beraber çalıştığımız, aynı kapıdan girip çıktığımız, çay içtiğimiz selamlaştığımız insanlar, yani tanıdıklarımız.

Pervasızca savuruyoruz yumrukları, tekmeleri o insanın şahsiyetine onuruna, şerefine, mesleki itibarına, namusuna. Saçlarını çekiyoruz kahkaha  ata ata. Sonra da ayrılıyoruz gevşemiş ve keyif içinde. Yok ya o kadar da değil diyorsak, aynı sözleri o kimse karşımızdayken de söyleyelim bakalım o kadar mı?

Belki de sözlerimiz cisimsiz ya! Gözle görüp elle tutamıyoruz ya! Onun için zannediyoruz ki zarar vermez! Çizmez! Kesmez! Morartmaz! Yaralar açmaz!

Sözde sihir vardır dermiş eskiler.

Evet, sözde sihir vardır!

Nice şahit olduğum yâda duyduğum vakalar da depresyonu tetikleyen tek bir söz oldu. Ya da birkaç kelimeden oluşan bir cümle. Psikolojik birçok rahatsızlığın tedavisinde ilaçtan daha etkin tedavi, psikoterapi değil mi?

Hipnoz bilimsel olarak ta kabul edilmiş, lakin tam olarak çözülememiş netameli bir konu. Ama bir bakın hipnoza giren bir insan fiziksel olarak yapamadığı, yapmayacağı şeyleri transtayken nasıl da yapabiliyor.

 Demek ki sözler o kadar da basit, zararsız, masum olmayabiliyor.

Fiziksel bir zarar günler veya haftalarla ifade edilen sürelerde geçerken, sözle verilen psikolojik bir zarar yıllarca geçmeyebiliyor. Ve aslında dedikodu sadece karşıdaki insana zarar vermekle kalmıyor insanlar arasındaki sevgiye, saygıya, toplumsal dayanışmaya, güven ve huzur ortamına zarar veriyor. Güvensiz ve sevgisiz ortamlar oluşturuyor. Ve basit gördüğümüz dedikoduyla ilmek, ilmek kendi güvensiz ortamlarımızı oluşturuyoruz.

Nasıl mı? Allah aşkına, en yakın arkadaşının arkasından atıp tutan bir insana, güvenip de sırlarınızı verir misiniz? Dilinden emin olmadığınız insanla ne kadar samimi bir dostluğunuz olabilir ki?

Öyle olunca da toplumda ayıplanma endişesi, dedikodu malzemesi olma korkusuyla kendimiz gibi olamıyoruz. Kendimize yapay kostümler dikip içine saklanıyoruz. Etrafımızı yalıtıp yalnızlaşıyoruz. Günlerce önceden hazırlık yapmadan misafir kabul edemiyoruz. Kalabalıklar içinde” ne derler? “ korkusuyla yalnız ve mutsuz yaşamaya çalışıyoruz.

Güvensiz, güvenliksiz ortamlarda her an tetikte ’’mış‘’gibi yaparak yaşıyoruz.

Sosyal medya ortamlarında her daim neşeli, her daim gülen kahkaha atan, en güzel sunumları yapan, en güzel ortamlarda gezen, en güzel giyinen, en güzel olan her daim en, en, en olan bizmişiz! Gibi yapıyoruz,

Hiç ağlamıyoruz, hiç yorulmuyoruz, hiç tembellik yapmıyoruz, hiç çirkin uyanmıyoruz, hiç dağınık olmuyoruz, hiç kavga etmiyoruz.

***

Dünya çapında yapılan bir saha araştırmasında Ülkelerin Güven endeksi belirlenmiş. Çeşitli milletlere sorulan” etrafınıza güveniyor musunuz  ?” sorusuna “evet güveniyorum” diyenlerin oranı en yüksek İskandinav ülkelerimde çıkmış

Mesela bu oran Norveç’te % 77 İsveç’te % 80

Peki, kültürüyle, gelenekleriyle övünen ülkemizde  % kaç çıkmış dersiniz.

En yüksek İç Anadolu bölgemiz %  14

En az sahil şeridindeki şehirlerimizde %  10 - 11 ler civarında

***


                                        Efendim bu da misafirlerime vaat ettiğim kahve afiyet olsun  😊



 


6 Temmuz 2017 Perşembe

ETKİLİ İLETİŞİM SENİN TİPİN HANGİSİ?






Dünyamız ne kadar da çabuk değişiyor son yıllarda elbette dikkatinizi çekmiştir. Herakleitos’un dediği gibi “değişmeyen tek şey değişimin kendisi”
Artık üretilen her bilgi ortalama 26 dakikada eskiyor.
Bu değişen dünyaya ayak uydurabilmenin yolu, sanayi ürünleri değil  bilgi üretmekten geçiyor,Küresel çaptaki firmalar artık ağır sanayi ürünleri değil , silikon vadilerinde bilgi ve teknoloji üretiyor.Daha ,çok yakın bir zamana kadar,  şirketlerin gücü, finansal sermayelerinin büyüklüğü ile ölçülüyordu.Sonra bu bilgi oldu.Bilgi en güçlü  sermaye  ve aynı zamanda da en pahalı  ürün  haline geldi.Ama artık günümüzün en kıymetli sermayesi,” nitelikli insan” olarak kabul ediliyor.Büyük şirketler çalışanlarının eğitimi adına ciddi yatırımlar yapıyor,işyerleri çalışanlar için konforlu hale getiriliyor.Çünkü biliniyor ki bilgiyi üretecek olan nitelikli ve kalifiye insan.
“Kişisel gelişim” ve “etkili iletişim”  insanın hem  kendisi, hem de  çevresiyle nitelikli ve verimli ilişkiler kurması adına, çok önemli hale geldi.

“Kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz “diyelim ve önce kendimizi tanımaya çalışarak başlayalım isterseniz.

Haydi Buyurun..

***
KİŞİLİK TİPLERİ
Her insan farklıdır farklı kişilik özellikleri gösterir.İnsanın öncelikle kendi karakter özelliklerini bilmesi çevre ile daha verimli ve nitelikli bir iletişim kurmasına olanak sağlar.Bilim adamları yaptıkları araştırmalar neticesi farklı karakter özelliklerine sahip kişilik tiplerini ,farklı şekillerde sınıflandırmışlarıdır.Burada göreceğimiz dört farklı kişilik tipi ,dört farklı ,hayvan karakteriyle özdeşleştirilerek yapılmıştır.Her insan bu karakter özelliklerinin yüzde yüzüne sahip olmaz elbette ,ama çoğunlukta olan özellikler onun karakter tipini belirler,Şimdi bu tipler nelermiş bir bakalım…



ŞAHİN
Şahin karakter özelliklerine sahip olan kişiler, baskın tavırlarıyla  fark edilirler.Bulundukları yerde, hemen öne geçip insanları organize etmek ve yönetmek isterler.İşyerinde çalışanları yönlendiren organize eden öncülük edenlerdir.Herhangi bir toplantıda gerek çıkışları, gerek düşünceleriyle öne çıkarlar.Beraber olduklarını, kontrol altına almaya ,bulundukları  ortamda ,denetimi ele geçirmeye çalışırlar.

Belirgin özellikleri;
-Heyecanlı ve hareketlidirler
-Sonuç odaklıdırlar
-Tez canlı ve acelecidirler
-Küçük ayrıntılardan nefret ederler
-Kararlı ve düzenlidirler
-Resmi ve soğuk olmaları giyimlerine de  yansır
-Zamana çok değer verirler